Öğretilemeyen Şeyler: Alternatif Hayat | Pelin Özer

Ağustos 8, 2025

Öğretilemeyen Şeyler: Alternatif Hayat | Pelin Özer

I.

Okuduklarımız aracılığıyla yaşanan; bize ve HAYAT’ın kendi hikâyesine eklenen başka başka hayatları; onların kaçınılmaz karşılaşmalarından ortaya çıkanları düşünüyorum. O hayatlara basmakalıp biyografiler yakıştırılamaz diyor içimden bir ses. Şükürler olsun. Onlar bizim alternatif hayatlarımız. Kurtarılmış bölgeler.

Nasıl da uzun-upuzun, bereketli, kıpır kıpır, şakacı, oyunbaz, tükenmez, delişmen, paylaşımcı, üretken……….. Böyle uzar gider. Hepsi de oku(y)(n)uşun niteliğine bağlı. Oradan öylece, bizden bile habersiz filizlenip yeşeriyorlar; bir de bakıyoruz kaplamışlar yanımızı-yöremizi. Dahası kendileri hiç yerinde saymazken bizi de dönüştürmüşler. Nasıl olduğunu anlamadan yeniden yazılmışız ellerinde. Ve daha tanıştığımızın ayırdına varmamışken onlara yeni öyküler biçmeye soyunmuşuz. Bu açıdan yaklaşınca kim, nasıl farkına varıp netlikle yansıtabilir ki yaşadıklarını. Ona nasıl nokta koyabilir. Hayat(ın)(ın) hikâyesini alışılagelmiş U dönüşleriyle tarif edip kolayına kaçmak ancak yaşamasızların kestirmesi olabilir.

Kitabın ötesinde okuma’nın, derin sondajın bizzat kendisine tüm duyularıyla kapılmış-açılmışlar için yüzeyler değil katmanlar sözkonusu. Tek bir hadise değil, bakış açıları; paketlenmiş hazır tarifler yerine yanardöner, çok versiyonlu aktarımlar; tekil anlama sıkışıp kalmak yerine yaratıcı patlamalar; susup kasılmalar yerine akışkan ifade salınımları…… Dokuda kaçınılmaz kabarcıklar.

II.

Okuyuşun o derin sularında insanın kaç yaşına bastığının ya da kütüphanelerdeki-hafızalardaki kitap sayısının ne önemi kalırdı diye düşünmek bile gereksiz. Bu olsa olsa çoğalmanın izdüşümü, öteleri yaratan ve genelde düz mantıkla ilerlemeyi marifet sayan düzeneğin vesikasıdır. Hayatın kendisini bir okuma uğraşı olarak değerlendirenlerin ölümü-doğumu kavrayışı da epey farklı tabii. Aşılacak yolların uzunluğuna, talep edeceği süreye takılmayacaktır onlar. Yaş onlar için ömrün mevsimleri bile değildir; olsa olsa hafızanın talebiyle atanmış duraklar……. Çizgiselliğe değil döngüselliğe meylettiklerinden çizelgelere prim vermezler; hep üçyüzaltmış dereceye uyarlandıklarından tüketip sona ermek yerine an prizmasını yansıtırlar. Ölümü son saymadıklarından telaşın, pişmanlığın; hezimete-yıkıma-çöküşe yönelen söylemlerin usulca uzaklara çekilip; hiç ah’a of’a kapılmadan giderek flulaşmasına şaşmamalı.

Sayılarla aralarının hoş olmasını; toplamaları-çarpmaları-eksiltmeleri önemsediklerini kim nasıl iddia edebilir. Skorlar, zaman eşikleri-aşımları, hız güzellemeleri, niceliğe-yaşlılığa dair ayrıntılar böylesi okurların öveceği türden şeyler değildir. İçlerinde kendiliğinden öyle bir hassasiyet gelişmiştir ki bu tarz çabalara gerek kalmaz. Keskin bakış yerini bulduğunda matematik çözünüverir. Yok yok, lafları gediğine oturtmakla, usta nişancı olmakla vb. ilgili değil burada kastedilen; olsa olsa kuşun o tek tüyü rüzgârda kopup süzülmeye başladığında değişen dengenin duyumsanması. Gibi bir şey.

Saymayı geçersiz kılan kaynaşmalara yöneliyor zihnim-kalbim; gövdem içten dışa, dıştan içe akıp duran müziğe kapıldığından olsa gerek, ahengin-ahenksizliğin takibinde kendi atışlarını saymaz hale geliyor. Bu bağlamda ancak rastlantıdaki büyülenişe benzer rakamsal tesadüflerle güler yüzlerimiz. Rakamın kendisi artık sözcüğe dönüştüğünde: Yazıya doğduğunda.

III.

Hikâyelerin belirmesi ya da bizi kendilerine doğru çekmeleri sadece bir kaçıp kurtulma, bulutsu hayallere kapılma, kendini kaybetme hamlesi olsaydı bunlar üzerine söz söylemek gelmeyecekti içimizden. O zaman şuursuzca geçip giderdik bağlantısız-bağlamsız sözcükler arasından. Hezeyan çukurlarına düşerdik. Mutlaka bataklık çıkardı karşımıza, ayak bastığımız yerler hepten tuzak olurdu bize. Kâbus biriktirirdik gözeneklerimizde. Hasat toplayamamışların boynu büküklüğünü taşırdık gövdelerimizde. (O beden dili dedikleri de kitap olsa gerek ya, neyse, o apayrı bir mesele.) Oysa okuyuşla her an doğup-serpilip-yayılan ve tamamen o karşılaşma ân’ına özgü biricik yaratımla dolup taşıyoruz.

Kastedilmemiş, belki bazı katmanları yazarına bile saklı kalmış anlamların sahnesindeyiz. Sonsuzca ihtimalin yepyeni, capcanlı tezahürü. Bakış açılarını, duygu yoğunluklarını, duyusal alandan taşanları yoğurmak üzere olan biri var. Hazır işlemeye. İşlenmeye. Görüyorum, orada; ifadeye gelmez bir jest; içeride dekoru yerinden oynatan titreşim. Nerede, ne zaman dışavurulacağı çoğunlukla meçhul. Yaratıcı alanın enlemini boylamını değiştirmeye varacak o sessiz hamlede sanata dönüşmemiş olanların biraradalığı da okunur.

IV.

Sıradışı ve bir o kadar bereketli karşılaşma ihtimalleri üzerinde durmakta fayda var o halde. Geçiştirilip üstlerinin örtülmesinin nelere yol açacağını düşünürsek…..… Bir yazar için yazılamadan kalmış bir kitabın yaratacağı hüzne benzetilebilir bu ya da ifade bulamadığından öznesini felce uğratmış bazı sözlerin tahribatına.

Yaşantı kendi içine kapandığında tüm olası kurgular öylece, ücralara tıkıştırılmış, ağızları bağlanmış, kudretleri ellerinden alınarak küflenmeye bırakılmış, hareketsiz-kıpırtısız-atalet içinde kalakalırlar. Muhtemelen o esnada kendi aralarında bir çürüme meseli yazmakla meşguldürler. Bu da farkına varılmasa da pek yakında ferahlığı tıkayan mendebur etmenlere eklenecektir. Oysa herkes farkındadır: Dekadans üretiminden hayır geldiği pek görülmemiştir. Muhataplarının, kendilerine ve hayatın seyrine hiç yakışmayan bu senaryodan bir an evvel firar etmeleri şarttır. Bir yol bulup filizlenmeleri, gözlerden-gönüllerden ırak kalmamaları gerektiğini kendilerine kesin bir dille buyurmalılar. Uyanışın şafağı budur. Ne de olsa doğal yönelimlerin şaşmaz kurgusu gözümüzün önünde tekrar eder: Günebakan senfonisi.

Böyle de başlayabilir değil mi bir kitap: Yazılmaya ve okunmaya. Coşku işte böyle şişiriyor hemen yelkenleri. Bakın. Simya böyledir. Okurla yazarın bakışması metrukluğun izini çoktan sildi bile.

Yorum yapın