Haydar Ay: “Göç sadece ekonomik değil; sınıfsal, kültürel ve politik bir mesele”

Temmuz 23, 2025

Haydar Ay: “Göç sadece ekonomik değil; sınıfsal, kültürel ve politik bir mesele”

Söyleşi: Nilgün Çelik

Yol Ağzı Kahvesi Haydar Ay’ın ilk romanı.  İlk eserin heyecanını paylaşmak ve gerçekçi kurgunun çıkış noktasını Haydar Ay okurları için konuşmak istiyorum.

Öncelikle söyleşi teklifimi kabul ettiğiniz için teşekkür ederim. Sizi tanımayanlar için kendinizden bahsetmek ister misiniz? Ne kadar süredir yazıyorsunuz? Neden yazıyorsunuz?

İlgiyle takip ettiğim Edebiyat Haber ile bu söyleşi benim için de büyük bir keyif. Ben Haydar Ay. 1991 yılında Aydın’ın Nazilli ilçesinde doğdum. Üniversite eğitimimi sinema-televizyon alanında tamamladım. İstanbul’da film sektöründe uzun yıllar çalıştım. Şu anda Berlin’de yaşıyorum. Yazma hayalim uzun zamandır vardı, ancak ciddi anlamda yaklaşık bir yıldır yazıyorum. Zamanla görsel anlatıdan ziyade yazılı anlatıyı daha çok sevdim. Gözlemlediğim insanları, yaşadıklarımı ve duyguları not almak, yazıya dökmek bana iyi hissettirdikçe yazmaya karar verdim.

Yeni ve ilk eseriniz Yol Ağzı Kahvesi’nin yolu açık olsun. İlk eserde hep merak edilir: Yazdınız bitti, artık okurun oldu ama eseri elinize aldığınızda ne hissettiniz?

Büyük bir ferahlama diyebilirim. Yazım sürecinden sonra günler geçmek bilmedi. Ama sonunda kitabı elime alınca, artık onunla vedalaşabilirim dedim. Bu sayede de yeni kitabıma başlayabildim.

Yol Ağzı Kahvesi, bir solukta okunan bir roman. Siyasi tarihimize yeniden bakmamızı sağlıyor. Aynı zamanda Türkiye’nin sosyal ve kültürel değişimini, kırılımını yeniden hatırlatıyor bu yüzden eserinizi önemli buluyorum. 1976′ larda başlayıp 1986’ya kadar uzanan bir dönemi anlattınız. Gerçeklerden yola çıkarak yazdığınızı ifade ediyorsunuz, peki size bunları yazdıran neydi?

En iyi bildiğim hislerden başlamak istedim anlatmaya. Sosyal ve kültürel değişim ile Almanya’ya göçün etkileri, kendimi bildim bileli aşina olduğum konular. Bu kitapta, gidenlerden çok geride kalanların hikâyesini anlatmak istedim. Ayrıca siyasetin, Ege’deki küçük bir köydeki yaşamı bile nasıl değiştirdiğini gösterme isteği, bu kitabı yazmamda önemli bir motivasyondu.

1960 yılların başında Almanya’nın talebi üzerine Türkiye’den Almanya’ya, ekonomiye de katkısı olur, döviz girdisi sağlanır düşüncesiyle işçi gönderildi. Eseriniz de 1970 yıllarda geçiyor ve bu gerçek üzerine kurulu. O dönem işgücü göçü yoğun bir şekilde yaşandı ve sosyal- kültürel alanda hem gidenler hem de kalanlarda değişim yarattı düşüncesindeyim. Bu konuyu yakından yaşamış bir aydın olarak sizce bu işgücü göçü Türkiye’ye beklenildiği gibi faydalı oldu mu? Kimlere faydalı oldu?

İşgücü göçü Almanya için fazlasıyla faydalı oldu, hâlâ da oluyor. Sanayi yeniden ayağa kalkarken en ağır işleri bizim insanlarımız yaptı. Türkiye tarafında ise mesele çok daha karmaşık. O dönem döviz gelsin, işsizlik azalsın diye insan gönderildi ama kimse geride kalan aileyi, parçalanan hayatları, kimlik bunalımına sürüklenen çocukları düşünmedi. Kâğıt üstünde fayda gibi görünen şeyin insani karşılığı her zaman aynı olmuyor. Göç sadece ekonomik bir mesele değil; sınıfsal, kültürel ve politik bir mesele aynı zamanda. Türkiye’nin o dönemki iktidar yapısı da bu sürecin sosyal boyutunu görmezden geldi. Bu yüzden “faydalı oldu mu” sorusu, hangi pencereden baktığınıza göre çok değişiyor. Ama bireysel hikâyelere bakınca, çoğu zaman ağır bedeller görüyorum.

Bu göçlerde parçalanmış aileler, ebeveynlerinden uzak büyümüş çocuklar kaldı. Çok önemli karakteriniz Mehmet böyle biri. Nereye ait olmak istiyorsa oraya uzak. Aidiyetsiz bireyler toplumda yer alan yaralı insanlara dönüştü. Siz de böyle mi düşünüyorsunuz?

Bu tespiti çok yerinde buluyorum. Aidiyet duygusu eksik bireyler, zamanla içlerine kapanıyor, kırılganlaşıyor. Toplum içinde var olsalar da çoğu zaman görünmez oluyorlar. Mehmet de böyle biri. Kendi içinde çok şey taşıyor ama bunu ifade edecek bir yer ya da kişi bulamıyor. Bu da onu sessizleştiriyor. Bu tarz insanlar, dışarıdan güçlü veya mesafeli görünebilir ama çoğu zaman içten içe yara taşıyorlar. Yalnızlık, sadece etrafında kimsenin olmaması değil; hissedilmemek, anlaşılmamak… Bu da insanı zamanla kendine yabancılaştırıyor.

Kahramanınız Mehmet’in kendi içinde gel gitleri olsa da olumsuz bir olaya meyletmemesi genel gerçeği değiştirmez, düşüncesindeyim. Kurgunuza girmeyen ama bu göçlerden yara almış bireyler nasıl tepkiler içinde yaşadılar/yaşıyorlar?

Katılıyorum, Mehmet’in kendi yolunu bulmaya çalışması yaşanan genel kırılmayı ortadan kaldırmaz. Onun olumsuz bir yola sapmamış olması bir istisna olabilir. Çünkü benzer koşullarda büyüyen pek çok insan bu yükü aynı şekilde taşıyamadı. Kimi içine kapandı, kimi öfkeye yöneldi. Sevgiyle, güvenle büyümemiş bir çocuğun hayata tutunma biçimi her zaman sağlıklı olmayabiliyor.

Bu göç dışarıdan bireysel hikâyeler gibi görünse de arkasında daha derin bir gerçeklik var. Gönderilen insanlar sadece iş gücü olarak görüldü; gittikleri ülkede onlara çoğu zaman bir insan, bir birey olarak bakılmadı. Aidiyet duygusu eksik olunca çoğu zaman güvensizlik ve sessizlik temel tepki haline geldi. Bu duyguyla büyüyen nesil, çoğu zaman kendini dışarıda hissetti; ait olamadığı yerlerde, anlaşılmadığı hayatlar kurmak zorunda kaldı. Kurguya sığmayan ama hayatın içinde sıkça karşımıza çıkan sessiz ama kalıcı etkiler bunlar.

Eserinizde ülkemizin yakın geçmişindeki bir gerçeğini de konu ediyorsunuz. 1980 ihtilali. Siyasi gerginliğin yükseldiği, aydınların susturulduğu zamanlar. Eserinizde aynı zamanda köylerin de boşadığı zamanlar olarak bahsediyorsunuz. Gerçeklik payını düşündüğümde ihtilal sonrası köylerin boşalması bireylerde hem kalanlar hem de gidenler üzerinde ne gibi değişimlere sebep oldu?

Almanya’ya giden ilk nesilde büyük şehirlerden gelenler de vardı ama çoğunlukla köylerden göç edenlerdi. 80 darbesi öncesi ve sonrasındaki süreç, Türkiye içinde de büyük bir iç göçe sebep oldu. Kalanlar da gidenler de kendilerine ait olmayan yeni bir dünyaya uyum sağlamaya çalıştılar. Para kazanma biçimleri, yaşadıkları evler, gündelik hayat… Her şey onlar için baştan şekillendi.

Yine ülkemizin gerçeklerinden Kahramanmaraş Olaylarından eserde bahsi geçen köyün nasıl etkilendiği ve bir de altın arama olayları kurgunun gerçeklik zemininde ilerlediğini düşündürüyor bana. Bundan sonraki eserlerinizde yine bu tür gerçeklik üzerine mi yazacaksınız? Üzerinde çalıştığınız bu tür bir eser var mı?

1977 1 Mayıs’ı ve Maraş Katliamı, toplumsal dönüşümde büyük etkileri olan olaylar. O dönem bu olayların ardından Almanya’ya göçen bir kesim de var. Yine Ege bölgesi, Maraş sonrası bazı mağdurların da sığındığı bir yer olmuş. Bu gerçekliği romana taşımak istedim. Altın arama konusu ise bugün bile bölgede devam eden bir durum. O dönemde Ara Güler’in tesadüfen fotoğrafladığı Afrodisias Antik Kenti’yle bu sürecin başladığı söylenebilir.

Gerçeklik üzerine yazacağım diye bir kısıtlamam yok ama kendimden ve yaşanmışlıklardan izler olması hoşuma gidiyor. Şu anda ikinci kitabımın yazım sürecindeyim. Bazı ortak temalar olsa da Yol Ağzı Kahvesi’nden daha farklı dertleri olan bir kitap olacak.

Yol Ağzı Kahvesi, eserinizde olayların merkezi niteliğinde. Bu mekanla sizi, varlıklara, eşyalara mekanlara tutkulu, onları nesne olmanın dışında kişileştiren yazarlara yakın buldum. Yanılıyor muyum? Mekanlar sizin için ne ifade eder?

Haklısınız. Bu biraz da kişiliğimin yansıması. Sinemacı olmanın da etkisiyle gittiğim her mekânı bir sahne gibi düşündüğüm oluyor. Yazarken de mekânın hissettirdiklerini önemsiyorum. Mekânlar benim için birer karakter gibidir. Günlük hayatta da bir yere gittiğimde, oranın bana ne hissettirdiğine dikkat ederim. Bağ kurmak isterim.

Eserinizi daha çok kimlerin okumasını istersiniz? Neden?

Tarz olarak benim de okumaktan hoşlandığım şekilde yazıyorum. Poz kesen, havalı cümlelerle aforizma kurmaya çalışan ama hikâyeyi ihmal eden metinlerden hoşlanmıyorum. Bu yüzden sade ama derinlikli, derdi olan, karakterleri ve atmosferi hissedilebilen kitapları seven herkesin okumasını isterim. Özellikle Türkiye’nin yakın siyasi tarihiyle ilgilenenler ve göç meselelerine dair okumalar yapanların ilgisini çekeceğini düşünüyorum. Ama yaş ya da ilgi alanı fark etmeksizin, samimi bir hikâyeyle temas kurmak isteyen herkesin kendince bir şey bulabileceğine inanıyorum.

Tüm cevaplarınız için teşekkür ederim.

Yorum yapın