Fanzin: Hanım Harun | Cennet Alev

Şubat 7, 1980

Fanzin: Hanım Harun | Cennet Alev

7185632586-26-7-2012Sabahın en güzel saatlerinde bir çift mavi göz uyandı. Kimsecikler uyanmazdı bu vakitlerde. Tavana uzun uzun baktı mavi gözler. Saatin tik takından başka hiçbir ses kulağına misafir gelmemişti. Sağına doğru döndü. Saatine baktı. Doğruldu. Ayaklarını sıcacık yorganın koynundan alıp soğuk terliğe emanet etti. Terliğini şaklatarak banyoya gitti. Yüzünü buz gibi soğuk suyla yıkamaya koyuldu. Başını kaldırıp havluyla yüzünü kurularken aynaya baktı bi an için. Elleri istemsizce saçlarına gitti. Beyazlar kaplamıştı saçlarını. Hâlbuki bir zamanlar saçları siyahtı, üstelik gürdü de. Üniversite yıllarında saçlarının upuzun olduğunu anımsadı. Sevdiği kızların dizinde okşanırdı saçları. Ayna anılarını yalanlarcasına yansıtıyordu halini. Gözleri ışığını kaybetmişti. Sanki geçen her bir yıl birer çeltik atıp geçmişti yüzüne. Aynaya küsercesine yüzünü çevirdi. Akşamda lavabonun kenarına bıraktığı dişlerini fırçaladı. Ağzına tiksinircesine yerleştirdi. Tiksiniyordu bir türlü alışamamıştı. Ne ara dökülmüştü dişleri, ne zamandan beri bu takma dişlere mahkûm olduğunu hatırlayamıyordu. Gençliğin hoş rahiyasında kalmıştı gür siyah saçları, hoş yüzü ve canlı mavi gözleri.

Banyoda işi bitince odasına döndü. Yatağını topladı. Pijamalarını çıkardı, katladı ve çekmecesine özenle yerleştirdi. Akşamdan hazırladığı takım elbisesini giyindi. Hayatı boyunca sabah giyeceklerini akşamdan hazırlardı. Dolaptaki her şey ütülü ve nizami şekilde dururdu. Düzen alışkanlığı küçüklüğünden mirastı.

Annesini doğum sırasında kaybetmişti. Babası, küçük olduğu ve bakamayacağını söyleyerek büyük babasına emanet etmişti onu. Dedesi paşa, ananesi ise paşa torunuydu. Evde her zaman askeri düzen hâkimdi. Sabahları aynı saate kalkılır, yemekler aynı saate ve hep birlikte yenirdi. Evin her odası tertipli olmak zorundaydı. Ananesi, yatakların hizmetçiler tarafından toplanmasını yasaklamıştı. Evde yaşayan her birey kendi yatağını toplamakla yükümlüydü. Başlarda düzenden sıkılıp nefret etse de artık yadırgamıyordu. Ne de olsa yıllarca bu şekilde yaşamıştı.

Okul yıllarında kaldığı yurtlarda bu düzen alışkanlığını devam ettirmişti. Kısa sürede yurt görevlilerinin takdirini kazanırken, öğrenciler tarafından “Hanım Harun” lakabına layık görülmüştü. Çoğu zaman “ Hanım Harun şu bizim odayı da temizlesen ne olur? Eline mi yapışıyor? Parası neyse veririz” gibi alaylı cümlelerin içinde bulurdu kendisini.

Boy ayansında üstünü başını kontrol ettikten sonra salona geçti. Televizyonun kumandasına giden elini geri çekti. Saatine baktı altıya geliyordu. Vücudu kurulmuş bir saat gibi her gün erken kalkmaya ayarlanmıştı. Pencerenin perdesini araladı. Caddeye baktı. Bir iki insandan başka kimseyi göremeyince kapadı perdeyi. Kapıya yöneldi. Evden çıkmıştı artık. Bastonuyla arnavut kaldırımları dürterek ilerliyordu. Yürümesinin sonunda sahile inmişti. Bir bank bulup oturdu. Denizi seyrediyordu. Martı sesleri kulaklarını okşuyordu. Uzaktan vapur düdükleri gökyüzünü selamlıyordu. Boğazın eşsiz havasını içine çekiyordu. Etrafına geçen insanlara baktı. Kimi bir yere, kimi birilerine yetişmeye çalışıyordu.

Dizlerinin uyuştuğunun hisseti. Epeydir bankta oturduğunu fark etti. Kalkıp yürümeye başladı. Vapur iskelesine kadar geldi. İskelede inen ve binen insanların arasında karıştı. Vapurun içinde buldu kendini. “Ne yapıyorum ben, eve dönsem mi?” diye içinden. Kötü bir fikirdi vapura binmesi. İnmek istiyordu ama bir şey ona engel oluyordu. Vapur hareket etmişti. Nereye gideceğini bilmiyordu. Gidecek kimsesi de yoktu. Vapur ilk iskeleye yanaşınca, hızlı adımlarla indi vapurdan. Tedirgindi. Yavaş yavaş yürümeye başladı. Kalbi hızlanmıştı. Terler boşalıyordu anlından. Cebinden çıkardığı mendile terli anlını sildi. Ne yapacağını bilmez vaziyetteydi. Kalbinin hızlı atmasından yoruldu. Aldığı nefes yetmez olmuştu ciğerlerine. Bastonuna dayanmaya çalıştı. Başaramadı ve yığıldı. Düştüğünü görenler etrafını sarmaya başladı. Kimi ambülânsı arayın, kiminin de polise haber verin dediklerini duyuyordu. Bir ara bir elin kravatını gevşettiğini hisseti. Uzaktan bir bebeğin ağlaması çalındı kulağına. Derin bir nefes verişinin ardından başı sola düştü. Ambülânsın acı sesini, sağlık görevlisinin “ölmüş”diyişini ve ceset torbasına konuluşunu hissetmedi. Artık ne duya bilir ne de hissede bilirdi. O ölüydü sadece.

Cennet Alev – edebiyathaber.net (7 Mart 2015)

Yorum yapın