Mavi Kumru Moteli’ndeki memleket | Selma Sayar

Ağustos 10, 2016

Mavi Kumru Moteli’ndeki memleket | Selma Sayar

sema-kaygusuzÇevremdeki kitapsever arkadaşların önerileri, hakkında okuduğum yorumlar, Yunus Nadi Roman Ödülü’nü kazandığı haberi ve Sema Kaygusuz’un adı; bunların bir araya gelmesi, Barbarın Kahkahası’nı okumak için bir heves, bir heyecan yarattı. Böyle yüksek beklentiyle bir kitaba başlamak, elbette hayal kırıklı yaşamak riskine de neden oluyor. Ama daha ilk sayfalarda felsefesi, meselesi ve adı gibi ilginç konusu olan kitap okumanın sevincini hissetmeye başladım.

Aklımdaki ilk soru yabanlığın, vahşiliğin, barbarlığın kahkaha ile nasıl bir ilişkisi olabilirdi; mutluluk ve neşe anlamına gelen bir “kahkaha” mı bu yoksa alaylı bir “kahkaha” mı? Sonunda anladım ki buradaki “barbar” gülünç bir şekilde uygar olarak geçinen bizlerin ta kendisi, nitekim atılan “kahkaha” da durumun trajikomikliğini yansıtıyor.

Kirletmek, kirlenmen, temiz kalmak

Olaylar bir motel olan Mavi Kumru’da geçer. Motelin müşterilerinden Turgay’ın, gecenin bir yarısında, denize doğru yönelip işemesi ve motelin okey takımı Serpil, Gülenay, Aysu ve Dilek’in bu olaya tanık olması, ertesi gün Dilek’in kocasına olayı anlatmasıyla Faruk’un Turgay’a saldırması, motelin diğer müşterilerinin olaya müdahil olması ve olayların büyümesi üzerine Faruk ve eşi Dilek’in otelden ayrılmasıyla olaylar durulur. Ancak kısa bir süre sonra “çiş hadisesi” farklı bir boyut kazanarak tekrar motelin gündemine gelir. Çünkü motelin farklı yerlerinde çarşaflar, havlular ve minderler sidikle bulanınca, olay daha da çirkinleştirilir, farklı şüpheliler aranmaya başlanır. Bu, motelin bütün müşterilerinin zan altında kalması demektir.

Barbarın Kahkahası, basit denebilecek bir olaydan hareketle, toplumsal kırılma noktalarına doğru bir yolculuğa çıkarıyor bizi. Toplumun belirli kesimlerinden tipleri bir araya getirerek motelin pisletilişiyle ilgili kafamızda bazı sorgulamalar yaratıyor: Böylesi kirlenmiş bir ortamda, kendilerini sorumlu tutmayanlar ne kadar temiz? Ve bu kirlenişe bir sorumlu aranacaksa, herkesin önce kendisine yönelmesi gerekmez mi? Belki de en önemlisi, pis bir ortamda temiz kalmanın yolu, görmezden gelmek midir, aldırmamak mıdır? Bu sorular bizi Türkiye’nin yeterince hesaplaşamadığı acı geçmişine götürür mü? Aslında sadece bu ülkenin değil, dünyanın neresinde bir haksızlık yapıldı/yapılıyor ise bizi oraya taşır. Bu bağlamda birçok kahraman gündelik yaşamın dertleriyle giriyor olsa da romanın içine ( Ozan, Melih, İsmail, üç kuşak tatile çıkmış yapışık aile, Ferhan, Simin, Selçuk, Alikar, Eda ve Ufuk) bu bireyler aslında büyük bir ülke profili oluşturuyor yaşadıklarıyla.

barbarin-kahkahasi-Front-1Yazar buradan hareketle ironik bir duruma da işaret ediyor. Şöyle ki: Kokusunu alamadıkları bütün felaketler, bir fotoğraf ya da televizyon ekranında çerçevelenmiş bütün açık yaralar, iç içe çerçeveler içinde bir çerçeveyle sınırlıydı. Orada acılar kötü kokmuyor, bellekte iz bırakmıyordu. Oysa bu kez, içi sünger kırpığı dolu yer minderlerinden yükselen ağır idrar kokusunu soludukça, minderler esas anlamını kaybediyor, böylece çok fena hassaslaşıyor, pek kötü kırılganlaşıyordu tatilciler.” Her geçen gün dünyada bunca acıya, katliama, barbarlığa göz yumulurken, neden “çişli” birkaç mindere bu denli tepki gösteriliyordu?

Yanıt çok basit: Kendimizle ilgili olmayan, ucu bize dokunmayan her şeyi görmezden geliyoruz. Suriye’de iç savaş var, Afrika’nın bilmem hangi ülkesinde çocuklar hastalıktan kırılmış, mülteciler Avrupa’ya gitmek için ölüm kalım savaşı veriyor, küçücük bedenler hayatın bütün yüküyle kıyıya vurmuş, memleketin bir şehrinde barışı haykırmaya gidenlere gaz sıkılmış, bomba patlamış… Evimizde son model televizyonumuzun karşısında oturmuş, çekirdek çitlerken, bir yarışmadan elenen yarışmacıların üzüntüsünü daha derin hissediyoruz içimizde. Dünyanın sorunlarıyla kafa patlatmak yerine, bizi rahatsız etmeyen ve hoş zaman geçirmeye yarayan olaylarla ilgilenmek daha çok işimize geliyor. Ama ne zaman olayların ucu bir şekliyle bize dokunuyor, o zaman kıyameti kopartıyoruz. Bir anda motelde yaşanan olay gibi herkes şüpheli olabiliyor. “Çişli minderler” de rahatsızlık veriyor.

Kaçmak ama kurtulamamak

Kaygusuz, “Sıradan bir olumsuzluğu büyük acılardan kalan deyişlerle anlatırsan, asıl keder görünmez hale gelir.” diyerek nasıl trajik bir baloncuğun içine kendimizi hapsettiğimizi gösteriyor. Motelin müşterilerinden Serpil Hanım gibi, bir lokantada sabırsızca otururken yemeğin beş on dakika gecikmesi üzerine “Açlıktan öleceğim, nerede kaldı bu yemek!” dediğimizde, gerçekten açlıktan ölmenin ne olduğunu bilmediğimizi dile getirmiş oluruz. En basit olaylar karşısında ümidimizi kaybedip “çok çaresizim” demek çaresizliğin nasıl bir ıstırap olduğu konusunda fikrimizin olmadığını, çaresizliği bizim uydurduğumuzu görmek açısından ne acı!

Gözümüzün önündeki gelişmeleri görmüyor, dünyada yankılanan sorunları duymuyoruz. Çünkü görmeyi ve duymayı göze alamıyoruz; farkında olmanın bizi zorlayacağı tavır alma durumundan kaçıyoruz. Bu çağrışımlara neden olduğu için, Barbarın Kahkası’nda olup bitenler, sadece küçük bir motelde yaşananlar olma durumunu aşıyor; panoramik bir fotoğraf karesine dönüşerek gerçeklerden kaçan insanı, duyarsızlıkları, bilmememe tercihlerini, acı verici kahkaha ile gülünecek insanlık hallerini gözler önüne seriyor.

Sema Kaygusuz’un romanı okununca bitmiyor. Bekliyorsunuz arkasından bir şeyler daha gelecek mi acaba? Sarsılıyorsunuz, irkiliyorsunuz, başınızı alıp bir dağ başına gidesiniz geliyor. Ama hayattan daha fazla kaçmanın çözüm olmadığını da görüyorsunuz. Romandaki her bir kahramanın – zira bir başkahramandan söz edemeyiz kitapta, her bir karakter aynı yoğunlukta işlenmiş.- yaşadıklarını yüreğinizde hissediyorsunuz. Kitapta üstesinden gelemediğimiz ama toplumsal hayatta sürekli karşılaştığımız, sürekli görmezden geldiğimiz pek çok mesele var çünkü: Ensest, tecavüz, homofobi, katliam, kıyım, göç.

Selma Sayar – edebiyathaber.net (10 Ağustos 2016)

Yorum yapın