Okurken, yaşarken “sen kimsin” diye sorar mısınız? | Feridun Andaç

Şubat 21, 2017

Okurken, yaşarken “sen kimsin” diye sorar mısınız? | Feridun Andaç

feridun-andacNiteliksiz Adamı okuduğunuzda karşınıza çıkan bir dünya insanını görmekle kalmaz, onun yaşadığı çağın sanrısını derinden hissedersiniz.

Robert Musil, insana/hayata dair birçok gerçekliği öyle derinden gösterir ki; siz, her satırda kendinize de döner bakarsınız. Hatta sorular sorarsınız: ben kimim, neyim ben,  diye…

Yolda ya da medyada çevirip soruyorlar birilerine: “Evet” mi, “Hayır” mı diye? Çok bilmişler yanıltıcı yanıtları yapıştırıyorlar, ama temkinliler susuyor, öfkeliler hemen dökülüyor. Meraklı sorucunun kendi de bilmediği yanıtlar istiyor anlaşılan. Gene şu soruyu hiç soran yok: “Sen kimsin?”

Eğer bunun yanıtını bilseler ya da verebilseler; eminim ki şu siyah ya da beyaz’ın ne anlama gelebileceğini çok da merak etmezler. Çünkü küresel illüzyon her şeyi simule ediyor artık. Gerek yok sizin tavşandan şapka çıkarmanıza. Ya da umacılardan umar beklemenize.

Okursanız görürsünüz her şeyi demek geliyor içimden.

Okumadığınız için körsünüz, iç körlükten beteri var mıdır? Görmeyen insan dokunarak görür, işiterek görür, koklayarak görür. Ama iç körlüğüne düşen hiçbir şeyi göremez, duyamaz, hissedemez.

Edebiyat toplumu/insanı tanıma bilgisini verir bize. Özellikle de roman ve öykü. Hatta daha da çoğunu. Ki yaşadığınız bütün körlüklerden kurtarabilir. Adeta düştüğünüz kuyudan çıkaran bir el gibi.

İnsanları bu denli umarsız, kaygısız, iki kör duvar arasına sıkıştıran zihniyetin istediği de budur işte: Okumayın, görmeyin. Okumayın, işitmeyin. Okumayın, öğrenmeyin. Yalnızca biat edin. Umarsız ve umursamaz kalın, bu bile bize yeter, deniliyor her yerde. Çarşıda pazarda… Televizyonda radyoda…  İki insanın bakışında… Sözünde…

O yeni yetme çağımda elime aldığım Genç Törless anlatısını Kâmuran Şipal çevirisiyle (1972, Bozok Yayınları, 228 s.) okurken, defterime yazdığım sayfaların bana taşıdığı yazma/düşünme enerjisiyle ne çok sorularım olmuştu hayata ve yazarına dair.

Bir kitap size eğer sorular sorduruyorsa; bir insana, bir yere, bir duyguya/düşünceye giderken de size yeni bir bakış/duyuş kazandırır, yalnızca birtakım bilgileri taşımaz.

Öylesi kitapları “akkor”a benzetirim. Bir büyücüden alıp cebinizde taşıdığınız parıltılı küçük küre gibi; ona

Robert Musil
Robert Musil

dokundukça bütün dilekleriniz yerine gelecekmişçesine duygululuk içinde yol alırsınız yaşamda. Onu gözünüz gibi korursunuz. Saklı tutarsınız, yanınızdan ayırmazsınız…

Galiba asıl mesele size bu soruyu/soruları sorduracak kitaplarla buluşmanızda. Bunların yeri ve zamanında…

Musil, çok sonraları, 1991’de yeniden çıktı karşıma Üç Kadın anlatılarıyla. Ona, biraz daha yaklaştım sanırım. Sorularım çok daha başka uçlardaydı. Ama bir yazar olarak Musil hep bendeydi artık.

Yaşarken Açılan Miras’a geldiğimde ise; onun 1920-29 yılları arasında yazdığı bu kısa öykücükler o parıltılı anlatıcının saklı yanlarını gösteriyordu bana. Bir yere/zamana ve insana bakma bilincinin kapılarından geçiyordunuz onunla adeta. Ve bir yere yazmıştım onun Goethe’den alıntıladığı şu sözü de:

“Kötü yapılan tek bir şeyde, kötü yapılan her şeyin meselesini bulabiliriz.”

Kimi kez, bazı düşünceler/sözler sizin için yaşama kılavuzu olabilir; hatta sizde ayma ânı bile yaratabilir. Bir yazarı işte o ânlarınızda salt bunlarla karşılaşmak için okursunuz.

Musil’e gitmem, onda sabırla bir şeyler aramam; onu yazarak, düşünerek, sorarak, sorgulayarak anlamaya çalışmam… Hatta onda durmam biraz da bundandır.

Bir dostum, şimdi çoğu insanın elinde gezinip duran Joyce’un Kızı romanını okumama şaşırmıştı ki; “siz de mi,” diye bir soru yönetmişti bana.

Hiç düşünmeden şunu söylemiştim:

Okurken hem kendime, hem dışarıdaki insanlara, hem de hayatıma katılanlara/hayatımdan çıkanlara sıklıkla sormak istediğim/sorduğum şu soruyu sormak için okuyorum: “Sen kimsin?”

Şunca zamandır Niteliksiz Adam’ı başucu kitabı kılmam da bundandır sevgili okurum.

Eğer yaşadığımız çağda insanlar neden/niçin yaşadığını sorgulasa, nasıl bir yabancılaşma içinde debelendiğini görse, baş edemediklerinin nelerden kaynaklandığını öğrense sanırım yaşadığımız ülke/dünya daha başka olurdu…

İşte edebiyat tüm bunları bize gösterdiği/öğrettiği/hissettirdiği/düşündürttüğü için gereklidir derim.

Feridun Andaç – edebiyathaber.net (21 Şubat 2017)

Yorum yapın