Nitelikli bir tarihi roman: Bozkırın Efendisi | Serkan Parlak

Kasım 2, 2021

Nitelikli bir tarihi roman: Bozkırın Efendisi | Serkan Parlak

İndirimli olarak satın almak için>>>

MS 627 yılında Türklerin yaşadığı Orta Asya bozkırlarında eşi benzeri görülmemiş ağır bir kış, peşi sıra da kıtlık, açlık ve hastalıklar olmuş; binlerce insan ölmüştür. Göktürk kağanı İl Kağan vezirlerin etkisinde kalıp halkına karşı töreye uymayan sert ve acımasız öğütler uygular. MS 630’da Çin İmparatoru T’ai-tsung Türk kökenli bazı boyları da kendisine bağlayarak harekete geçer. Göktürkler hazırlıksız yakalanır, on bin Türk Yin Dağları’nda öldürülür, kağan kaçar. Elli binden fazla Türk de esir alınır. T’ung-kuan kalesinin koruduğu Yin-ch’uan şehri, İpek Yolu kervanlarının Çin’e giriş yaptığı son güvenlikli şehirdir.  Doğu Göktürk devletine ağır bir darbe vuran General Li Ching, hayatta kalabilen birkaç yüz çadırlık Göktürk ahalisini bu şehrin surları içine yerleştirmiş, şehre alınan Türkler imparatorluk emriyle Çinlileştirilmeye çalışılmıştır. 

İmparator danışmanları aracılığıyla derebeyine, hakimiyeti altındaki bölgelerde vergilerin üç katına çıkarılmasını, Rit nizamı denen idari sistemin uygulanmasını ve kaleye kendi adını taşıyan bir manastır inşa edilmesi isteklerini iletir. Ticari yollar güvenliyken ve vergiler düzenli toplanırken ortaya çıkan bu istekler derebeyinin canını sıkar. Düzen bozulacaktır sonuçta. Ayrıca kendisi de bir güç odağıdır. Derebeyinin gücü kıymetli zırhları, kimsenin elinde olmayan maden ocakları, demir yatakları, köleleri, savaş arabaları ve eşsiz demir oklarından gelmektedir. Kale derebeyi Kara Hiuan; Türk mitolojisine göre kötülük timsali Kurday Kuş, kızı Prenses Orbay, yardımcısı Cüce Yang-Li ve kendilerini koruyan asker kafilesiyle birlikte Çin İmparatoru’nun istediği manastıra yer belirlemek için kaleyi gezmeye çıkarlar. Çince konuşmayı reddeden ve şehrin su sorununu çözmek için açılan kanallarda çalışan Türk kölelerin bulunduğu yere geldiklerinde Kurday Kuş birden huzursuzlanarak Şaman Argıl’a saldırır ve sağ gözünü çıkarır. O da aslında çektiği acıyı daha dayanılır kılmak için kürekkemiği falına bakarak romanın olay örgüsünü ve temel çatışma noktalarını oluşturan kehaneti söyler: “Altaylar’ın eteklerinde, güneyde /Kara kıl çadırda bir bebek doğacak/Kara kuş çocuğa işaret koyacak/Sizin istediğiniz onda/Onun istediği sizde olacak/Bozkırın askerleri/Karıncalar gibi tırmanacaklar surlardan yukarı/Burçlardan aşağı kanlar akacak.”

Romanın başkahramanı Aybars, töreye göre evlendirildiği Çinlilerce öldürülen ağabeyinin eşini bir yaşındaki oğluyla bırakmış, Çin kökenli Tarduş boyundan âşık olduğu Toyan kadınla evlenmiş ve bu yüzden Aşina obasından dışlanmıştır. Altay dağlarının eteklerinde Ak Kartal’ıyla avcılık yaparak hayatını sürdürür. Ancak Kara-Hiuan’ın casusları boş durmaz, Tarduş valisi Er Samır’ı adamlarıyla Aybars’ın çadırına yollar. Eşini ve kızlarını esir alırlar. Ailesi ve iyi bir yaşam karşılığında, o dönem bütün obaların lideri konumunda bulunan Aşina obası hanı Beyrek Alp’in boynunda asılı olan kutsal Yada Yaşı’nı alıp valiye teslim etmesi gerekmektedir. Derebeyi bu sayede kehaneti bozmayı hedeflemektedir aslında. Yöneticilerin yanında yerleştirilen Tarduş kölesiyle haberleşmesi için Aybars’a üç tane güvercin verilir. O da obanın kıyısına yerleşir. Kaledeki öteki şaman Cu-Şu kalenin sarnıç bekçisi Kambur Karsak’ın da yardımıyla yüzerek dışarı çıkmayı başarır. Kehaneti Aşina boyunda yaymakta kararlıdır, çünkü Çinlilere karşı en güvenilir oba orasıdır. Kaleden çıkıp günlerce yol gittikten sonra açlıktan ölmek, kurtlarca parçalanmak üzereyken Aybars tarafından kurtarılır. Sonunda buluşurlar. Tam da o günlerde Aybars’ın oğlu Teko Alp’in eşi Dolunay Kadın depremle birlikte bir oğlan çocuğu dünyaya getirir.

Elli iki bölümden oluşan ve her bölümün başlığı o bölümün teması hakkında ipuçları veren bir atasözünden oluşan nitelikli bir tarihi roman var elimizde. Dil günlük konuşma dili, gereksiz tekrarlar ve yabancı kökenli kelimeler yok ancak yazar gerekli gördüğü yerlerde Türk Mitolojisi’ne özgü terimlerle ilgili ek bilgiler vermeyi ihmal etmiyor. Romanın sonundaki kaynakça ise yazarın ne denli özenli ve emek yoğun bir araştırma sonucunda bu metni kurguladığını göstermesi bakımından çok önemli. Özellikle çatışma noktalarının uyandırdığı merak duygusunu sürekli canlı tutmasıyla, eylem ve betimlemelerin beslediği sinematografik anlatımıyla dikkat çekiyor. Kehanet gerçekleşecek mi? Nasıl gerçekleşecek?

Metinde iyi Türkler kötü Çinliler yapaylığı olmadığı gibi neden-sonuç ilişkileri doğrultusunda ortaya çıkan değişimlerin ekonomik alt yapısı da dikkatli bir okurun gözünden kaçmayacaktır. Şöyle ki devamlı şiddet olamaz, Türkler ve Çinliler sürekli savaşamaz. Sermaye akışı için belli dönemlerde savaşın bitmesi gerekir.  İpekli kumaşlar, mücevher ve takılar; tilki kürkleri, soylu atlar ve koyunlarla takas edilmeli ya da bunlar vergi olarak feodal beyin elinde toplanmalıdır. Üretim biçimi içindeki efendiler yani bir tarafta Çinli derebeyleri öteki tarafta Türk obalarının hanları hakimiyet ilişkilerini pekiştirerek üretim birimleri arasındaki ilişkilerle (askerler, çiftçiler, avcılar) hakimiyetlerinin devamını sağlamak amacıyla sistemin yeniden üremesine çalışır. Hakim sınıflar doğa ile mücadelede yeni bir aşamaya geçerler. Şiddetli çelişkiler feodal beylerin birbirileriyle çatışmaları şeklinde görünür olur. Belli dönemlerde şenlikler yapılır, şiddet içermeyen gösteriler, oyunlar olur.( Türk obalarının bir araya gelerek temsilci ve merkez obayı seçmesi, güç gösterilerine dönük yarışmalar yapılması…) Çelişkiler birleşir ve merkezileşirler.

Bozkırın Efendisi, yaklaşık altı yüz sayfalık hacimli bir metin olmasına rağmen tempolu kurgusuyla bir solukta okunup bitiriliyor. Bu durum atmosfer oluşumunu geri plana atıyor. Romanın sonlarına doğru, kalenin Türk boyları tarafından alındığı bölümlerin hızla geçilmesi ise yazarın artık romanı artık sonlandırmak isteğinden kaynaklanıyor gibi görünüyor.

Tarih bir kurgudur, özellikle başlangıç dönemlerine ait kaynaklar çok sınırlıdır. Bozkırın Efendisi, bütün bu handikaplara karşılık roman türünün temel gereklerinin hakkını vererek ele aldığı tarihsel süreci özgün biçimde yeniden üretmeyi başarıyor.

Serkan Parlak – edebiyathaber.net 

Yorum yapın