Herkes ötekidir bir başkası için: Mahir Ünsal Eriş ve Öbürküler | Abdullah Ezik

Aralık 18, 2017

Herkes ötekidir bir başkası için: Mahir Ünsal Eriş ve Öbürküler | Abdullah Ezik

Mahir Ünsal Eriş’in son yayımlanan eseri Öbürküler, İstanbul’a göç eden bir ailenin aslında herkes tarafından tahmin edilebilecek hüzünlü hikâyesi. Üstelik buna bir de cin peri masalları ve Hüseyin Rahmi Gürpınar’da görülebilecek eğlenceli sahneler dâhil olur. Cumhuriyetin çok partili yıllara geçtiği süreçte bir “aile dostu”nun yardımıyla İstanbul’da bir memuriyete tayin olunan Fahrettin Bey ve ailesi, yeni bir hayata hiç tahmin etmedikleri bir biçimde giriş yapar.

Eriş, romanının daha ilk sayfalarından itibaren nostaljiyi hisettiren bir dil kullanır ve bu atmosferi yansıtır. Her metninde yeni bir üslûp ve denemeyle karşımıza çıkan yazarın bu yeni eserinde de benzer bir seçim yaptığı söylenebilir. Oldukça sade, taşradan İstanbul’a doğru akan, Anadolu’yu anlatmayı seven Refik Hâlid Karay gibi yalın bir dilin kullanıldığı daha ilk sayfalardan hemen anlaşılıyor. “Refik Hâlid Karay’ın kıymetli hatırasına…” ithaf edilen ilk bölüm, Anadolu’dan İstanbul’a doğru bir yolculuk. Eriş’in kullandığı bu dile aynı zamanda Hüseyin Rahmi Gürpınar ve Nâzım Hikmet’in katkısını da söylemek gerek.

“Pahlanmış köşeleri, kambur sırtıyla dev bir kabuklu hayvanı andıran otobüs, ağaçlığın ardından önce toz ve dumanını, sonra yüzünü gösterdi. Geceyi yırtan hırıltısı kendisinden önce gelmişti. Ağır ağır yaklaştı.”[1] Okuyucunun karşılaştığı daha ilk cümleden itibaren başlayan yolculuk, metnin sonuna dek farklı biçimlerde sürer. Üstelik bu yolculuk Refik Hâlid’in “Şeftali Bahçeleri”nde anlattığına taban tabana zıttır; çetrefilli, hüzünlü, varın yoğun geride kaldığı bir yolculuktur. Bu yolculuğun hüznü, otobüsün dumanına, yolun tozuna, ağlayan çocukların sesine, ürkek kadınların kocalarına yaslanmasına doğru genişler. Yolculuk ve hüzün düşüncesi birbirine çok yakın bir yerde durur. Her yolculuk insanı hüzünlendirir. Hüznün bu düşüncenin kökeninde var olduğunu düşünüyorum. Nereye, hangi şartlarda olursa olsun insanın kökeninden kopması, bilmediği bir yere doğru bu yönelişi onu  duyarlaştırır. Bununla beraber de duyusal kırılmalar meydana gelir. İşte bu noktada Öbürküler’in ilk cümlelerinden itibaren hissettiğimiz hüzün gözükür. “Öbürküler” sözcüğüyle ilk kastedilenlerin aslında böylelikle “ötede” olan, “göç eden” insanlar olduğu anlaşılabilir. Zira yerini yurdunu bırakıp başka topraklara giden bu insanlar başkaları için “öbürküler”dir ve birkaç kuşak bu yazıyla kendi kaderini yaşayacaktır. Tıpkı yeni gelen için eskilerin “öbürküler” olması gibi, karşılıklı bir tutum.

Eserin ismiyle beraber cevabını bekleyen ilk soru, aslında düşünülebilecek ilk cevapla beraber kendini yinelemeye devam eder: Kimdir bu “öbürküler”? Onları “öbür” kılan nedir? Bu sorunun cevabı herkese göre elbette farklı olacaktır. Bu kitap kapsamında da, öbürkülerin şehirde eriyip kaybolan insanlar olduğunu, hüznü damarlarında taşıyan, ürkekliğini hep muhafaza eden insanlar olduğunu söylemek mümkün. Tabi bir de hanımninenin dilinde kendine yer bulan “öbürküler” söz konusu: Cinler, periler, şeytanlar… Kitabın kapağı da buna paraleldir. Aslında kastedilen ilk anlam da budur. Ancak ben, her iki anlamda da düşünülmesi, yeni açılımlar çıkarılması gerektiği kanısındayım. Zira anlatılanların sırf cin peri masallarından ibaret olmadığı anlatılanlardan çıkarılabilir. Böylelikle bu öbürküler, öteki öbürkülerin peşini bırakmaz. Birbirlerine zaman zaman dokunarak, zaman zaman teğet geçerek aynı evin içinde, Boyalıköşk Sokağı Numero 57’da yaşamaya devam ederler.

Konuşmak ve dile getirmek, her zaman mı zor olmuştur, herkes için mi zor olmuştur? Özellikle Fahrettin Bey gibi insanların dünyasında bunu görmek olası. Anlatmak, derdini dile getirmek oldukça güç bir hâl alır onun için. Bunda Anadolu kültürüyle beraber kasabalı erkeklerin hissettiği her şeyi kendi başlarını halletme dürtüsü öne çıkıyor. Bu tip karakterler birçok roman ve öyküye konu olmuş, kendini göstermiştir.  Ankara haricinde büyük bir şehir görmemiş, Niğde’nin dışına pek çıkmamış Fahrettin Bey, İstanbul’a uzanan hayatından ürker, kaybolmaktan ve dahası ailesinin gözünde değer kaybetmekten korkar. İlk bakışta çok basit olarak gözüken bu olayın bile aslında bir kültürün içinde ne derece önemli bir yere sahip olduğu gözükür. Bu anlamda kültürün ve ilişkilerin birbirini belirlemede ne denli etkili olduğu anlaşılır. Oldukça doğal bir biçimde tüm yaşananlar anlaşılır kılınır. Böylelikle Eriş’in okuru yabancılatmayan bir yapıyı kullandığı gözükür. Tıpkı Refik Hâlid Karay gibi. İthafın devamı aslında üslûbun ve  konunun işlenişinde bir sürerliliği ortaya çıkarır.

Kitabın “öbür yarısı”yla beraber artık aynı hikâyenin başka bir açıdan yorumu ortaya çıkar. Öbürkülerin varlığına, kimliğine, nedenlerine doğru hareket edilir. Burada artık Refik Hâlid Karay’dan Hüseyin Rahmi Gürpınar’a doğru bir geçiş söz konusudur. Hikâye yoldan eve geçer. Tüm bu “garip” olayların mantıksal düzlemde açıklamalarına girişilir. Nedensellikleri gözükür. Cin peri masallarıyla dalga geçmeyi çok seven Hüseyin Rahmi Gürpınar gibi Eriş de her şeyi ters yüz ediverir. Gulyabani’nin kimliği sonunda açığa çıkar. Böylelikle korkulan onca hadise, kapı eşiğinden geçerken bile insanları türlü törenlerle baş başa bırakan onca şey son bulur. Burada dilin eğlencesi, anlatımın naifliği, korkunun yerini rahatlığa bırakması öne çıkar.

Nâzım Hikmet’in Memleketimden İnsan Manzaraları’ndan alıntılarla bölümler arasında geçiş yapılırken aslında romandaki karakterlerin ülkenin dört bir yanından seçilişleriyle, çeşitlilikleriyle 60’lı yılların bir perspektifi yapılmış olur. Darbeler çağı, asfalt yolda akan ağır aksak otobüslerin gürültüsü, Niğde’den Ankara’ya, ordan Boğaz’a geçen insanların kalabalığı, Üsküdar motorunun çırpınışları… Hepsi okuru gününden geçmişe doğru sürükler. Oluşan nostaljinin içinde geçmişteki İstanbul’dan ve eski Türkiye’den sahneler, kişilikler ve olaylar gözükür. Bu anlamda Eriş’in çeşitli sosyal hadiseleri de yanıtsız bırakmadığı anlaşılır.

Öbürküler’de Mahir Ünsal Eriş’in anlatımına M.K.Perker’in çizimleri eşlik eder. Koşut şekilde ilerleyen bu anlatım-çizim ikilisi eserin sonuna dek sürer. Anlatının hüzünlendiği, durağanlaştığı sahnelerde çizimin sertliğine, asık çehrelerin ifadesine bakıldığında koşutluk iyice belirginleşir. Bununla beraber kitabın kapağından itibaren çizimlerde karanlık bir havanın olduğu, suratların hep asık, ifadelerin donuk, kaşların çatık olduğu gözükür. Çizimler arasında okuru gülümseten, ona keyif veren tek çizim son sayfada yer alır. Elinde gazetesini okuyan, tüm bu yaşananları düşünen, fazladan gazete satmak için uydurulan bu masallara göz attığı düşünülebilecek, okuyarak eğlenen bu şık bey, okunan hadiselerin üstüne alınabilecek rahat bir soluk gibi orada duruyor.

Mahir Ünsal Eriş’in Öbürküler isimli son kitabı okuru yabancı(laşmış) insanlarla cinler arasında dolaştıran, cin peri masallarının uğursuzluğuyla bunların ardında yatan sinsi gerçeği araştıran, Refik Hâlid’den Hüseyin Rahmi’ye uzanan, M.K. Perker’in çizimleriyle eşlik ettiği yeni bir roman.

Abdullah Ezik – edebiyathaber.net (18 Aralık 2017)

[1] Mahir Ünsal Eriş, Öbürküler, Karakarga Yayınları, İstanbul 2017, syf:9.

Yorum yapın