Edebiyatın en belleksel cadısı: Pınar Kür | Necla Akdeniz

Temmuz 26, 2025

Edebiyatın en belleksel cadısı: Pınar Kür | Necla Akdeniz

Edebiyat Cadıları serisinin bu bölümünde, 15 Temmuz’da yitirdiğimiz değerli yazar, çevirmen ve akademisyen Pınar Kür’den bahsetmenin burukluğunu yaşıyorum. Edebiyatımız için çok büyük bir kayıp olduğunu ve onun gibi yazarların birer birer eksildiğini acıyla idrak ederek…     

Tüm edebiyat cadıları gibi çok yönlü bir yazardır, Pınar Kür. Yazar, çevirmen ve akademisyenliğin yanı sıra dramaturg ve tiyatro eleştirmenidir. Cumhuriyet gibi bazı gazete ve dergiler için söyleşiler de yapar. Kuşkusuz aileden gelen nadir bir edebiyatçı genine sahip olduğu tartışılmaz. Annesi İsmet Kür roman, öykü ve tiyatro yazarıdır. Teyzesi Halide Nusret Zorlutuna hem şair hem yazardır. Kuzeni Emine Işınsu yazardır. Elbette aldığı iyi eğitimin de katkısı vardır edebiyatına. Eğitim hayatının bir bölümünü Türkiye’de, diğer bölümünü İngiltere’de ve Amerika Birleşik Devletleri’nde tamamlar. Sonra Fransa’da, Sorbonne Üniversitesi’nde ‘Karşılaştırmalı Edebiyat’ doktorası yapar. Yurt dışında aldığı eğitim hem İngilizce’yi hem Fransızca’yı ileri düzeyde öğrenmesine ve bu dillerde yazılmış önemli eserleri okuyup Türkçe’ye çevirmesine katkı sağlar.   

Bu sebepten, iyi bir yazar olmasının yanı sıra, iyi bir çevirmedir, Pınar Kür. Orianne Fallaci- Doğmamış Çocuğu Mektup(Can Yayınları), Jean Rhys- Tüm eserleri (Can Yayınları) ve benim eşsiz kuir yazarım Jeannette Winterson’ı (Tutku, Vişnenin Cinsiyeti- İletişim Yayınları) Türkçeye ilk kez çeviren yazardır kendisi. Şu harika eserler de onun kaleminden çevrilmiştir: Arthur Koestler- Gün Ortasında Karanlık (İletişim), lan McEwan- Yabancı Kucak (Ayrıntı), Carlos Fuantes- Yalnız Avlanan Tanrıça (Can Yayınları), Vladimir Nobokov- Karanlıkta Kahkaha (İletişim).

1976 yılında yayımlanan ilk romanı Yarın Yarın ile önemli bir okur kitlesine ulaşır Pınar Kür. Ardından 1979 yılında Asılacak Kadın, 1986 yılında Bitmeyen Aşk yayımlanır. Yazdıklarıyla bu topraklarda yaşayan kadınların ne denli ezilip kırıldığına şahit eder bizleri. Her üç roman da ‘müstehcenlik’ ve ‘halkın ar duygularını incittiği’ gerekçeleriyle dönemin sıkıyönetim mahkemelerince ‘toplatılır!’ İki yıl süren mahkeme sonucunda yazarımız ve romanları ‘aklanır!’ (Telaffuz etmesi bile korkunç!)

Pınar Kür’ün iyi bir romancı olduğunu edebiyatla ilgilenen herkes bilir, ki romanları hakkında bugüne kadar birçok tez, araştırma ve inceleme yazısı çıktı. Ben ise, romanları kadar tanınmadığını düşündüğüm, öyküleri üzerine yazmak istedim. Çünkü bana göre -en az- romanları kadar iyi öyküler yazmıştır Pınar Kür. Hatta bu düşüncemi pekiştiren bir metne rastlayınca mutlu olduğumu itiraf etmeliyim. Metni yazan değerli eleştirmen Füsun Akatlı’dır. Öykülerde Dünyalar(1) isimli kitabında şöyle diyor Füsun Akatlı: Pınar Kür’ün öykücülüğü romancılığından -beklenmeyecek kadar demeyeyim ama- birkaç kat daha iyi. s:115

Bu sayıda, edebiyat cadımızın iki müthiş öykü kitabından bahsedeceğim. Büyük bir hayranlıkla okuduğum, Bir Deli Ağaç ve Akışı Olmayan Sular. 1981 yılında yayımlanan Bir Deli Ağaç (2) yazarımızın ilk öykü kitabıdır. 1983 yılında yayımlanan Akışı Olmayan Sular (3) ise ikinci öykü kitabıdır. Bu kitapla 1984 yılında Sait Faik Öykü Ödülü alır Pınar Kür.

Her şeyden önce müthiş bir kurgu ustasıdır, Pınar Kür. Son dönem öykücülüğümüzde pek rastlanmayan (sanki öyküyü kısa tutmak büyük marifetmiş gibi), uzun, upuzun, neredeyse novellaya varan öyküler yazar. Öykülerinde bilindik konular, tanıdık insanlar, göz alıcı mekânlar yer alır hep. Fakat her defasında öyle farklı köşelerden, öyle alışılmadık kıyılardan yakalar ki onları, hayran olup büyülenmemek elde değildir. Bazı öyküleri kırk sayfayı geçmesine rağmen asla monotonluğa düşmez Pınar Kür ve asla gereksiz tek cümle kurmaz. Tıpkı romanları gibi büyük bir ustalıkla kurgular öykülerini, ardından karakterleri iç dünyalarıyla birlikte canlandırıp ete kemiğe büründürür ve nihayet beklenmedik bir yerden ters köşe yaparak öyküleri sonlandırır. Tüm bunları yaparken -bir yazar olarak- kendini geri çekmeyi de başarır. Şöyle der Öykülerde Dünyalar isimli eleştiri kitabında Füsun Akatlı: “Yakaladığı öykülük malzemelerin çekiciliğine, büyüsüne kapılarak başını alıp gitmekten bilinçle geri duruyor, kıvamı hiç bozmuyor.” s:116.

Her iki öykü kitabında, beşer tane öykü yer alır. Bir Deli Ağaç’ta, Herkes Bana düşman (evet, onun da kurgusu farklıdır), dışında tüm öyküler nefistir. Hele kitabı adını veren, Bir Deli Ağaç. Öyküyü okuduktan sonra haftalarca etkisinden kurtulamadım. Dört duvara hapsedilmiş yapayalnız bir kadının sabahtan akşama kadar pencere önünde oturup yıllarca bir ağacı seyretmesini, geri dönüşlerle, anlatır yazarımız. Doğup büyüdüğü ve sürekli gözetim altında tutulduğu evden ve baskıcı ailesinden kurtulabilmek, ‘biraz olsun yaşabilmek’ s:157 için üniversiteyi kazanıp İstanbul’a teyzesiyle eniştesinin yanına gidişini okuruz önce. “Bu ev ve bu insanlar süresi dolmamış bir mahkum gibi devraldılar kızı. İlerde kendi çocuklarına tanımak zorunda kalacakları özgürlüğün binde birini bağışlamadılar ona.” s:158 Sonra orada, biraz olsun bile yaşayamayışına, şahit oluruz. Sonra yolda birden karşısına çıkan adama delice âşık oluşuna ve onunla olabilmek uğruna okuduğu okulu, kaldığı evi boş verişine…

Bi türlü istediği hayatı yaşayamayışı, günden güne içine yuvarlandığı çaresizliği, iliklerine dek deneyimlediği yalnızlığı ve giderek delirişini bu ağaca yükleyişi… Deli ağaç der ona.

“Tüm bildiklerini ağaca anlattı kız. Ağaç delirdi. Yıllar var uğraşıyor güneşe tırmanacağım diye. Çevresini saran duvarları yeneceğini sanıyor. Deli bir ağaç bu. Deli ağaca bakıyorum gün boyu. Geceler boyu. Deli ağaca bakıyorum yerimden kıpırdamadan. Ölümü elimden aldılar. Başka ne yapabilirim?” s:198

Yaz Gecelerinde Keman ve Bir Ayrılık Şarkısı adlı öykülerindeki mekân, Paris Apartmanı’dır. O dönemler Pınar Kür’ün de yaşadığı görkemli ama yeni yapıların arasında sıkışıp kalmış yalnız bir apartmandır bu. Yaz Gecelerinde Keman‘ı okuduktan sonra Brahms’ın keman konçertosunu dinlemeyen var mıdır acaba? Ya salt birinci bölümü değil hepsini dinlemeyen? Peki öyküde hep atlanan Adagio bölümünü dinlemeyen? Müzikle böylesine derin, mekânla böylesine içten hemhal olmuş öyküdür, Yaz Gecelerinde Keman.

1984’te Sait Faik Hikâye Armağanı’nı kazanan Akışı Olmayan Sular’da, Biraz Daha Ölmek, Leyla için Şiir ve Bitmiş Zamana Dair isimli öyküler de Paris Apartmanı’nda geçer. Bu öykülerde yine mekânla ve hatıralarla yol alır yazarımız. Ve çocukluk dünyasının o kendini özgü kırılgan ama vahşi atmosferiyle. Kitabın ilk öyküsü, Biraz Daha Ölmek, geçirdiği sinir krizi yüzünden enfaktüs geçiren ve hastaneye yatırılan Erdoğan’ın geriye dönüşlerle anımsadığı çocukluk travmaları üzerine kurulu psikolojik bir öyküdür. Mine Söğüt’le yaptığı nehir söyleşi kitabı ‘Aşkın Sonu Cinayettir’de (4) bu öyküyü on iki yılda yazdığını söylemiş Pınar Kür.

Kırk sekiz sayfalık Leyla için Şiir isimli öykü, bence kitabın en göz alıcı, en sarsıcı öykülerinden. Yine geri dönüşler, yine birden hatırlamalar, yine zamansal kırılmalar, yine belleksel yanılsamalar…  Artık evli ve iki çocuklu bir adamın çocukluğunda tanıdığı ve hemen âşık olduğu ama yıllar geçtikte unuttuğu ve sonra birden hatırladığı Leyla’ya şiirler yazdığı ama hep kötü şiirler yazdığı öyküdür bu. Evet adam kötü şiirler yazıyordur ama öykü öylesine şiirseldir ki…

“Haftalarca, aylarca, onu bilincimin en gerilerinde bir yere atıncaya dek neden hep o son yüzü görüp durduğumu … Yıllar ve yıllar sonra, ölümünün üstünden yirmi yıl geçtikten sonra yeniden aklıma düştüğünde, bütün bunları anlatmaya başladığımda, ancak geri geldi eski yüzü, eski yüzleri Leylâ’nın.” s: 99

Kitabın ikinci öyküsü Kısa Yol Yolcusu’ndaki kurgu ve atmosfer muhteşemdir. İstanbul’da küçük bir iş yerinde çalışan anlatıcı, her gün evden o işletmeye gidip gelmek için otobüsle dört saat yol kateder. Bir durakta gecekondularla dolu bir mahalleden geçer otobüs, bir durak sonra da zengin bir mahalleden geçer. “Hepsini, hepsini görüyorum her gün. Hepsi geçip gidiyor yanı başımdan. Bütün bir yaşam o dışarıdaki. Geçip gidiyor. Ya da ben geçip gidiyorum. Birbirimize değmiyoruz.” s:47 Günlerden bir gün, gelinlik mağazasıyla eskici dükkânına takılıp kalır gözleri. Neden böylesine etkilediğini anlayamaz önce. Sonra düşüne düşüne hatırlamaya başlar. Onu terk eden karısının giydiği kiralık gelinliktir bu. Eskici dükkânında gördüğü armonik askı ise anneannesinin evinde kapının arkasında olan askılardandır, belki de aynı askıdır. Böylece geçmiş anılar su yüzüne çıkar ve adam belleğinden silip attığı korkunç bir gerçeği hatırlar. “Bir armonik askı, bir kararmış ayna, bir garip iskemle, bir olası sandık, tozlu bir vitrinin gerilerinde. Gelinlik giymiş, kollarını iki yana açmış dört yapay kadın bir yapının yükseklerinde. Hepsi cansız bunların, hepsi ölü madde. Neden o duraklardan birinde yaşamı bulacağımı sanıyorum, onu da bilmiyorum.” s:58

Akışı Olmayan Sular adını taşıyan bir öykü yoktur kitapta ama beş öyküde de, Pınar Kür’ün artık şiire dönüşmüş diliyle, akışı olmayan o durgun sular takılıp kalır yüreğimize.    

(1) Füsun Akatlı- Öykülerde Dünyalar, Boyut Kitapları, 1998

(2) Pınar Kür- Bir Deli Ağaç, ilk basım Yazko 1981, sonraki basımlar Can Yayınları    

(3) Pınar Kür- Akışı Olmayan Sular, Can Yayınları 1983 

(4) Mine Söğüt- Aşkın Sonu Cinayettir, Pınar Kür ile Hayat ve Edebiyat, Can Yayınları 2016

Yorum yapın