Öykü: Aile senaryosu | Nur Engin

Nisan 2, 2024

Öykü: Aile senaryosu | Nur Engin

Balıkçının hamsileri sardığı gazete kağıdında, T. E. kısaltmasına sıkıştırılan hayata dair habere gözüm ilişince sütü tezgâha döküyorum. Çarşı pazar alışverişi sonrası bir filtre kahve yaptım bugün kendime. Ama o gün cezvede pişirdiğim sade Türk kahvesini beş fincana bölüştürdüğüm sahne daha dün yaşanmış gibi canlanıyor gözümün önünde. Son fincanı doldururken mutfağa giren yengemin tuzlu kahvenin hangisi olduğunu unutmamam yolundaki tembihine hiç kulak asmadım. Lüzum yoktu çünkü kahvelerin hiçbirine tuz koymamıştım. Benim için her türlü külfete katlanacağını ispatlarcasına tuzlu kahvesini içmesi gerekmiyordu müstakbel damadın. Ömrü de haberdeki adı gibi kısaltılmaya kastedilen Talha’nın… Tırnaklarımı avcuma geçiriyorum. Yıllar sonra sen Talha…

Fotoğrafını görür görmez onu tanıdım. Oysa beni istemeye geldikleri günden farklı görünüyor hamsi suyuyla nemlenmiş çehresi. Aynı mahallenin oyun arkadaşları olarak onun kız istenen damat rolünde iğreti durması, benim görücüye çıkmış gelin adayı rolüne uygun olmamam zaten kaçınılmazdı. Ergenliğimizden itibaren onun yüzünden eksik olmayan ifadede her an bir şeylerin arkasına saklanma isteği gizli dururdu. İstemeden birilerini fena halde kızdırmış da cezalandırılmayı bekleyen birisi gibi bakardı. O gün, kapıdan içeri girerken de salondaki yerlerimizi alırken de bu senaryonun garipliğinden mustarip, yüzünde bir de yalvarır gibi bir bakış vardı. O zaman üstüne yıkılan müstakbel koca rolünün altında ezilen o genç adam, bugün tam on iki yıl sonra balık kokuları yayan bir gazete sayfasındaki vesikalığından bana bakıyor. Bu tanıdık bakışın sahibinin başına gelenleri okuduğum satırlara tekrar tekrar göz gezdiriyorum. Fotoğrafın altında akan kelimeleri yanlış anlamak istiyorum. Nefesim kesiliyor. Yer ayağımın altında kayıyor. Tezgâha tutunuyorum.

İnsanın çocukluğunda tanıdığı birisinin kötü haberini alıp sarsılması bir yana, bu inanılması güç durumun ruhumda yarattığı sarsıntıyı arttıran Talha’nın tarif edilme şekline saplanıp kalıyorum. Gözlerim doluyor. Gazetenin acımasız kelime seçimi kalbimi peş peşe hedef almış oklar gibi: “Bir travesti daha ölümün kıyısında: Otuz sekiz yaşındaki seks işçisi T. E., Tarlabaşı’nda bıçaklanmış halde bulundu.” Yanağımdan hacimli bir damla yuvarlanıyor. Skor tutar gibi neye hizmet ettiği belli olmayan bir ifadeyle başlayıp Talha’ya yakıştırılan sıfatla devam eden, hunharca detaylarla bitirilen bir haber. Hakkında yazılan bir duyurudan bozma üç-beş satıra sığdırılanlar, aslında bir insanın hayatı. Üstelik bakışlarındaki hiç değişmeyen o meyus ifadeyi görür görmez tanıdığım, kalbinin temizliğini hiçbir sıfatın kirletemeyeceğini bildiğim, izini yıllar önce kaybettiğim bizim Talha’nın. Gözlerimin önünde, bir zamanlar parlak bir yıldız gibi yanıp sönen Talha’nın hatırası, şimdi uzak bir sis perdesinin ardında hüzünle karışık bir siluete dönüşüyor. Çocukluğumdan zihnimde kalan siması gökyüzünden düşen bir yıldızın izi gibi sessizce kayboluyor. Gitme Talha…

“Elvan, ben yine de çok gerginim. Bana seni isteyeceklerine inanamıyorum. Nasıl çıkacağız biz bu işin içinden?” Yeniden duyar gibi oluyorum kibar sesini. Çocukken hep beraber oynadığımız, rüzgarıyla meşhur sokakların gözden uzak bir köşesinde dikilmiş duruyorduk. Klişe bir Türk filminin kız isteme sahnesi gibi kafamızda canlandırdığımız malum durumla nasıl başa çıkacağımızı konuşuyorduk. Daha doğrusu ben Talha’yı rahatlatmaya çalışıyordum. Bir zamanlar evcilik oyununda, evin işlerine yardımcı oyuncu rolünü kendine biçip keçiboynuzlarını hayali tencerede çamurla karıştırarak zevkle yemek yapan Talha’yı çocukların tuhaf bakışlarından kendimce korurdum. Ürkek halleri etrafımızdakilerin zalimliğini daha da kışkırtırdı. Onu güldürecek şeyler söyleyip rahatlatan yine ben olurdum. Kendi doğamız gereği bildiğimiz gibi evcilik oynardık biz, şimdi bu oyun gerçek mi olacaktı yani? Dışarıdan bakıldığında Talha benim için, ben de onun için çok uygunduk aslında. Ama hikâyenin bir de ikimizi de yakan içi vardı. Biz olmazdık, harici bakışların uygun gördüğü o çift bizden çıkmazdı, çıkamazdı. Çocukluk arkadaşıydık biz, bu kadardı. Ayrıca Talha için biraz daha fazlası vardı.

Gelgelelim manifaturacı Erdemler’in biricik oğluyla yufkacılar kralı Samet’in ortanca kızı Elvan’ın hiç yaşanmayacak mutlu gününde zengin düğün menüsüyle övünüp gerdan kırmayı hevesle bekleyen aile büyüklerimiz, bizim için uydurdukları senaryonun hiç oynanmadan başka türlü yazılacağını asla hesaba katmadılar, katamadılar. Adeta bir küçük esnaf imparatorluğunun hayallerine kapıldılar. “Böyle mi olacak gerçekten anne? Doksanlara geldik ama siz orta çağda kaldınız. Benim fikrimi sormadan görücü kabul etmek de neyin nesi?” Oturduğuma kalktığıma sürekli karışan, kız kardeşlerimle edep yarışında geri kaldığımı durmadan hatırlatan annem, yüzünde babamdan aşırdığı nobran bir bakışla tersledi beni. “Ne biçim laf o öyle? Sen babandan daha mı iyi bileceksin? Uygun görmüş bir kere, sana laf düşmez. Hem yabancıya gitmiyorsun işte, fena mı?” Görünürde beni ve kız kardeşlerimi layıkıyla okutan, kimilerine göre hayli serbest büyüten ama ev içinde sertçe denetim altında tutan babam, ablama da yaptığı gibi fikrimi sormaya bile gerek görmeden bizi baş göz etmeye kalktı. Ama bizim Talha’yla evlenemeyeceğimizi hiç kimse bilmedi, bilemezdi. Durumu ailelerimize anlatmamız benim için zor, Talha için ise imkansızdı. Onun sırrı, altında ezileceğimiz kocaman bir kayaydı. Bana gelince, nasıl diyecektim ki lise ikiden beri bir sevdiğimin olduğunu? Evlenmeye niyetim vardı ama bize yedi kat el olan bir evin oğlu, lise aşkım Ahmet’le. Evlendim de. Bu küçük liman şehrinin yeni kurulan, uzak bir mahallesinde ailemden hiç doğmamışım gibi silinmeyi, tek başıma kalmayı göze alarak hem de. Oysa ben kimdim ki onların bana uygun bulduğu kısmeti tepip kendi tanıştığım, gerçekten sevdiğimle evlenecek? Onların istediği birisiyle evlenmeyi kabul etmek dışında kendi tercihlerimin bir önemi yoktu. Sahi, niye yoktu? Ben niye bu kadar yoktum? Ani bir kararla hayatıma yön verdiğim için o zaman mutlu olmuştum. İlk zamanlar özellikle… Yalnızlığımı, hevesi üç yıl içinde sönüp gözü dışarıya kayan kocamla ve peş peşe doğan çocuklarımla, sabah gidip akşam döndüğüm işimle oyalanarak azalttığımı sanıyordum. Bu hayatı neden seçmiştim? Talha’yla evlenmediğim için, öyle mi? Talha… O, gelecek ümitlerinin bağlandığı tek erkek evlat olarak ait olmadığı kimliğin karanlığında bütün ışıltısına rağmen çoktan kaybolmuştu. Ve sonra ortadan da kayboldu. Yıllarca onu merak ettim. Neredeydin Talha?

“Merak etme, o iş bende. Seni hiç karıştırmadan çözeceğim ben Talha, rahat ol arkadaşım.” Karanlıktan bakan gözleri bunu duyunca aydınlandı. Dostça elimi sıkıp sokağın sonunda bekleyen taksiye koştu. Bakımlı tırnaklarındaki belli belirsiz cila dikkatimi çekti, yakıştırmıştı. Takside onu bekleyen biri mi vardı, yoksa sadece bana mı öyle geldi bilmiyorum. Çok eskiden babamla her pazar izlediğimiz VHS filmlerden bir sahne olsaydı bu, mutlaka defalarca geriye alıp arabadakinin kim olduğuna dikkat ederdim. Şimdi düşünüyorum da bana neydi?  Talha ışıl ışıldı, görmeye can attığı birisinin yanına gittiği belliydi. Gerisi kimseyi ilgilendirmezdi. Birkaç gün sonra bizim evin salonunda yaşananları saymazsak bu, onu son görüşüm oldu. Hiçbirinde tuz olmayan katran karası acı kahveleri servis etmemin üzerinden on dakika ya geçti ya geçmedi. Talha’nın babasının babama kız isteme repliğini söylemesinin ardından babamın da bana adet olduğu üzere yönelttiğini sandığı soruya, evlenmeye razı olmadığımı söyleyerek cevap verdim. Talha’nın rahatlamış yüzündeki teşekkür eden bakışlar hariç bütün gözler neden der gibi sertçe dikildi üzerime. Gereğinden uzun süren bir sessizlikten sonra babam biraz düşüneceğimizi gevelerken ben sesimi yükselterek evlenmeyeceğimi tekrar edip birden değişen senaryo karşısında bocalayan aktörleri o sahnenin ortasında bırakıp odama koştum. Kapalı kapının ardından gelen boğuk konuşmalar umurumda olmadı, ben yapmam gerekeni yapmıştım. Herkes evlerine dağılıp da biz bize kaldığımızda babam beni tekrar salona çağırtınca esas hesabın kesileceğini anladım. Sonrası evden okul dışında salıverilmemin yasak olduğu bir hayat, bolca gözyaşı, özlenen bir sevgili, bitmeyen hayırlı kısmet arayışları, annemin dil dökmeleri, her biri babamın uygun gördüğü damatlara çabucak razı gelen kardeşlerimin türlü türlü ihanetleri… Ve benim üniversiteden mezun olur olmaz bir sabah kör vakitte herkes uyurken kapıyı çekip çıkışım.

Balık kokusu mutfağı iyice doldurunca kalkıp camı açıyorum. Bandırma’nın ayazını cömertçe içeri dolduruyorum. Pencereden başımı uzatıp balkona konan bir çift kumruya bakıyorum. Kuşların bilinmeyen hayatındaki mutluluk görüntüsüne imreniyorum. Mümkün müydü böyle saf bir mutluluk? Sıradaki şarkıyı, avazı çıktığı kadar bağırarak anons eden günün popüler şarkısına çağrısını yedi düvele duyurmaya niyetli VJ’in sesiyle irkiliyorum. Gamsız hayat herkese başka sunar garip oyunlarını…Gamsız hayat herkese başka sorar geçmiş hesaplarını… Camı kapatıyorum. Eve gelince ses olsun diye açtığım otuz yedi ekranın düğmesine basıyorum. Görüntü girdaba kapılmış gibi yitip gidiyor. Gamsızlık mı yaptım ben de o zaman? Yoksa başka türlüsüne aklım ermediği için miydi? Tıpkı hapishaneden kaçan bir mahkûmun heyecanıyla saçmalayıp Ahmet’le nikahlandığımızı haber vermek için evi aradım ama duyduklarım “Bizim senin gibi kızımız yok” cümlesinden ileriye gidemedi. Sanki babamı, dublaj tecrübesi sıfır birisi seslendiriyordu. Telefon yüzüme kapandı. Yönetmeni iknanın yolu yoktu, artık geri dönüşü mümkün değildi. Varsa da benim gücüm kalmadı. Sessiz bir rızayla kendi hayatıma yürüdüm. Aile senaryosundan çıkarılmıştım. Bu yaşananların ardında her şeyden habersiz gizli bir suflör gibi duran Talha’nın bugün aldığım haberine bilmem kaçıncı kere göz gezdirirken eminim ki her şeyi baştan bilseydim bile onun sırrını yine de açık etmezdim. Gitme Talha, henüz gitme…

Etrafında süt bulaşığıyla tezgâhta dakikalardır bekleyen kahveme titreyen ellerimle uzanıp nihayet bir yudum alıyorum. Buz gibi. Haberin son satırına Talha’nın tedavi altına alındığı hastaneyi de yazmışlar. Neredeyse bozulmaya yüz tutan hamsileri bir kaba boşaltıp buzdolabına kaldırıyorum. Gazetedeki yalnız fotoğrafa son bir bakış atıp balık kokusunu çöpe tepiyorum. Kendi sahipsizliğimi yeni bir senaryoda Talha’nın kimsesizliğinin yanına yazmak için beni ona götürecek otobüsten bir bilet ayırtıyorum.

edebiyathaber.net (2 Nisan 2024)

Yorum yapın