
Yonca Tandoğan’ın Hezar adlı romanı Metinlerarası Kitap tarafından yayımlandı. Suç, ceza, istismar, yazgı, yargı temalarını işleyen roman kolektif belleğin de kapılarını açıyor. Bireysel travmaların toplumsal travmalara nasıl dönüştüğünü gözler önüne seriyor. Romana adını da veren Farsça kökenli “Hezar” kelimesi, hem çokluk ifadesi olarak “bin” hem de “bülbül” anlamına gelmekte. Romanın tematik yapısına oldukça uygun şeçilen Hezar, yurtta kalan sekiz çocuğun da genel adı. Yazar, Hezarlar adı verdiği bir grup kurbana odaklanırken, onlarla ilintili hikayeleri gittikçe güçlenen bir ses tonuyla anlatıyor. Bu coğrafyada yaşayan kadınların ve çocukların ortak yazgısını, kurumların karanlık yüzünü, eril şiddeti içeriksel ve biçimsel olarak cesurca sunuyor.
Yonca Tandoğan Rus filozof ve edebiyat teorisyeni Mikhail Bakhtin’in “karnavelesk” ve “çokseslilik”unsurları çerçevesinde istismarın sosyolojik ve psikolojik boyutlarına değinirken; yazıya müziği eklemleyerek, anlatıcı ve bilinç çoğulluğunu oluşturarak polifonik bir atmosfer yaratıyor. Farklı anlatıcı ve anlatım tekniklerini kullandığı kurguda, karakter betimlemelerini de incelikle işliyor. Fondaki lirik, hüzünlü ve kırılgan Chopin Noktrünleri’nin dinginleştirici notalarını ve müziğin eş seslilikten çok sesliliğe geçişini birer metafor olarak kullanıyor.
Yaradılış, Araf ve Kıyamet
Roman Yaradılış, Araf ve Kıyamet bölümlerinden oluşuyor. Yaradılış, Mutlak Kulak olarak tanımlanan, yurtdışında yaşayan orkestra şefi Ali Kemal Berglund’un kendi geçmişiyle yüzleştiği bölüm. Ali Kemal Berglund halktan kendini izole etmiş, elitist bir aydın. Roman ilerledikçe Ali Kemal’in yabancılaşmasına ve yalnızlığına şahit oluyoruz. Haber Gazetesi’nin “Ünlü Maestro Ali Kemal Berglund’ dan Türk halkına suçlama: Toplum Sağır” adlı haberi ile başlıyor roman. Romanın hem kahramanı hem de anti-kahramanı olan Ali Kemal’in, toplumun sağırlığına dikkat çekmek istese de hikâyenin sonunda kendi sağırlığıyla baş başa kaldığını görüyoruz. Bu bölüm Ali Kemal Berglund’la Gazeteci Reyhan’ın röportajı ile başlayıp Beste’nin Günlükleri ile devam ediyor. Ali Kemal Berglund’un karanlık geçmişinden izler taşıyan bu bölümde kafeslerle çevrili bir dünyada, kurbanlarını kimsesiz çocuklardan seçen Kuşçu lakaplı yurt müdürü Kadir Avcı’nın Beste’yle olan ilişkisi de anlatılıyor. Olay örgüsünü Beste’nin Günlükleri ile duygusal bir zeminde, daha ilk sayfalarda öğrensek de merak öğesi romanın sonuna kadar canlı tutuluyor.
Aslında opera eğitimi alan Beste, yaşadığı bir travma sonrası konuşamaz. Kütüphanecilik bölümünü bitirir. Kimsesizler yurdunun bahçesindeki kütüphanede çocuklara hem öğretmenlik hem ablalık yaparak onlara sıcak bir yuva ortamı sağlamaktadır. Beste’nin de içinde bulunduğu bu yuva gibi görünen korunaklı bölge zamanla cehenneme dönüşür. Beste Jungian anne arketipine yakın bir karakter olarak kurgulanmış. Tıpkı abisi için her şeyi göze alan Gazeteci Reyhan ve Ali Kemal’i her zaman destekleyen sevgilisi İdil gibi. Sesi çıkmadığı gibi gözleri de görmez olan Beste etrafında olup biteni çok geç anlıyor. Beste’nin sessizliği de tıpkı Ali Kemal’in sağırlığı gibi bir imgeye dönüşüyor. Ali Kemal Berglund bölümlerinde kullanılan “ikinci şahıs anlatıcı” oldukça rahatsız edici. Yurt müdürü Kadir Avcı’nın ünlü şef Ali Kemal Berglund’la olan bağlantısı kitap ilerledikçe ortaya çıkıyor.
Hezar karakterlerinin derinleştiği Araf bölümü kitabın en çarpıcı kısmı. Çocukluklarına el konulan Hezarlar’ ınnumaralandırıldığı ve baş harfleriyle adlandırıldıkları bölümler, ince işlenmiş karakter örgüleri ile her birinin sessiz çığlıklarını duyurma gücüne sahip. Yazar çocukluktan yetişkinliğe geçmiş olan Hezarlar’ın iç dünyalarını “ben anlatıcı” ile derinleştirirken, istismarı içeren sert tasvirlere yer vermeyerek, acının pornografisini yapmaktan kaçınıyor. Hezarlar travmatize edilmiş kimlikler, marjinal kişilikler ve farklı cinsel yönelimlerle karşımıza çıkıyor. Hezar 2’den Hezar 7’ye kadar kodlanmış isimlerle sunulan ruhları ve bedenleri ihlal edilmiş Hezarlar çok sesli bir orkestranın parçası gibiler. Yaşadıkları kolektif travma kimisini dine, kimisini suça ve sanata itiyor. Sahiplenildikleri ve aynı zamanda istismara uğradıkları yerde, cennet ve cehennemde, ölüm ve yaşam arasında bir yerlerde sıkışıp kalmışlar. Her birinin kanatları kırık, öyküleri iç içe geçmiş. Katman katman yaratılan Hezar karakterleri bireysel travmalarda toplumun rolünü de gözler önüne seriyor.
Kitabın son bölümü olan Kıyamet, Ali Kemal Berglund’un “son eserim” diye nitelendirdiği gösteriyle başlıyor ve katarsis etkisi yaratıyor. Dev bir dijital ve görsel sanatlar şöleni sunan sahne bir karnaval meydanını andırıyor. Mikhail Bakhtin’in “karnavalesk” kavramında kullandığı “teatral bir atmosferde adeta mahşerin gelişi” tanımına oldukça uyan bu bölümde tüm seyirciler ve Hezarlar normların ve kuralların ihlal edildiği, grotesk imgelerin yer aldığı ve abartılı hareketlerin icra edildiği zaman ve mekandalar. Orkestra onları kaotik bir sona sürüklüyor.
Yazar, yer yer yalın bir anlatım kullanırken, zaman zaman edebi üsluba hakimiyetini göstermiş. Birer leitmotif olarak kullanılan kuşların havalanması ve kanat çırpması kitabın tematik yapısını desteklerken; bazı bölümlerde gri bulutlar, kafesler, bülbüller ve notalar travmayı hatırlatırcasına rahatsız edici sıklıkla tekrarlanmış. Yonca Tandoğan karanlık bir zeminde kurguladığı romanının ritmini Yunus Emre’nin Bülbül Kasidesi’nden, Birhan Keskin’in dizelerinden, Edgar Allen Poe’dan ve Ingmar Bergman’dan atıflarla desteklemiş. Müzik terminolojisini, argo sözcükleri ve lubunca kelimeleri diyaloglara ve öyküye yerleştirmiş. Diyaloglar, günlükler, iç çözümlemeler, geriye dönüşler, tanrısal anlatıcı gibi farklı anlatım teknikleriyle kurguladığı kitabının kapak resmini de yazarın kendisi çizmiş. Sıkışmışlık temasını yurt, kafes ve sahne üçgeninde roman boyunca hissettirirken öykülerine uygun olarak çizilmiş Hezar karakterleri ve kafesler yine kapakta yerlerini alıyor.
Romanın sonunda Ali Kemal Berglund hem toplumla hem de kendiyle yüzleşirken etrafına yeni bir kafesin demirleri örülüyor. Hezar, “bir seferden bir şey olmaz” cılardan, ilk defa sorumluluk alıp istifa eden bakan vasıtasıyla ülke gündeminde yaşanan dinamiklere ve duymazlıklara uzanıyor. Faillerin beraat aldığı yargı, iyi hal indirimleri ile ödüllendirilen suçlu ve kulak ardı edilen suç kavramı üzerine bir kez daha düşünmemizi sağlarken adaleti de sorguluyor. Ali Kemal Berglund’un sağırlığı ile başlayan hikaye, farklı kimliklerin bir araya geldiği orkestranın usulca yükselen sesini duyuruyor. Peki bizler; sayıları gün geçtikçe artan, sesleri günbegün kısılan, istismar mağdurlarının karşısında gerçekten sağır mıyız? Yaşanan ve yaşanacak olan nice travmanın neresindeyiz? Belki de her birimiz birer kafesin içindeyiz ve anlatılan bizim hikayemiz. Orkestra giderek artan bir sesle şu soruyu soruyor: “Peki ya siz kaç numaralı Hezarsınız?” MAESTRO!


















