Kadınların bildikleri | Emel Bayrak

Mart 8, 2019

Kadınların bildikleri | Emel Bayrak

Ursula Le Guin’in farklı zamanlarda yaptığı konuşmaların metne dönüştürüldüğü ve süreli yayınlar için kaleme aldığı yazılarının bir araya getirildiği “Sözcüklerdir Bütün Derdim” kitabını okuyorum. Kitapta geçtiğimiz günlerde geldiğim başlık, “Kadınların Bildikleri” ve hemen arkasından “Kaybolan Büyükanneler”. Yüzyıllardır, insanlar toplumları oluşturduğundan bu yana kadınlardan neler öğrendiğimizi, toplumsal cinsiyet ve edebiyat  üzerine düşüncelerini, kadınların mevcut  eril hiyerarşi içinde edebiyat alanında da vermesi gereken mücadeleyi anlatıyor. 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nde Ursula Le Guin’i  hatırlamalı ve tekrar tekrar okumalı.

Kadınların Bildikleri başlıklı metinle anlatmak istediğini ilk cümlelerde özetliyor Le Guin; “Kadınlardan ne öğreniriz sorusuna cevaben, ilk devasa genellemem şu olacak: “İnsan olmayı öğreniriz. “

Konuşmanın kısa bir özeti alıntılanmaya değer:

“Bu geceki başlığımız şu: Kadınlardan ne öğreniriz ?

Erkeklerin ve kadınların rollerinin nasıl farklılık gösterdiği, toplumsal cinsiyetin nasıl inşa edilip yasallaştırıldığı konularında çoğumuzun şaşırtıcı düzeyde savunmacı olduğunu fark ederiz. İnsan davranışları ile ilgili genellemeler, bazı istisnalar gündeme getirilerek kolayca raydan çıkarılabildiğinden, tartışmamızı olabildiğince faydalı tutabilmek için istisnalara dip not koymayı öneriyorum.

Tüm toplumlarda yürümeye, konuşmaya, yemek yemeye, şarkı söylemeye, dua etmeye, başka çocuklarla oyun oynamaya ilişkin temel yönergelerin çoğunu, hangi yetişkinlere saygı duyacağımızı, neden korkup neyi seveceğimizi, en temel becerileri, en yalın kuralları bize kadınlar sağladı. Hayatta kalmayı ve bir toplumun üyesi olabilmeyi, o muhteşem ve karmakarışık işi öğrettiler.

Kadınların öğrettiği temel beceriler büyük ölçüde cinsiyetsizdir. Oğlanlar da kızlar da bunları öğrenir. Kadınlar tarafından öğretilen esas beceriler ve terbiyeli davranışlar her iki cinsiyet için de geçerlidir.

Buna karşın küçük çocukların erkeklerden öğrendikleri şeyler genelde cinsiyetçidir. Oğlanlar büyüyünce erkekler onları eğitme işini genelde tamamen devralırlar; bu esnada kızların eğitimlerini göz ardı ederler. Binlerce yıldır, kız çocuklarının eğitimi domestik ve dişil olmuştu; çoğu yerde hala böyledir…Toplumsal cinsiyet ayrımı ve hiyerarşi, örtünme ve şeriat düzeni ne kadar mutlak olursa, bu yargı da o kadar meşru olur.

Yanlızca belli bir yaşın üzerindeki oğlan çocuklarına, salt eril bilgiler öğreten erkekler, küçük çocuklara terbiye ve ahlak kurallarını, yani cinsiyetten bağımsız olarak insan olmayı öğretme işindeki asli rolü kadınlara bırakmıştır. Ve belki de burada değişim için, hatta bu düzenin değişmesi için verimli bir zemin bulunur.”

Yazılarında toplumsal cinsiyetin edebiyata olan yansımalarına vurgu yapıyor.  Bulunduğu eril hiyerarşi içerisinde kendisinin de neden başlangıçta “sanki bir erkekmiş gibi erkeklerin merkezde ve birincil olduğu kadınların da çevrede ve ikincil kaldığı kitaplar yazdığını” sorgulayışını altmışların ve yetmişlerin feminist yazarlarına borçlu olduğundan söz ediyor. Vardığı sonuç ise “çünkü editörler benden bunu bekliyordu, eleştirmenler benden bunu istiyordu.” 1960 ve 1970’lerde, erkek egemen edebiyat çevreleri tarafından derinlere gömülen önceki kuşakların kadın yazarlarının, Norton Anthology of Women Writers ( Norton Kadın Yazarlar Antolojisi ) gibi kitaplarla yeniden keşfedilmiş, kutlanmış ve tekrar doğmuş olduklarını anlatıyor.

Toplumdaki ve kültürümüzdeki erkek egemenliğini destekleyen dayanaklardan biri de, büyük sanat eserlerinin erkekler tarafından yapıldığı ve gerçek edebiyatın erkekler tarafından erkekler hakkında üretildiği düşüncesidir.

Eleştirel düşüncenin önde gelenleri, kamusal alanda düzey ve değer tayin edenler ile kanonu belirleyenler için, eril başarılar hem standart hem de norm olmayı sürdürmektedir. Bu da edebiyat kanonunun ısrarla inatla ve şimdilerde daha sinsice kadınları dışarıda bıraktığı anlamına gelir. “

Edebiyat Kanonu, bir ülkede bir veya birden fazla otoritenin belli yazar ve eserleri sürekli gündemde tutarak, onların çeşitli yollarla reklamını yaparak, eserlerini sık sık basarak etkili oluyor. Yazarlar, aydınlar, gazeteler ve dergiler, siyaset ve devlet adamları, ideoloji, rejim, halk veya toplum tarafından oluşturuluyor. Belli yazar, aydın, eleştirmen veya yayın organlarının çokça öne çıkardığı, eserlerinin tanıtımını yaptığı, çoğu zaman başarılı veya başarısız oluşuna bakılmaksızın ideolojik temayüllerle “büyük yazar şair” veya “özgün eser” olarak gösterilenlerin giderek üne kavuştuğu,  gelecek nesillerce de büyük olarak tanındığı süreç; siyaset adamlarının, devlet parti-ideoloji-rejim önderlerinin veya alt kademedeki görevlilerin, sanatçılardan rejimin propagandasını yapmalarını istemeleri sonucu yazılan eserlerin popülerleştirilmeye çalışıldığı süreç, halkın yukarıdaki süreçlerden etkilenmesi ve kendi beğenileri edebiyat kanonunun oluşum zeminini belirlemektedir. *

Ursula Le Guin, kadınların yazdığı kurmacaların edebiyat kanonundan dışlanması için devreye giren dört temel teknikten söz ediyor: Kötüleme, ihmal etme, istisna ve kaybedilme.

“Bir kadın tarafından yazılmış bir kitabı, erkeklerin yazdıklarıyla değil, başka kadınların eserleriyle kıyaslamak kötüleme ve küçümsemenin sinsi ve etkili bir yöntemidir. Böylece eleştirmen asla bir kadının kitabının erkeğinkinden daha iyi olduğunu söylemek zorunda kalmaz ve kadınların başarısı güvenli bir şekilde ana akımdan uzakta, tavuk kümesinin içinde tutulabilir. Kadın yazını büyüleyici, zarif, dokunaklı ve ya hassas olarak adlandırılabilir; fakat nadiren güçlü, sağlam ya da ustalıklı olarak görülür.

Neredeyse tüm dünyadaki süreli yayınlarda, kadınların yazdığı kitaplardan ziyade erkeklerin kitapları daha yoğunlukla ve daha ayrıntılı incelenir. En göze çarpan ihmal etme tekniği, tahmin edebileceğiniz üzere en doğrudan rekabetçi alanda karşımıza çıkar: edebiyat ödülleri. Ödül jürileri genel genellikle kadınlar ve erkekler tarafından yazılan kitapları finale bırakır, fakat ödülü bir erkeğe verir.

Bir erkek tarafından yazılan roman, çok nadiren yazarın cinsiyetine gönderme yapılarak tartışılır. Bir kadının yazdığı roman ise büyük çoğunlukla cinsiyetine yapılan göndermelerle gündeme gelir. Genel norm erildir. Kadın aslında hariç tutulduğu norm için bir istisnadır. Hariç tutmak ve istisna etmek hem eleştirlerde hem de kitap tanıtımlarında kullanılır.

Le Guin’in unutturulmaya çalışılan kadın yazarlardan biri olarak bahsettiği Elizabeth Gaskell’den  Vikipedi’de şu cümle ile bahsediliyor: “Yaşadığı dönemde kadın yazarlara çok nadir rastlanmaktaydı ama Gaskell kendine İngiliz edebiyat dünyasına bir yer edindi. Charles Dickens’ın da desteklediği Gaskell’ın yazıları dergilerde yayınlandı.”  Margaret Oliphant Vikipedi’de hiç yer edinememiş ne yazık ki.

“Kadın yazınının önemini azaltmak için kullanılan tüm densiz ve kurnaz teknikler içinde en etkili olanı kayboluştur. Kadın bir kere sessiz ve güçsüz olduğunda erkek dayanışması derhal dışarıda kalana karşı saflarını sıkılaştırır. Kadın dayanışması ya da adalet içgüdüsü nadiren bu kenetlenmeyi çözmeye yetecek kadar güçlüdür; eğer bu çaba başarılı olursa, sonsuza dek istikrarla sürdürülmelidir.”

Ursula Le Guin kendisini çok inciten kayboluş örneklerinden,  Elizabeth Gaskell ve Margeret Oliphant, kaybolmaya karşı son derece savunmasız, dikkat çekecek düzeyde özgün ve güçlü bir hikaye anlatıcısı ve şair olan Grace Paley’den söz ediyor.  “ Korkarım ki kadın eleştirmenler, feminist yazarlar, tarafsız akademisyenler, öğretmenler ve edebiyat sevdalıları Paley’in eserlerini görünür kılmak, çalışmak, öğretmek, okumak ve yeniden basılmasını sağlamak için bilinçli ve tutarlı bir çaba harcamazlarsa, önümüzdeki birkaç yıl içinde bu eserler de sessizce bir kenara itilecek. Baskısı tükenecek. Daha az önemli yazarların eserleri sırf erkek oldukları için hayatta kalırken Paley unutulup gidecek…”

Margeret Oliphant’a ait yüzden fazla eserden Türkçe’ye çevrilmiş tek kitap olan “Kutsal Bakire Jan Dark, Yaşamı ve Ölümü”nün baskısı şimdiden tükenmiş görünüyor. Bu yazı ile, edebiyat kanonlarının kitaplara ve yazarlara yönelik eril yönelimine karşı yaşamı boyunca mücadele etmiş olan Le Guin’in ardından, kaybedilen, unutturulan kadın yazarları isimlerinin önüne “Mrs” koymadan bir kez daha hatırlamalı. Le Guin’in de üzerinde durduğu gibi aynı dönemlerde yaşamış erkek yazarlar için gerek duyulmayan bu ifadeler, örneğin Charles Dickens’tan “Mr. Dickens” diye söz etmezken kadın yazarlar için özellikle kullanılıyor.

Ve Le Guin şöyle bitiriyor sözlerini; “Bu böyle sürmez. Huzur içinde çürümeye bırakılması gereken yazarlar durmaksızın diriltilirken, kadın olmamaları sayesinde eleştirilerin ve müfredatın zombileri olarak aramızda dolaşırken iyi yazarların sırf erkek olmadıkları için ortadan kaybolmalarına ve öylece gömülüp gitmelerine artık müsaade edemeyiz. “

Bu 8 Mart yazısı en büyük Türk şairlerinden Gülten Akın’ın bir şiiri ile bitmeli;

KESTİM KARA SAÇLARIMI

Uzaktı dön yakındı dön çevreydi dön

Yasaktı yasaydı töreydi dön

İçinde dışında yanında değilim

İçim ayıp dışım geçim sol yanım sevgi

Bu nasıl yaşamaydı dön

 

Onlarsız olmazdı, taşımam gerekti, kullanmam gerekti

 

Tutsak ve kibirli -ne gülünç-

Gözleri gittikçe iri gittikçe çekilmez

İçimde gittikçe bunaltı gittikçe bunaltı

Gittim geldim kara saçlarımı öylece buldum

 

Kestim kara saçlarımı n’olacak şimdi

Bir şeycik olmadı – Deneyin lütfen –

Aydınlığım deliyim rüzgârlıyım

Günaydın kaysıyı sallayan yele

Kurtulan dirilen kişiye günaydın

 

Şimdi şaşıyorum bir toplu iğneyi

Bir yaşantı ile karşılayanlara

Gittim geldim kara saçlarımdan kurtuldum.

* Selçuk Çıkla ile Türkiye’de Edebiyat Kanonu. Mavi Yeşil Dergisi 53 Eylül Ekim 2008

Emel Bayrak – edebiyathaber.net (8 Mart 2019)

Yorum yapın