Metin sustuğunda ne konuşur? | Gamze Haklı Geray

Haziran 3, 2025

Metin sustuğunda ne konuşur? | Gamze Haklı Geray

Bazı metinler buz gibi bir derede irkildiğinizi hissettirir. Girdabına kapılır insan. Ve biz okurlar akışın içinde kaybolmayı seçeriz. Sular kimi zaman durgun ve berrak, kimi zamansa coşkun çağlayanlarla görünmeyen derin akıntılarla dolu. Edebiyatın debisi, anlatının akış hızı, yoğunluğu ve yönü okurun metinle kurduğu ilişkinin doğasını belirler sanki. Artık böyle metinlere daha az rastlıyorum. Rastladığımda mutluluktan yerimde duramıyorum. Sanırım aynı nedenle dönüp dolaşıp geçmişte beni kendimden geçiren kitaplara yaslanıyorum. Onlara bağlılığım yüksek. Nostaljik kütüphanemi karıştırdığımda mazisi eski ne çok kitaba ev sahipliği yaptığını fark ediyorum. Benimle beraber dağlar, tepeler, denizler aştılar ne de olsa. Yayınevlerinin bir kısmının yerinde yeller esmekte. Bazılarından çok kitap satın almışım zamanında, çantalar dolusu. Hatta sırf isimleri kapakları hoşuma gittiği için aynı sahaftan farkında olmadan iki kez aldıklarım var. Kütüphanemdeki varlıklarını muhtemelen unuttuklarım bunlar. Erken bunama olmasın sakın deyip gülümseyerek raflara yan yana dizdiğimi anımsıyorum.

Samimi ve gerçek edebiyatı önceliklendiren yazar ve okurların dönemi geride mi kaldı acaba diye merak ediyorum. Gerçi herkes önemsediğini ima ediyor. Yoksa geride kalan ben miyim? Okuma yazmayı Ayşegül ve Cin Ali serisiyle öğrenen o neslin kalıntısıyım ne de olsa. Performans sanatlarıyla hemhâl oluşum Şebnem bebekleri teker teker giydirmekle başladı. 70’ler ve 80’lerde renkli giysileriyle her sayfada başka bir hayale açılan kâğıt bebekler başımızın tacıydı. Günlük kıyafetler, balo elbiseleri, gelinlikler, plaj giysileri omuzlara küçük kâğıt kulakçıklarla tutturulur, karakterler kılıktan kılığa girerlerdi. Ne bilgisayar ekranlarının ışığı ne plastik oyuncakların parlaklığı Şebnem bebeklerin büyüsünü belleğimden silemedi. Hayal gücünün makasla şekillendiği dönemlerin kıpırtısız kahramanlarıydılar.

 Kurguladığımız metinler doğaçlamaydı. Oyunun kuralı yoktu, sadece akışa teslim olmak yeterdi. Sayfada çizgiler, kenarlarda beyaz boşluklarla izler. Kesilen elbiseleri biriktirir, dosyalardık. Parçalar zamanla yıpranır, kulakçıkları kopar, hatta yanlışlıkla çöp olurdu. Kâğıt bedenlerde can bulan hikâyeler kalıcı anlatılara dönüşmese de her biri ifadenin en saf hâli olarak kaldılar. Yaratıcı yazarlıkta ilk okulum bu süreç sanırım. Yazar da kâğıt bebek giydirir gibi karakterlere hayat verir, konuşturur. Yazmak boş sahnede sesini bulan hikâyelerle, kelimelerle hayatı yeniden kurmaktır belki de. Metinler kâğıt elbiseler gibi çöpe giderler bazen. Cümlelerin çöp olmaması gerektiğine inanıyorum.  Hiç bir kelimeyi kaldırıp atamıyorum. Yeniden işlenebilir, dönüştürülebilir, başka bağlamda küllerinden yeniden doğabilirler. Yoksa bana mı öyle geliyor hiç bilmiyorum.

“Zamanlar kötü, çocuklar artık ebeveynlerine itaat etmiyor ve herkes bir kitap yazıyor.”  demiş, Çiçero. Tarihin tekrarlandığından haberdar. Edebiyat adı anılmadan yaşar, duyana cömert, kulak vermeyene kayıtsız. Belki de o kadar yüksek sesle terennüm etmemek gerekir. Kelimeler sessizce akar insanın içinden, uğultusuz ama sarsıcı, çağrışımlı. Sadece nehrin sesiyle değil, derinliğiyle konuşur. Her çağda kendi yatağında ilerler, kimi zaman kurumuş gibidir ama dipten hep sürer. Görünmeyeni, dile gelmeyeni, hatta unutulanı usulca dile getirir. Bugün edebiyatın debisi en sessiz olanların kaleminde. Susarak yazanlarla kalabalıklar içinde bakışlarıyla anlaşanlar. Yazdıkları görünmez ama ana toprağı bereketiyle kucaklar, bir gün beklenmedik çatlaklardan fışkırır. Epiktetüs “sadece kitap okuduğunuzu ifade etmeyin. Onlar aracılığıyla daha iyi düşünmeyi öğrendiğinizi gösterin” diye boşuna söylememiş. Bizi düşündürmüyor, hissettirmiyor, geliştirmiyor, mutlu etmiyor hatta eğlendirmiyorsa okumanın ne anlamı var? Sırma Köksal Okuma’nın Hallerinde Baudelaire’in bir mektubundan bahseder. “Ruhun içli devinimlerine, imgelemin dalgalanmalarına, bilincin çarpıntılarına uyanacak kadar çevik ve çelişken bir düzyazı mucizesini hangimiz düşlemedik ki?” diye sorar, Baudelaire mektupta. Muazzam bir soru.

Alberto Manguel Geceleyin Kütüphane’de aydınlık zamanlarda başkalarının hayal ettiklerini okuduğumuzdan, karanlık çökünce kendi öykülerimizi yarattığımızdan söz eder. Hayal ürünü kitaplardan oluşan kütüphanelerin bize büyük haz verdiğini dile getirir. Manguel’e göre sadece üretmenin keyfini yaşarız. Maryanne Wolf’un pasajlarında sinirbilimin edebiyatla bağı ve etkileşimi açıkça hissedilir. Okuduklarımızın değil, nasıl okuduğumuzun da bizi biçimlendirdiğini anlatır. Araştırmalarında kendisini bile rahatsız eden basit bir sonuca ulaştığını öğreniriz. “Biz insanlar asla okumak için doğmadık.”

Ama ben okudukça kim olduğumu daha iyi anlarım. Okuma eylemi zihnimizde bağlama oturmaz, eleştirel düşünceyle birleşmezse bir süre sonra silinir ve kaybolur gider. Akıl zaten bağ demek. Yaşla değişmeyen eski bir kuralı “kullan ya da kaybet” prensibini anımsar insan.

Lafcadio Hearn, Edebiyat Üzerine Dersler’inde bir metin okudum diye görüş belirtenlerin sayısına rağmen metin üzerine söylenmeye değer tek bir özgün düşüncenin nadiren ortaya çıktığını belirtir. Gerçek okuma yalnızca satırları gözden geçirmek değil, metnin özüne, kalbine, can damarına inmek, anlamın derinlerine dalmak, onu yeniden şekillendirmektir. Aksi hâlde okur çok ama okuyan yoktur belki de. Bir kitap, yazarın zihninin yansımasından fazlası olamaz, değeri, ya neyin düşünüldüğünde, ya da nasıl düşünüldüğündedir, diyen Schopenhauer’a kadar uzanırız.

Yine eski yazarlarıma örneğin Tahsin Yücel’e dönerim. Söz yazınsal bağlamda kullanıldığında çok tüketilmiş ya da en sıradan ifadeler bile bambaşka anlamlarla işlev kazanabilir. Bu dönüşümü, içinde yer aldıkları yapıtın diğer öğeleriyle kurdukları ilişkilere borçludurlar. Yücel’e göre gündelik yaşamın kalıplarıyla edebi yapıtlarınki birbirinden farklıdır. Yaşamın sıradanlığına karşı estetik dönüşüm alanı sunarlar.

Kaynaklar

Köksal, Sırma. Okumanın Halleri. Metis Edebiyat, 2003.

Manguel, Alberto. Geceleyin Kütüphane. Çeviren Dilek Şendil, 6. baskı, Yapı Kredi Yayınları, 2025.

Hearn, Lafcadio. Okuma Üzerine Edebiyat Dersleri. Çeviren Fırat Çakkalkurt, Çınar Yayınları, 2020.

Yücel, Tahsin. Yazının Sınırları. Adam Yayınları, 1982.

edebiyathaber.net (3 Haziran 2025)

Yorum yapın