Melek Gibi bir ayrılık | Can Onur

Aralık 30, 2020

Melek Gibi bir ayrılık | Can Onur

Melek Gibi Bir Şey, Umut Dağıstan’ın üçüncü romanı. Fırtınaların kopmadığı, sessiz bir ayrılık hikayesi anlatılıyor metinde. Belki de bu yüzden, ortada kırıp dökmeden yaşanılan bir ayrılık olduğundan okuyucuyu daha fazla etkiliyor. Üstelik karakterler genç. Birliktelik kısa süren bir birliktelik. Buna rağmen taşımakta zorlandıkları yoğun bir yük var genç karakterlerin omuzunda.

Umut Dağıstan, genç karakterleri seçerek sadece bir ayrılık hikayesi anlatmamış, aynı zamanda onların anlam arayışını ve bu arayışta kurtulamadıkları beyhudelik duygusunu da vermiş. Ana karakterler hayata karşı edebiyat zırhını kuşanıyorlar. Ancak bunun onları kurtardığını söylemek güç. Romanın erkek kahramanı Güney bir şair. Karısı Melek ise roman yazan bir Araştırma Görevlisi. İkisi de bir anlamda, Melek’in birinci bölümün sonunda dediği gibi, yalnızlıklarını bir başka insanda arıyorlar.

Kapıyı açarken Güney, Melek onun elini tutup, “Biliyor musun?” dedi, “Yalnızlığın aranmayacağı tek yer, bir başka insandır.”

Melek o gece defterine, yalnızlığa alışmak, her zaman kendine alışmak değildir, diye yazacaktı.

Burada hemen romanın biçimsel yönü üzerine bir şeyler söylemek isterim. Yazılan hikayeler her şeyden önce bir formdur ve elbette bir metin biçimden bağımsız düşünülemez. Öyle ki içeriğin sunuş biçimi diyalektik bir etkileşim gösterir. Biçim içeriği belirlerken, içerik de biçimi dönüştürür. Bu estetik etkileşim romanın sağlam bir zemin üstünde yükselmeye başladığı dönemlerden itibaren tartışılan konulardandır. Bu noktada Melek Gibi Bir Şey romanı da hem biçimi hem de bu biçimden doğan hikâyeye koşut üslubuyla farklı bir roman. Kısa ve ritmik bölümlerle ilerliyor. Anlatmak istediği an’a ve duruma odaklanıyor. Bu yönüyle klasik bir romandan farklı. Hikâyede dramatik kırılmalar olmasa da seçilen anlatım biçimiyle roman dinamik bir yapı kazanmış. Kısa bölümler kendi içinde de fragmanlara ayrılmış. Bazen bir bölümde birden fazla bakış açısı koşut anlatılıyor. Ancak bu durum okuyucu açısından bir karışıklık doğurmadığı gibi, tam tersine sahnelerin daha iyi içselleştirilmesini sağlıyor. Metinde Puşkin’den Dali’ye, Schopenhauer’dan Tanpınar’a kadar birçok metne ve sanat eserine gönderme var. Görece kısa bir metin söz konusu olduğundan bu kadar çok gönderme başta riskli dursa da, yazar bunları metne yedirmeyi başarmış. Özellikle Puşkin’in trajik hikayesi metne farklı bir boyut açıyor.

Roman, Güney’in barda yalnız başına oturduğu bir sahneyle başlıyor ve sadece birkaç saati anlatıyor. Hikâye geri dönüşlerle ilerliyor ve eve gitmeyi geciktiren şair karakterin neden eve gitmek istemediğini anlıyoruz. Güney barda zihinsel olarak eve dönmeye hazırlanırken, Melek’in yazdığı romandaki erkek kahraman ise evden gitmeye hazırlanmakta. Melek’in sembolizm yüklü romanı bir noktada ana hikâyeye karışmakta. Ama bunu yaparken bile metin odağını kaybetmiyor. O kadar ki, yan karakterler sadece anlatıya hizmet etmek için varlar. Güney’in ve Melek’in penceresi dışında onların ne düşündüklerini bilmiyoruz. Yukarıda bahsettiğim biçim ve üslup tam olarak bu işlevi görüyor zaten.

Hikâye boyunca Güney’in bir değişim geçirdiğini düşünsek de, belki de asıl değişimi yaşayan Melek. Kendi adıma hikâyede bir yerden sonra Güney’in sevimsizleştiğini ve hiçbir zaman mutlu olmayacak bir karakter olduğunu düşünmeye başladım. Güney’in yaşadığı gel-git sadece bir şair tıkanması değil, aynı zamanda belki de bir hayat tıkanması olarak da okunabilir. Bu noktada Güney’in probleminin sadece yazmak ya da evlilik olmadığını, daha makro bir sorunsal olduğunu düşünmeden edemiyor insan. Genç bir şairin muhtemelen kendi kendine yarattığı bir çıkışsızlık. Bu çözümsüzlük onun hapishanesi gibi. Melek ise bu hapishaneye girmeyi reddediyor.  

Umut Dağıstan, her şeyi anlatmayan ve gücünü boşluklardan alan bir roman koyuyor okuyucunun önüne. Bunu yaparak da okuyucuya, sana ve edebiyat anlayışına güveniyorum, diyor. Melek Gibi Bir Şey okuyucuya yukarıdan bakan, onu çocuk yerine koyan, öğretmen edasında bir metin değil. Okuyana saygı duyduğu için, aynı saygıyı kendisi de hak ediyor.

edebiyathaber.net (30 Aralık 2020)

Yorum yapın