Edebiyatın tükenen nefesi: Son meraklı okurun çırpınışı | Gamze Haklı Geray

Ocak 21, 2025

Edebiyatın tükenen nefesi: Son meraklı okurun çırpınışı | Gamze Haklı Geray

Paris’teki ünlü Shakespeare and Company’nin giriş çıkış trafiğini yöneten ve yüzünden eksik olmayan gülücüğüyle kimseden selamını esirgemeyen görevliye tatlı kedinize ne oldu diye sordum. Kedi yoksa hayat da yok. Kedi yoksa fareler cirit atar. İçerideki sandalyede uyukluyordu hani. Ah dedi geçen yıl öldü maalesef. Il n’y a plus de chat. Yerini kimin almış olabileceğini düşündüm bir an. Elindeki metni okur gibi yapan ama aslında sadece kitapçıyı merak ettiği için içeri sızan gölge okurdan mı söz ediyoruz yoksa? Onun yeri baki. Üstelik sosyal medyada poz da veremiyor. Zira iç mekânda fotoğraf çekmek yasak, ancak kapısında olabilir.

2024’ün son günlerinde The Guardian’da kenarda köşede kalmış minik bir haber gözüme çarptı. Canterbury Christ Church Üniversitesi’nin artık İngiliz edebiyatı derecesi sunmayacağı duyurusu bu. Üniversite kimsenin İngiliz edebiyatı lisans derecesi istemediğini, bölümün açık kalmasının pratik olmadığını iddia ediyor. National Literacy Trust raporuna göre sekiz on sekiz yaş arasındakilerin yalnızca yüzde otuz beşinin zevk için okumaktan hoşlandığını öğreniyoruz. Üniversitelerin edebiyat bölümleri öğrenci bulmakta zorlanıyor. Haber aslında beşeri bilimlerin genelinde (yaratıcı yazarlık ve dil bilimlerine kayıtlar da dahil) öğrenci sayısındaki düşüşten bahsediyor. Bu olsa olsa bir kabus diye düşündüm. James Joyce’un uyanmaya çalıştığı kabusa benziyor. Orada yakın gelecekte tarih olmayı bekliyor. Yeni neslin zihninde bazı bölümlerin ne işe yaracağı konusu belirsiz sanırım. Edebiyatla yazı varoluşun karmaşıklığını yansıtan, bizi başka hayatlara açan pencereler halbuki. Okuma sevgisindeki düşüş sadece kültürel değişimin değil aynı zamanda hayal gücünün, akıl yürütmenin, edebiyatın kuşaklar boyu oluşturduğu ortak bağın sessiz sedasız kaybolması demek. Hayır olmaz diye rahatlattım kendimi, hikâyeler kaybolmaz, hele sağlam ve aurası güçlü anlatılara hiç bir şey olmaz. Belki kabuk değiştirir, okurlarına gecikirler ama sonuçta mücadeleleri, arzuları, kırılganlıkları bizimkine benzeyen veya hiç benzemeyen, dünyaya dair anlayışımıza meydan okuyan karakterler bizi bırakmaz. Yazmaksa hem kendini keşfetme hem de başkalarıyla empati kurma eylemine dönüşür. Bu etkileşim insanlık durumuna dair gerçeklere ışık tutarken eleştirel düşünme yetilerini de keskinleştirir.

Yazmak karmaşık dağınık fikirleri tutarlı anlamlı anlatılara dönüştürerek düşünmeyi yapılandırır. Voltaire yazmak sesin resmidir demiş. İyi yazabilmek iyi okumanın ötesinde kelimelerin derin estetik dünyasında yolculuklara çıkmayı, yönünü yitirmemeyi gerektirir üstelik. Kendimi rahatlatma çabaları bunlar. Biliyorum belki de beyhude debelenişler. Her şeyi merak ediyor, konuları birbiri içinde düşünüyorum. Keşifkoliklik, okurgezginlik. Bülent Aksoy’un son çalışmasını okurken derinden hissettiğim hazzı kime anlatabilirim? Birileri var mutlaka. Zaman zaman yollarımız kesişiyor. Çoğu zaman bir köşede tek başıma huşu içinde hipnoz seansına girmiş gibi okuyorum. Konudan konuya. Aksoy etimolojiden yararlanarak kelime kökenlerini, başka dillere geçişini, bu dillere uyumlanışını, anlam kaymalarını, dönüşümleri inceliyor. Bir bakıma dil çözümlemelerine geçişleri. Böyle eserleri beynimdeki sıçramaları cesaretlendirdiği, parçaları yerli yerine oturttuğu için seviyorum. Memet Fuat’ın dil üzerine yazdıklarını okuduğumda da aynı hisler dolduruyor içimi. Her denemede her kurguda zihnime üşüşen buğulu düşünceler. Dilin nabzını ortaya çıkaran yaratıcılığın sınırsızlığını kutsayan metinler. Ne yazmalıdan öte nasıl yazmalı? Neyi farklı kılmalı?

Shakespeare and Company’nin kurucusu George Whitman kitapçıyı bir yazarın romanı kaleme aldığı gibi yarattığını, her odayı bir bölüm gibi inşa ettiğini, insanların kitapçının kapısını hayal güçlerindeki sihirli dünyaya açılan kitap gibi açmalarını istediğini söylüyor. Büyük Buhran sırasında cebinde sadece kırk dolarla Amerika’nın bir ucundan diğerine, Meksika’ya  Orta Amerika’ya otostop ve trenlerle seyahat ettiğinden, yolculukları sırasında deneyimlediği konukseverlikten etkilendiğinden bahsediyor. Yabancılara karşı konuksever olmalı diyor. Zira onlar gizli melekler belki de. Kitapçı ilk açıldığında meğer yazarlar, sanatçılar kitaplarla dolu rafların ve yığınların arasında gündüzleri bank olarak kullanılan küçük yataklarda uyurlarmış. Girişindeki duvardaysa benim için Tolstoy ve Dostoyevski yan komşularımdan daha gerçekti yazıyor. Öyle sahiden. Kapıyı pencereyi kapayıp kimi zaman Julio Cortazar, kimi zaman Bilge Karasu ile baş başa kalmak beni de rahat ve güvende hissettiriyor. 

Bir zamanlar üstü kahve, çay lekeli defterlerini hayallerinin kelimeleriyle bezeyenler yerlerini edebi devlerin isimlerini taşıyan yapay zekâ sistemlerine bırakırlar mı bir gün? Yazar.exe, YazarBot 4.0, YazarGPT gibi programlar dijital alemde özgün romanlar, öyküler üretebilir mi? Yeni dünyada yazarlar hepten yok olmayacak ümidindeyim. Hikâyeye hangi tür insani duygunun serpiştirilmesi gerektiğini öneren robot danışmanlara evrilecekler belki de. Metne biraz varoluşsal sancı ekleyelim, bir tutam acıyla depresyon serpelim. Aman sosu fazla kaçıp tadımızı bozmasın. Hayal gücü algoritmalarla verilere karşı. Bu çok bilinmezli bir denklem. Yakın gelecekte yeni gerçeklik kabusumuz mu yoksa mucizemiz mi olacak sezemiyoruz. Hayalimdeki kitapçıda koltukta uyukluyorum. Uyanınca insan hiç bilmediği kitapları da hatmetmiş hissedebilir kendini. Uykuda kulağımıza fısıldanır metinler belki. Pierre Bayard’ın Okumadığınız Kitaplar Hakkında Nasıl konuşulur isimli zekice kaleme alınmış kitabına uzanabilir elimiz. Kitap algı alanımıza girdiği anda artık bilinmez olmaktan çıkar. Öyle diyor Bayard. Çağrışımlarla düşündüğümüz ve “ilk bakışta hızla birleşen imgeler ve izlenimler” sayesinde bizim için tanıdık hale gelir.

Okumadığımız, okuyamadığımız ya da okuyup da anlayamadığımız metinlerin altında eziliriz. Kendimize ödevler vermekten de geri duramayız. Bu kitabı, şu metni mutlaka zamanı geldiğinde okuyacağım, listeme aldım. Bazıları kütüphanede yıllarca bekletilir. Bekledikçe kitap mı okur mu demlenir bilinmez. Umberto Eco’nun büyük kütüphanesini gören arkadaşı “Bunların hepsini asla okuyamayacaksın” diye yorum yapmış.  Eco da asıl meselenin hepsini okumak olmadığını iyi kitaplarla dolu kütüphanenin birçok açıdan zenginlik anlamına geldiğini söylemiş. Yazmaya hevesli yazarın ödevlerinde biri de La Closerie des Lilas’da Yahya Kemal’in masasını bulmaktır. Sanatçıların edebiyatçıların ayak izlerini sürerek ilham almak, kendine bir kimlik oluşturma çabasını yerinde görmek için plaketli masasına el sürmek gerekir elbette. George Whitman kitabevi yönetimini kızı Sylvia Beach Whitman’a devretmiş. Kedi de unutulmuş bir kitabın sayfaları arasında derin uykulara dalmış, muhtemelen içindeki tek ipucu, dolu mama kasesi olan romanın başkahramanına dönüşmeyi hayal etmiştir.

Kaynaklar

“The Guardian View on Humanities in Universities: Closing English Literature Courses Signals a Crisis.” The Guardian, 5 Dec. 2024

Aksoy, Bülent. Etimoloji Işığında Kelimelerin Dünyasında Gezintiler. 4. Baskı, İletişim Yayınları. 2023.

Bayard, Pierre. Okumadığımız Kitaplar Hakkında Nasıl Konuşuruz. Çevirmen: Aysel Bora, 2. Baskı., Everest Yayınları, 2023.

Shakespeare and Company. https://www.shakespeareandcompany.com.

Fuat, Memet. Aykırılıklar. Adam Yayınları, 1. Baskı,  Şubat. 2000.

Fuat, Memet. Dil Üstüne. Adam Yayınları,  1. Baskı,  Aralık. 2001.

Yorum yapın