Söyleşi: Pınar Yılmaz
Leb Demeden Leblebi, 2 yıl aranın ardından Günışığı Kitaplığı’ndan çıkan yeni çocuk romanınız. Hem son romanınızın hem de diğer kitaplarınızın iyi bir gözlemcinin elinden çıktığını görüyoruz. Bu noktada hem eğitim hayatınızda hem de çocukluğunuzda iyi bir gözlemci olduğunuzu söyleyebilir miyiz? Bu özelliğiniz, yazarlığınızı etkiledi mi?
Yaşamda yol aldıkça fark ettim ki, çocukluğumdan bu yana çok ince detayları aklımda tutmuşum. Sevgili ilkokul öğretmenimin yampiri bir yürüyüşü vardı, annem emprime elbiseler giyerdi, hışırtısı aklımda, ablam sinirlendiğinde kafasını göğe çevirirdi, abim fıkra anlatıcısıydı, fıkra bittikten sonra hepimizin yüzüne tek tek bakardı, gülüyor muyuz diye… Böylesi şeyler. Bu alışkanlığı sürdürüyor, hatta gözlemlerime hikâyeler ekliyorum. Toplu taşıma çok kullanırım ve yol arkadaşlarımı incelerim. Şu karşımda oturan genç ne kadar da uykusuz görünüyor. Belki de hastanede nöbetçiydi gibi gibi… Yazı dünyama katkısı çok elbet.
Jale, geçmişteki çocukluğu temsil ederken Duru günümüz çocukluğunu temsil ediyor. Bu birbirinden ayrı ancak bir o kadar da aynı olan temaları nasıl dengeliyorsunuz?
Kitapta sözü edilen 60’lardaki çocuklukla bugünkünün ritmi ve düzeni farklı gözükse de aslında tıpatıp aynı diye düşünürüm. Çünkü çocuk çocuktur. Nokta.
Dikkatimi çeken bir şey var ki romana adını dahi veriyor: Leblebi! Jale, cebindeki leblebilerle hem kendince bir oyun kuruyor hem de ara sıra onları yiyor. Kültürümüzde bu kadar yerleşik olan bir kuruyemişi böyle bir öyküye dahil etmenizin nedeni nedir?
Yeme-içme huysuzu bir çocuktum. Önüne ne konursa yiyeceksin kültüründeki bir dönemde yaşadığım için hep açtım. Leblebi yetişirdi imdadıma. Kutsal yiyeceğimdi. Bu kitabı yazarken çocukluğum çok cömert davrandı, leblebilerini Jale’ye, hatta kitaba verdi.
Günümüz çocuklarının Jale’yi anlayabilmesi ve onun gibi düşünebilmesi sizce nasıl mümkün olabilir? Uzun yıllardır çocuklarla söyleşilerde bir arayan gelen hem yazar hem de bir eğitimci olarak görüşünüzü merak ediyorum.
Günümüz çocuğu Jale’yi ne kadar anlar bilmiyorum. Ben zaten Jale’yle birlikte oynayıp eğlensinler istedim kitabımda. Çünkü çocuk oyuna eşittir bana göre. Bedeniyle, ruhuyla, duygularını ve kimliğini katarak, özgürce, mümkünse doğada oynadığı oyundan söz ediyorum.
Leb Demeden Leblebi romanınızdaki Jale’yle oldukça ortak noktalarınız olduğunu düşünüyorum. Bu doğrultuda bu soruyu da sormasak olmaz sanırım: Her roman yazarının sesini taşır. Bu romanda sizden hangi sesler yer alıyor/Bu roman sizin hangi sesinizi taşıyor?
İçimde çok fazla ses ve hikâye taşıyorum. Kitaplarıma hepsi girer, o yüzden kitaplarım epey kalabalıktır. Bu kitapta da çok ses ve kimlik var. Öğretmen kimliğim var, Jale’nin sesi diyor ki benim öğretmenim bana inanır, güvenir. Anne kimliğim var, çok pişi yeme çocuğum şişmanlarsın. Çocuk sesi var, okuldan dönerken önlüğümü yollarda çıkarırım, oyun beklemez. Kardeş sesi, abim biraz sivri zekâ ama ben onu çok severim ki… gibi gibi… Teşekkürler.