Lokman Kurucu’dan “.N/SEST”: Emanet tendeki çürümeye vuruşlar | Hüseyin Peker

Mart 22, 2022

Lokman Kurucu’dan “.N/SEST”: Emanet tendeki çürümeye vuruşlar | Hüseyin Peker

“Aleladelikten asla kopma, bu seni şiire götüren yoldur, bir görev adamı gibi kendini programa bağlayan şaşkın, Bütün kutu’nun parmaklıkları arasında sıkışır” der “Parçalı Ham” yapıtının ‘Taşıyıcı Monolog’unda Ahmet Güntan. Sanki ne demek istemiştir? Tıpkı Ece Ayhan’da olduğu gibi:  ‘Annesinden, evet, bir gümüş ve büyükçe bir makas istiyor / Karşı karşıya kaldığımız yeni kötülükler hiç de ütülenmesin”  Ece Ayhan, 1991 de ilk basımı yapılan “Çanakkaleli Melahat’a İki El Mektup”  eserinde Lokman Kurucu’nun son yapıtı “.N/SEST”teki şiirlerine benzer koşular düzenlemiştir. Bunun adı esin değildir. Ayrıksı koşunun haklı neferleridir hepsi. Yakın yokuşlarda koşmayı denemezler. Onların aştıkları tuğlaların benzeri yoktur. Necmi Zeka’da öyle değil miydi?  “Kaybettiği kumarları severdi, ama bildiği hiçbir kumarı kaybetmedi”  derken uçacağı yol sapağını ezberlemiş miydi dersiniz?  Bu konunun yanıtı biraz da Charles Baudelaire’den  beri saklı bizde:

“Ah, evet, üzerinde onca kafa yorduğum bu kitap bir hınç kitabı olacak. Kuşkusuz anneme ve üvey babama ilişkin hiçbir şey de içermeyecek. eğitimimi duygularımla düşüncelerimin nasıl biçimlendiğini anlatırken dünyaya ve gözde değerlerine nasıl yabancı kaldığımı açıklamak istiyorum hep. Küstahlık yeteneğimi bütün ülkeye karşı kullanacağım. Yorgun insanın banyo gereksinimi gibi, benim de öç almaya gereksinimim var çünkü.”   

Charles Baudelaire 1863 haziranında Paris’te “Apaçık Yüreğim, Özel Günceler”  yapıtında söylediği bu sözler, tıpkı lokman Kurucu için de geçerli bugün. Öç almak ya da öç alırcasına yazmak. Nefretin dillendirilmiş hali, çürüme  reçetesinde tek renk kuşak olmak ya da umudun yanan kedisi gibi görünmek. Hep Kurucu’nun ustalık edimi altında gösterdiği çizgiden kesitler. 

“her gün sen fahişe 

yarım bir meleksin diye

bağırdı

rüyamda annem”

Şimdi şu dört dizede zihin karıştırıcı edaya dikkat.  Fahişe’ye yarım melek nidası yapıştırmak. Neyi nesi olabilir sizce?  Kurucu sık yapıyor bunu. Adından anlayacağımız gibi, ‘Ensest’ çizgiler vurguluyor. Kan bağı kişiler arasında düşünülen yakınlıklar, ilişkiler çerçevesinde ele alacağımız bu ters düzen,  şiirine ana başlık oluyor şairin. İçinde döndürdüğü düzen de bunun iyi kötü birer parçası, hatta yöntem belirleyicisi:

anne öldürecek bir anne aradım

yarım kaldı bu yüzden anneliğim”

Kurucu’nun bu son dosyası bir baş dönmesi niteliğinde. ‘baba! ölemiyorum bak, bedenin durdukça üstümde” Tıpkı şiir adına koşturulan düzen, Roger Vadim’in ‘Kan ve Gül’  filmindeki düzenden kopma. İyinin kötüyü yendiği bir ortamdan seslenen, siyah maskeler takınmış şairin ağzından ‘masum değil hikayen’  tarzında dilimize dolanıyor. ‘altını değiştiriyorum baba’ derken şairin, bunları yenilik saydığı için birleştirmediği ortada. Kurucu’nun ”o masum kandır erkeği piç ve tanrı kılan”  diye ezberlettiği yaşamsal kuram, bir şiirsel tavır olarak da yinelenip çoğaltılıyor. “bıçağın olayım beni bölme” 

Dediğim gibi herşey bir korku filmi gibi dizayn edilmiş.

“bir kedim vardı küçücük

onu fareler öldürüp dilimlediğim

her gece peynirin üstüne kan sürüp

ciğer diye avuttuğum annesi gibi” 

Sevdiği erkekleri her gece öldürüp, derilerini yüzdükten sonra bağırsaklarını kurtlara yedirmeyi planlayan şair, belki bir dizesinde dediği gibi “kalbim kendisinin ortasında bir timsah atası;”dır. Ya da  ’emanet ten’, ‘akmayan nehrimden’ , hazırol’da sev’ gibi güzel ve beğenilecek buluşlara da yer veriyor. Kısaca Kurucu’yu biçimleyen ve tarz  haline dönüştüren şiddet ve öfke, hiddet duygusu tıpkı Marquis de Sade’da olana benzer, sadizm-mazohizm çığlıkları arasında  “orada üvey bir adam bağırsaklarımdan akıyor ağzıma döllerini kanatarak” dizesinde olduğu gibi çalkantılı bir yaşam seyrine dönüşebiliyor.

William S.Burroughs’un  17 mart 1997 tarihli günlüğündeki şu satırlara da bakarak bazı şeyler hatırlayabiliriz:

“Çıplaklıkla yaşamak çok güzel, kadınlar erkekler seks yapmadan, aynı yatakta pikapta Dies Irae ilahisiyle sadece sohbet ediyor, birbirlerine dokunuyorlar.”

Allen Ginsberg’in  4 ocak 1959 tarihli günlüğünden aldığım şu satırlar da gösteriyor ki;  Yeraltı edebiyatının izinden gitmek: bir yerde, hiç bir gelenek ve bağlanma duygusuna kapılmadan özgürlüğün gösterdiği her türlü çengele takılmadan yaşamak ve hissetmek anlamına geliyor. Kurucu’nun bu son yapıtındaki ses ve üfleme de özgür soluğun bir parçası gibi okunuyor: ” bitmiyor ses, en sesss”  

Bu arada Jack Kerouac gibi Burroughs, Ginsberg de Kurucu’nun yürüdüğü yeraltı edebiyatının onda hayranlık uyandığı birer parçasıdır.   Şairin ‘ölecek meni’ deyişindeki özgür alan, ‘belki başka bir imkanda, başka bir hikayede belki’  diyecek bir noktada bitirilmiş gözüküyor. Ama şair Lokman kurucu’nun yapacak daha çok işi var. Bakarsın bir gün onu Geleneksel şiire bakan çizgide kanat çırpar ya da tünemeye çalışır olarak görürüz. 

Gelecek ve zaman ona çalışıyor. 

Referans: Son Baba. Dante’nin ‘kanli bir ağzı var. yani öldürmeyi seviyor. Dante’yle beraber iş yapan düzgün bir tetikçi şöyle demişti:

-Derin derin nefes alıyor, salyaları akıyor. tüyleri diken diken oluyor.

ve güneş altında kalmış bir kancık gibi berbat bir koku yayıyor-  Bu koku ve görüntü insanın midesini bulandırıyor. Bir daha asla Dante ile işe çıkmayacağım, delinin teki bu herif” 

Bu Yeraltı edebiyatının ünlü temsilcisinin sözlerinde adı geçen Dante’nin ünlü Ortaçağ yazarı Dante mi, yoksa bir ayakçıya verdiği takma ad olarak mı kullandığı kesin değil?  Öyle ya da böyle yeraltında her şey mubahtır. Tıpkı Kurucu’nun şu dizelerindeki gibi:  

“bütün anneler ölsün, bütün kuşlar ölsün, bütün çocuklar ölsün, babalar tek kalsın dibim”  Bu sona takıştırılan ‘dibim’ kelimesinin getirdiği çağrışımlara kulp takmayacağım, belki de her şeyin sonunu ima etmiştir.

Lokman Kurucu’nun yeni kitabını önemli kılan özelliği söylemeyi sona sakladım. 

Türkiye’de hiçbir şairin yapmadığı bir şeyi denemiş. Hatta bunu üstünlük kıvamına sığdırmış. 

Cinsiyet ayrımını ortadan kaldırarak, erkeği kadını birleşik yapıda tasarlamış. Buna bir çeşit ‘hermafrodit’  bakış diyebilir miyiz? Kurucu ortadan cinsiyet ayrımını mı kaldırıyor? Dünya düzdür mü diyor?  Erkek kadın yoktur, bütün ayrı taraflarına rağmen hepsi aynı çamurdan mı yoğruldu demeye getiriyor.   ‘hala doğmadı annem, yok hala elleri’,  ya da ‘altını değiştireyim baba’

(Bu dizede babasını çocuk ve ergenlik arasına indirerek, cinsellikte kavram karmaşa yaratma edasında)  ‘yarım kaldı bu yüzden anneliğim’ (Bu dizede de, kendini kadın olarak annesiyle özdeşleştiriyor. Hepsi cinsel karmaşa adına kurulu bitişimler)

Şair ‘üç ses, seks işçisi, bir anne, bir transeksüel’ derken bu karıştırmayı bilhassa yapıyor. Çünkü yerine göre anne oluyor. Annesi baba oluyor. Bazen kadınla, melekle yer değiştiriyor. Bu mikserle karıştırır gibi yaratılmış cinsellik;  yerleştirilmiş, ayrı bir duyarlıktan kopma çalkantıların düze çıkmış halleri..

“çocuğu olacağım babamın

babamla çocuğu olacağım o adamın”

Cinsel ayrımları buluşturmanın, tek cinsiyete dönüştürmenin en güzel örneği olan yukarıdaki dizeler;  bence Lokman Kurucu’nun en başarılı saydığım alanı. Türünde görülmemiş bir örneğe dönüştüğü yerler. Bu yüzden bu şiirleri farklı yerden okumak ve ve bakmak gerek diye düşünüyorum.

Cinsel benzeşmeleri mikserle birbirine karıştırarak düzlüğe kavuşturma fikrinin son buluşmaları olan dizeler, merak uyandıran bir Lokman Kurucu kitabını müjdeliyor. 

edebiyathaber.net (22 Mart 2022)

Yorum yapın