Elif Yonat Toğay: “Bilimi eğlenceyle harmanlayan kitapları çok kıymetli buluyorum.”

Ekim 1, 2020

Elif Yonat Toğay: “Bilimi eğlenceyle harmanlayan kitapları çok kıymetli buluyorum.”

Söyleşi: Ayşe Yazar

Mizahi üslubuyla tanıdığımız Elif Yonat Toğay, Doğan Egmont etiketiyle çıkan En Havalı Kaka Benimki kitabında küçük okurlarını erken yaşta bilimle tanıştırıyor. Bu tanışıklığın gülümseten ve keşfe götüren yanlarını konuştuk.

Kitabı okurken kızım hemen gülmeye başladı, buradan hareketle doğallığı dürtüsellikle yakaladığınızı söyleyebilirim. Nasıl bir yazma hâli içindesiniz, bize biraz bahsedebilir misiniz?

Çocuk bakışıyla yazdığım için, dürtüsellik diyebilirsiniz belki. Konuyu çocuk mantığıyla gözlemlememin, sorgulamamın böyle bir etkisi oluyor öykülerimde.

Ancak yazma hâlim hiç dürtüsel değil. Fazlasıyla metodik çalışıyorum. Ne hakkında yazacak olursam olayım, (yakın çevremin deyişiyle) delice bir araştırmayla başlıyorum işe. Buna okumak, konunun uzmanlarıyla ya da tecrübe sahipleriyle görüşmek, yerinde araştırmak için geziler yapmak da dâhil. Topladığım bilgilerle defterler dolduruyorum.

Sonra bilgisayarımın başına geçip yazmaya başlıyorum. Ama yazmaktan çok düşünüyorum. Bir hafta düşünüyorsam, bir saat yazıyorum.

“Yani esin perisi geldi, hadi yazayım,” diyenlerden değilim hiç…

Kitapların genellikle kurmaca olduğunu düşünürsek kitapta çocuğun gerçekle bağını ustalıkla sağlamışsınız. Kitabın hitap ettiği yaş grubunu düşündüğümüzde neleri göz ardı etmemeye dikkat ettiniz?

Okuduğum her kitapta, izlediğim her filmde mantık ararım ben. Bir bilimkurgu ya da peri masalı da olabilir, kastettiğim kendi içinde tutarlı olması.

Bu nedenle, hangi tür ya da yaş grubu için yazarsam yazayım, yine mantıklı, tutarlı ve dolayısıyla inandırıcı olması benim için en ön planda.

Masalların vazgeçilmez ögesi tekrarlara sizin kitabınızda da rastlıyoruz. Profesör Bokaka’nın tekrar ifadelerinde bile yaratıcılığınızı kullanmışsınız. Nasıl ortaya çıktı kitabın hikâyesi?

Güney Afrika’da, Afrika penguenlerini görmeye gittiğimiz plajda, kaya kırsıçanı denilen hiç bilmediğim bir hayvanla tanıştım. Bunlar, koloni halinde yaşıyor ve hepsi hep aynı yere kaka yapıyormuş. Bu kakalar, yüzyıllar içinde taşlaşıyor ve o taşlardan elde edilen yağ, parfüm yapımında kullanılıyormuş. Kakadan parfüm! Çok etkilendim. Aynı gün, Afrika penguenlerinin kakasının da önemini öğrendim.

Ardından, Endonezya’da Misk kedisiyle tanıştım. Kakasından nasıl kahve yapıldığını gördüm. Bu kez, kakadan kahve! Hem de dünyanın en değerli kahvesi! Ben kahve kullanmadığım için denemedim ama eşim içti, eve getirmek için de aldı.

Sonra, Bali’deki safari parkın hediyelik eşya dükkânında, fil kakasından yapılmış renkli kâğıtları gördüm. Kakadan kâğıt! 

Bir sonraki yıl, Mısır’da deve kakasının marifetini duydum. Ve tabii Antik Mısır’ın kutsal Bok Böceği ile tanıştım orada.

Bütün bunlar üst üste gelince, bir kaka kitabı yazmam şarttı artık! “Kim bilir daha ne havalı kakalar vardır” diyerek araştırmaya başladım. Çok okudum, biyologdan makine mühendisine, ziraat mühendisinden çiftçiye, konusunda uzman kişilerle görüştüm. Hazırlık aşaması çok uzun sürdü. Sonra farklı öyküler kurguladım.

Açıkçası, Bok böceği bu öykülerin hiçbirinde yer almıyordu. O, ayrı bir öykünün kahramanı olmak için bekliyordu sırasını. Ama yazdığım hiçbir öykü içime sinmiyordu. Eksik kalıyordu. Olmuyordu…

Sonunda, birden, gerçekten bir anda, Profesör Bokaka bir öykünün tam ortasına atlayıverdi. Böylece, her şey tamamlanmış oldu.

Bu arada, burada söz ettiğim bazı hayvanları, yola çıkış nedenim olmalarına karşın, armudun sapı, üzüm çöpü diyebilecek çatlak seslerin önünü baştan kesmek için, editörümle eledik.

Ben kitabın gizli kahramanı olarak insanı düşündüm. Neden insan yok kitapta?

Kahraman değil de, yardımcı oyuncu diyelim. Çünkü kitapta, Profesör Bokaka dahil, beş canlı, tamamen doğanın mucizesi… Dördü ise, evet, insan eliyle mucizevi bir dönüşüm geçiriyor. Ama sonuçta, insan da doğanın bir parçası olduğuna göre, o kadarcık tuzu da olsun çorbada…

Resimli kitaplarda çizimin hikâyeyi boyutlandırdığına tanık oluyoruz. Her sayfada yer alan şemalı açıklamalar bana açık alanda dolaşıyorum hissi verdi ve bunun okuru rahatlattığını düşündüm. Evlerimize sıkıştığımız şu günlerde kitaptaki hayvanların yuvalarında resmedilmemiş olması bilinçli bir tercih miydi? Kitabın çizeri Gamze Seret ile bu süreçte nasıl bir iletişiminiz oldu?

Kitabın resimleri bittiğinde pandemi ile tanışmamıştık henüz. Zaten hayvanların hepsi kendi doğal ortamlarında resmedildi. Belki ardıç kuşunun yuvasını görebilirdik. Ama lama ve inek için ahır, kitabın genel doğallığını bozardı diye düşünüyorum.

Sevgili Gamze Seret ile ayrı şehirlerde olmamıza karşın, çok yakın çalıştık. Çizimlere başlamadan önce İstanbul’a geldi, editörümüz sevgili Keriman Güldiken ile birlikte uzun bir toplantı yaptık. Sonrasında da, sanal ortamda devam etti görüşmelerimiz. Ama o süreçte, en ağır yük editörümüzdeydi. Benimle defalarca buluştu, her defasında saatlerce çalıştık. Bizim her toplantımızın ardından Gamze ile çalıştılar. Hatta pek çok kez, ben mışıl mışıl uyurken, onların sabahladıklarını biliyorum.

Kitabınızın okurun zihninde bıraktığı izleri düşündüğümde bilim ve felsefeyle erken dönemde tanışmaya vesile olacak ögeler içerdiğini gördüm. Siz neleri hedefleyerek bu kitabı kaleme aldınız?

Erken yaşlarda merak ve şaşkınlıkla çevresini gözlemleyen, art arda onlarca “neden?” sorusunu bıkıp usanmadan sorabilen çocuk doğal bir filozoftur bence. Onun bu sorgulama ve soruşturma yeteneğini destekleyen ve salt bilgi veren değil, bilimi eğlenceyle harmanlayan kitapları çok kıymetli buluyorum. Bu tarz kitaplarla tanışan çocuklar, ileriki yıllarda fen derslerinden korkmaz, tersine zevk alırlar. Bilime yönelmeseler bile dünyayı daha kolay anlamlandırabilirler.

Ben de, bu amaca hizmet eden bir kitap hayal ettim ve yazdım. Çıkalı kısa bir süre oldu, ama şimdiye kadar kitabı okuyan eğitimci, biyolog, kütüphaneci, pedagog, mühendis gibi farklı branştaki uzmanların ortak görüşü, çocuklar – ve hatta yetişkinler için de – eğlendirirken öğreten bir kitap, En Havalı Kaka Benimki.

Yani hedefime ulaştığımı söyleyebilirim.

Kelime kadrosu ve kullandığınız deyimler açısından zengin bir dil kullanmışsınız. Kitabın şiirsel yapısı ,bu kitapta neleri etkiledi?

Deyimler ve atasözleri benim konuşma dilimin olmazsa olmazları. Yazdıklarıma da sızıyorlar hâliyle. Hatta öyle ki, bazen öykü ya da kitap bittikten sonra sadeleştirdiğim oluyor. Sonuçta, genel anlatımda çocuğu zorlamayacak nitelik ve nicelikte değişik sözcük ve deyimler bulunmasına özen gösteriyorum öykülerimde.

Kitaptaki şiirsel yapıyı da, hem dil gelişimine katkı sağlamak, hem de okumayı/dinlemeyi daha kolay ve eğlenceli kılmak amacıyla tercih ettim.

edebiyathaber.net (1 Ekim 2020)

Yorum yapın