Kırılgan sessizlikler: Küskünler öyküsünde iletişimsizlik ve barış üzerine bir düşünce | Şevval Tufan

Mayıs 23, 2025

Kırılgan sessizlikler: Küskünler öyküsünde iletişimsizlik ve barış üzerine bir düşünce | Şevval Tufan

İnsan, sözcüklerle var olur. Ama bazen en yakınımıza söylemek istediklerimiz, içimizde birikir, düğüm olur, suskunluğa dönüşür. Behçet Çelik’in Günışığı Kitaplığı tarafından yayımlanan yeni romanı Küskünler’deki Ferhat’ın hikâyesi, tam da bu suskunlukların ve gizlenmiş duyguların yarattığı görünmez mesafeleri anlatır bize. Parlak bir öğrenci olan Ferhat, sınıfta en çok Ali öğretmenin dersinde parlar. Ali öğretmenin varlığı, onun iç dünyasına dokunabilen nadir bir kapıdır; çünkü Ali öğretmen, yalnızca bilgi değil, duygu ve düşünceye de alan açar.

Bir gün, öğretmenler öğrencilerinden bir yazı ödevi ister. Bu, Ferhat için sıradan bir görev değildir; içindeki sessizliğe bir ses verme fırsatıdır. Yazısında, baba ve dedesinin uzun zamandır konuşmadığını, aralarındaki bağın kopuk olduğunu paylaşır. Bu satırları okuyan arkadaşları hem üzülür hem de harekete geçmek ister. Çünkü çoğu zaman başkalarının hikâyelerinde kendi eksiklerimizi, korkularımızı ya da umutlarımızı buluruz. Ferhat’ın suskunluğu, onların kalbinde yankı bulur.

Fakat asıl mesele yalnızca büyüklerin küslüğü değildir. Ferhat da bir arkadaşıyla küsmüştür. Bu küçük suskunluk, evin büyük sessizliğini yansıtır. O da konuşmakta zorlanır, kırılmış ama bunu tam da nasıl onaracağını bilemez. Bir akşam dedesiyle otururken, laf lafı açar. Ferhat, arkadaşıyla neden konuşmadığını anlatır. Dede sessizce dinler, sonra şunu söyler: “Küslük, bir yüktür evlat. Değer verdiğine küsersin. Kırıldığın kişi, aslında kalbine en yakın olandır.”

Dede, belki kendi suskunluğunun ağırlığını o an fark eder. Ferhat’ın kırgınlığı, onun içinde yıllardır taşınan başka bir yükü uyandırır. Çünkü bazen, çocuklar konuşmadan da büyüklere ayna tutar. Ferhat’ın cümleleri, dedesinin yıllardır bastırdığı duyguları yüzeye çıkarır. Ve böylece konuşmamanın ne büyük bir kayıp olduğunu bir kez daha hatırlar.

İletişimsizlik, yalnızca kelimelerin eksikliği değildir. Aynı zamanda duyguların bastırılması, kalbin sesine kulak verilmemesidir. İnsan, kırıldığını söylemediğinde, aslında kendi içindeki acıyı büyütür. Ferhat’ın hikâyesinde bu bastırılmışlık, nesilden nesile aktarılmış gibidir. Dede, duygularını oğluna söyleyememiştir. Baba, içindeki sitemi ifade edememiştir. Ferhat ise, onların sessizliğinin mirasçısı olmuştur. Ancak onun farkı, bu döngüyü kırmaya cesaret etmesidir.

Kitabın sonunda, kırgınlıklar konuşmaya, suskunluklar anlayışa dönüşür. Ferhat’ın cesareti, dedesiyle babasının yıllardır kuramadığı köprüyü kurar. Çünkü barışmak, yalnızca bir kelime söylemek değildir. Barışmak, karşıdakini gerçekten görmek, duymak ve olduğu hâliyle kabul etmektir.

Felsefi açıdan bakıldığında, bu öykü bize şunu hatırlatır: İnsan ilişkilerinde kopukluk, çoğu zaman bir yanlış anlaşılmanın, bir gururun ya da korkunun sonucudur. Konuşmamak, bazen en kolay ama en ağır yoldur. Oysa insan, sevdiğiyle konuşabildiği ölçüde iyileşir. Duygular bastırıldıkça taşlaşır; ama ifade buldukça hafifler.

Ferhat’ın hikâyesi, içsel bir barışın toplumsal barışa nasıl dönüşebileceğini gösterir. Ailede başlayan bir iletişim, kuşaklar arası bir anlayışa dönüşebilir. Bir çocuğun yazdığı yazı, yetişkinlerin dilsizliğini çözüp onları yeniden yan yana getirebilir. Ve bazen, en büyük adımlar küçük kalplerden gelir.

Yorum yapın