Kendi okurunu yaratan bir yazar olarak Barış Bıçakçı ve Sinek Isırıklarının Müellifi  | İlker Doğan

Temmuz 9, 2025

Kendi okurunu yaratan bir yazar olarak Barış Bıçakçı ve Sinek Isırıklarının Müellifi  | İlker Doğan

Kitapçıda çalışmanın en iyi taraflarından biri, zamanla ince bir edebiyat zevki geliştirmenizdir. Tabii günümüz şartlarında bu da şansa bağlıdır, zira çalıştığınız yer kitapçılığa bir “kültür-sanat hizmeti” olarak değil, alelade bir satış/ticaret işi olarak bakabilir, yani tamamen market mantığıyla çalışabilir. Böyle bir durumda A101’de yoğurt ve tereyağı satmakla kitapçıda kitap satmak aynı olur. Neyse ki ben bundan kendimi korudum. Alabileceğim kadar zevk aldım kitapçılıktan.

Barış Bıçakçı, bahsettiğim ince edebiyat zevkinin muhtemel halkalarından biridir. Çünkü yaşayan bir yazardır. Yaşayan yazarların, ölenlerin aksine, kitaplarını satmak için yeteneklerinden ve iyi pazarlamadan başka şansları yoktur, onların kitapları klasikleşmez, ders kitaplarında, müfredatta falan anlatılmaz, özel okullar tarafından aldırılmaz. Onları sadece okurları meşhur edebilir.

Bıçakçı, kitapçıya gelen müşterilerden, belli bir seviyenin üstüne çıkmış olanların alıp okuduğu bir yazardır. O yüzden çoksatan yazarları gibi değildir, kemik bir okur kitlesine yaslanır. Herkes de beğenmez, çünkü üslubu sakindir. Oysa çoğu okur kitaptan onu alıp götürmesini ister.

İyi okurların ve iyi kitapçıların Barış Bıçakçı hakkında ilk bildikleri şey, ortalarda hiç görünmemesidir. (Sinek Isırıklarının Müellifi’nde de buna benzer ifadelerle kendisine gönderme yapar.) Ne imza günü, ne söyleşi, ne televizyon programı, hiçbiri yoktur Bıçakçı’da. İnternette doğru düzgün fotoğrafı bile yoktur. Sonra iyi ve özgün bir edebiyatçı olduğu bilinir, nispeten elit bir okura sahiptir. Elit derken zenginleri değil, belli bir edebiyat doygunluğuna ulaşmış okuru kast ediyorum. İlaveten bir de Hakan Bıçakçı ile karıştırılır veya ikisinin kardeş olduğu zannedilir. Diğer bilgileri de kırpıntı olarak vereyim: Adana doğumlu olsa da Ankaralıdır, romanları Ankara’da geçer, makine mühendisliği bölümü mezunudur, çeşitli bilim kitaplarının çevirmenliğini ve editörlüğünü yapmıştır. (En şaşırdığım şey de, İş Bankası yayınlarından çıkan ve insanlığın tarihini baştan sona anlatan “İnsanın Hikayesi” adlı kitabın kapağında çevirmen olarak onun adını görmemdir. Bir edebiyatçının bir tarih kitabı çevirmesi güzel bir şey.)

Barış Bıçakçı ile doğrudan tanışmam bugünleri buldu. Hep adını, methini duyduğum, son kitabını soran müşterilerle karşılaştığım bu yazarın ilk defa bir eserini okudum. Sinek Isırıklarının Müellifi. Serde yazarlık olduğu için bu nevi yazarlık hikayelerine bir ilgim var, o yüzden sahafta bu kitabı görür görmez almıştım. Ancak üstünden 3-4 yıl geçmiştir, onunla tanışabilmem için kitap okuma hastalığına yakalanmam gerekti.

Yukarıdaki ön bilgilerle sayfaları ilerletirken, ön bilgilerimden hiç de farklı biri olmadığını gördüm. Beklediğimden farksız bir yazardı bu. Hakkında ne biliyorsam doğru biliyormuşum. Sakin, duru bir anlatım. Ne anlaşılmamak, ne satılmamak, ne de ünlü olmamak… Hiçbir telaşı yok gibi. Kendi halinde bir yazar. Kitapları bugünden itibaren hiç basılmayacak olsa, yarın sabah yine kahvesini alıp eşine günaydın diyerek klavyenin başına geçer sanki. Belki de, iyi edebiyata ve iyi okura inanıyor, okurun iyi edebiyatı mutlaka arayıp bulacağını bildiği için, o okura mutlaka ulaşacağını da biliyor.

Hikaye Ankara’da geçiyor. Söylemek işten bile değil ama otobiyografik izler taşıdığı ortada. Münzevi, Ankaralı, 45 yaşlarında, halı saha ve futbol meraklısı, hayatı kitaplardan ibaret, geçmişte şiirle ilgilenmiş, mühendis kökenli bir yazar: Cemil. Bunlar Bıçakçı’yla ortak yönleri. Cemil geçmişte bazı denemeleri olmuşsa da ilk kez 45 yaşında bir kitap, bir roman yazmış ve yayınevine göndermiştir. Kitap boyunca bu kitabın başına ne geleceğini merak ederiz. Hikayenin başından sona kitabının akıbetini bekleyen bir yazar, hastane koridorunda karısının doğum yapmasını bekleyen adam gibi bekler. Fakat öyle telaşe bir hali de var denemez. Neredeyse tamamen kitaplardan, eşi Nazlı’dan ve bir-iki arkadaştan ibaret olan gündelik hayatına devam eder. Kitabını alıp okur, ev işlerini halleder, eşine yardım eder. Sadece bu kitabı gereğinden çok önemser, ona çok anlam yükler, zaman zaman eşiyle tartıştığı bile olur.

Bu hükme varmak için tek kitap elbette kafi değildir, ama hakkında yazılanlara da göz attım, Barış Bıçakçı sadece okura veren değil, okurdan isteyen de bir yazar gibi. Klasik roman yazarı, okuru birkaç saatliğine veya günlüğüne meşgul etmeyi, zihnini doyurmayı amaçlar. Bu yüzden de ona peşinde sürükleneceği, sürüklenmese bile en azından hızlı hızlı yürüyeceği bir hikaye sunar. Barış Bıçakçı’da bu yok. O, okurdan duru bir zihin ve biraz sabır bekliyor, kendini metne vermesini istiyor. Bu yüzden klasik roman yazarı hikayeye, onu ateşleyecek, merak ettirici unsurlar yerleştirme gereği duyarken Bıçakçı’da böyle çaba göremedim. Kitabın çıkıp çıkmayacağı meselesinden başka romanda bir merak unsuru yok. Daha ziyade sakin sakin, yudum yudum okumak isteyenler için yazılmış bir roman Sinek Isırıklarının Müellifi. Hızla akan ve sıcaktan yakan günlerde değil de, tadı ancak sonbaharda ya da kışta, gri bir havada, sakince okununca çıkan bir roman.

Kendi okurunu yaratan yazarlara her zaman saygı duyarım. Bu çoğunlukla özgün bir üslupla becerilebilecek bir iştir. O özgün üslup bana hitap etmese bile çok takdir ederim. Çünkü bir edebiyatı çok satan, çok yazan değil, özgün üsluplu yazarlar ayağa kaldırır gibi geliyor bana. Ayağa kaldırmakla yetinmez, sürükler, götürür. Ne kadar özgün üsluplu yazarınız varsa edebiyatınız o kadar iyidir. Başka bir deyişle, imzasız çıksa bile sahibi anlaşılan metinler vardır ya, o metinlere sahip ne kadar yazarınız varsa o kadar iyi edebiyatınız vardır. Hele hele kurmaca eseri yapay zekanın bile yaratabildiği şu günlerde üslubun değeri daha da artıyor. Barış Bıçakçı da, özgün üslubuyla kendi okurunu yaratmış, ne yazsa okuyacak bir kitleye sahip bir yazar olarak Türk edebiyatının kuvvetli isimlerinden biri. 30 küsur yıllık yazarlık hayatını geride bırakmışken, imza günü, röportaj, internet söyleşileri, tv programı, belediye söyleşileri veya diğer pazarlama yollarından hiçbiri olmadan böyle kemik bir okur kitlesi yaratmak her yazar için gıpta edilecek bir şeydir.

Yorum yapın