Dip kuyuların lirik aynası: Kimsesiz Yüzler | Alpaslan Akdağ

Haziran 10, 2024

Dip kuyuların lirik aynası: Kimsesiz Yüzler | Alpaslan Akdağ

1969 Diyarbakır Çermik doğumlu olan yazar Dicle Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümü mezunu. Korkunun Çığlıkları adlı denemesi Amida Aylık Sanat ve Edebiyat dergisinde, düzyazı ve şiirleri ise Ajans 3. Göz adlı internet sitesinde yayımlandı. Yazınsal serüveninde direngen adımlarla ilerleyen, aynı zamanda edebiyat öğretmeni olan şair Aziz Önal’ın ‘Kendime Çıkan Yollar, 2022’dan sonra kaleme aldığı ikinci şiir kitabı ‘Kimsesiz Yüzler, 2024’ Anima Yayınları etiketiyle raflardaki yerini aldı.

Portekizli şair Fernando Pessoa’nın; ‘Kaçtığım bütün savaşların yaralarını taşıyorum’ önsözüyle başlayan ve Birhan Keskin’in; ‘Serin bir rüyânın hatırınadır/ Çektiğim dünya ağrısı’ dizeleriyle sonlandırılan kitap, toplam 51 adet şiirden oluşmakta. Seçilen bu iki şair, kitabın içeriği hakkında küçük bir ipucu vermekte. Başlıkları saymazsak eğer, özel isimler hariç tamamı küçük harflerle yazılmış şiirlerin genel çoğunluğunda okur hissiyatını bölmemek gayesiyle olsa gerek, noktalama işaretlerinden özellikle kaçınılmış.

‘hayat yalnızlıklarla sana insanı acının coğrafyasında yaşayanlar için geçilen çöl ve dağ yeni bir hayatın bilgisidir’ (Ateş, s 39)

‘insanın kalbi yalnızlığın evidir ve söylemiştim: dünya kaybedilen bir yer bunu bilin istedim’ (Beyaz Kelebek, s 40)

Kitap, şiirsel bütünlüğün bozulmaması adına bilinçli bir tercihle dört girift bölüme ayrılmış sanki. Kumaş, Gömlekler, İplikler ve Düğmeler. Hepsi de birbirini tamamlayan, onaran, sağaltıp arındıran, duygusal tonajı yüksek yalın imgelerle bezenmiş. Örneğin Kumaş alt başlığında okuruna şöyle seslenir: ‘beni bir terziye verdiler, yaraya kumaş oldum’ Gömlekler bölümünde çocukluğun acı ama düşsel dünyasına geri dönmek istemektedir belki de; ‘gömleğimde dünya sızısı, geçer dedim geçmedi’ İplikler’de kendi yarasıyla konuşup, dertleşir gibidir; ‘kalbimi kendi ipliğimle ördüm, kimse görmedi’ Düğmeler alt başlığında ise alegorik sorusuna yanıt verecek duyarlı birilerini bekler ozan: ‘bilemezler bir kalbin düğmeleri nerede kırılır’

Dil şairin ekmeğidir, öz suyudur. Toplumun yüz vermeyeceği, günübirlik, lümpen, entel, yoz, ırkçı ve militarist öğeler barındıran hamasi söylemlere kesinlikle yer vermemelidir şair. Yılların acımasızlığına, uzamsal baskısına, sentetik yapaylığına, çürümüşlüğüne direnebilecek has kelimeleri bir telkâri titizliğiyle işlemeli ve onu toplum yararına kullanabilmeyi birincil ödevi bilmelidir. Önal’ın eklektik imgelerinde bu estetik kaygısının öncelliğini, bu sanatsal farkındalığın zarafetini ayırt etmemiz mümkün. Zaten, yaşamsal pratiğin çıplak gerçekliğiyle örtüşmeyen hiçbir eserin uzun soluklu koşularda ayakta kalma olasılığı yoktur!

‘kalbimi bıraktığım kuyulardan seslendim dünyanın boşluğuna’ (Beyaz Günler, s 13)

‘beni saran hatıraları incitmedim taşa anlattığım sözlerim dünyaya verdiğim bir yüzüm var’ (Atımın Gözyaşları, s 35)

Bir şairin sevdiklerine verebileceği en güzel armağanı yalnızca şiiridir. Her kim ki insanlık kalesinin o soylu/kadim duvarlarına yeni bir tuğla ekleyebilmişse önyargılardan arındırılmış bir saygıyı hak ediyor demektir. Seçkin bir şiiri var eden okurunun ona biçtiği değer ve o eserden alacağı estetiksel hazzın/hüznün boyutuyla ilgilidir. Duygusuz, yüzeysel, şoven, derinliksiz, basit, kuru laf cambazlığını, gündelik polemikleri, pespaye fantezileri, ucuz laf ebeliklerini, deneysellik adı altındaki absürt söz oyunlarını geniş halk kitlelerine ‘şiir’ diye cilalayıp sunmayı edebiyat sananlar; kimsesizler mezarlığından kendine bir yer ayırtsın!

‘insanın kalbi yalnızlığın evidir ve söylemiştim: dünya kaybedilen bir yer bunu bilin istedim’ (Beyaz Kelebek, s 40)

Emil Michel Cioran Çürümenin Kitabı’nda şiir ve söz sanatları hakkındaki görüşlerini şöyle ifade eder; “Şiir, içine kehanet ya da doktrin sızdırdığı zaman soysuzlaşır: ‘misyon’ ezgi’yi soluksuz bırakır, fikir uçuşa köstek olur.” Başka bir bölümde şiirle hayat arasındaki sıra dışı benzerliğe temas eder; “O zaman şiire dönmemek elde mi. Onun da tıpkı hayat gibi hiçbir şey kanıtlamama mazereti var.” İlerleyen sayfalarda ise; “Konuşanların sırrı yoktur. Ve hepimiz konuşuruz, kendimize ihanet eder, kalbimizi teşhir ederiz; her birimiz dile gelmezliğin celladıyızdır; her birimiz sırları, en başta da kendi sırlarımızı yok etmek için yırtınırız.” Gibi çarpıcı tespitlerle yazısını sürdürür. Söz konusu kitaptan bile isteye alıntı yapma gereği duymamızın anlaşılır bir nedeni var. Kanaatimizce, Önal’da poetikasının felsefi altyapısını temellendirirken belli ki bu tür derinlikli okumalardan beslenmiş. Çünkü metinler arası asimetrik ilişkiler irdelendiğinde, aşağıya alıntılayacağım kimi dizelerin bu sübjektif savımızı doğrular nitelikte olduğu dikkatli gözlerden kaçmayacaktır.

‘herkesin maskeli yüzü bir cesettir bu yüzden herkes taşıdığı kamburda geçecek ömrünü çünkü bu çağ insanla birlikte taşıyacak tabutunu’ (Kimsesiz Yüzler, s 19)

‘bir kalbin geçidinde kelimeler ağlar susamazsın çünkü konuşanlar çığlığını hayata heba edenlerdir’ (Susamazsın, s 45)

‘şimdi hangi tanrıya varılsa insan beterdir insan bir kusurdur içine baktığı aynada’ (Zamanın Kanatları, s 23)

Yer yer çocukluğuna seslenen şairin yuvanın temeli, yıkılmaz son kalesi olarak gördüğü yarı öznel bir s’imgeyi -baba metaforunu- sıklıkla vurguladığına tanık olmaktayız. Uzak şirindeki ‘biliyorum en uzun suskunluklar babalaradır’ dizesi ve birazdan alıntılayacağımız diğer mısra dizinlerinde görüleceği üzere. Elbette bunda yakın bir zamanda onu yitirmiş olmasının travmatik etkisi yadsınamaz. Girizgâhtaki ithaf kısmından bunu sezinlemek zor değil. Fakat lirizm ağırlıklı özgün şiirlerinde çokça kullandığı, seçilen ana izlek ve temaların arkaik bağlamına baktığımızda konuyu ajite etmeden, yalın bir dille baba figürünün ulaşılmazlığına, amansız yitişiyle kopuveren o gizil sevgi bağının artık kapanamayacağına dair içsel bir ağıtın çığlığı, sonsuz bir hüznün dip uzantısı olarak görülmesi gerektiği kanısını taşımaktayım.

‘geç kaldığım yerden bakıyorum kendime yetişirim dediğim babam ben koştukça uzaklaşan bir dağdı’ (Ağustos, s 68)

‘çünkü babalar uzak gecelerin yakın düşleriyle doğar her çocuğun yüreğine’ (Enfiye, s 55)

Ozan, edebî söz sanatlarına satır aralarında yer verirken ‘içimde kanayan bir eylül’ imgesiyle 12 Eylül zihniyetini vicdanında mahkûm ettiğini okuyucuya sezdirir. Devamında ‘herkesin bir yağmuru olmalı/bir de yalnızlığı’ dizesiyle Yılmaz Odabaşı’nın Feride’sine, dilimize dolanan “ah kimselerin vakti yok/durup ince şeyleri anlamaya” alıntısıyla Gülten Akın’a, ‘ürkmüş bir güvercin tedirginliğiyle ırmaklara su içmeye’ inerken Hrant Dink’e, ‘kimse kendi gölgesinden kaçamaz/varoluşun çemberinde’ derken J. Paul Sartre’ye, dünyanın öte ucundaki Bolivya Ormanları’nda ‘atının gözyaşlarını’ şefkatle silerken E. Che Guevara’ya, Zagros Dağları’nda yorulup soluklanırken antik Mezopotamya coğrafyasına selam göndermeyi ihmal etmez!

dedim, bu dünya eğrilen bir yer duvarının dibinde durulmaz sabrım taşına el verdim çölün sessizliğinden baktım içimde kanayan bir eylül (Beyaz Kelebek, s 37)

Kitaptaki şiirlerin yapıtaşlarını oluşturan belirgin izlek ve sözce unsurlarına bakacak olursak eğer, öncelikle kuyu, ayna, makas, bıçak, gül, baba, çocuk, çağ, gölge, yara, kalp, masal, kumaş ve çöl gibi mısra dizinlerinde kendine özel yer edinmiş metaforik sözcükleri hiyerarşik bir düzleme koymadan sıralayabiliriz.

‘içtiğim su, öptüğüm ekmek, yaramdaki tuz daha konuşmadı bu çağın yaptıklarını’ (Çağ, s 70)

‘bir yaralı boşluğa bakmaktan dönüyor içimiz’ (Meyyal, s 48)

Sade ve anlaşılır tarzı, hümanizmi önceleyen anlatımı, söyleyişteki ritim ve lirizmi ötelemeyen duyusal yoğunluğu, derinlikli mısralarındaki imgelem gücü, çok katmanlı edebi birikimiyle okurunu kendi şiirsel rotasına sımsıcak içtenliğiyle davet eden Kimsesiz Yüzler, yalnızca edebiyat meraklılarının değil, şiire ilgi duyan tüm naif yüreklerin severek okuyacağı, imgenin mavi atlasında yeni keşifler yapacağı bir kitap.

‘hiç kimse, başkasının ruhunda çıkan yangına su taşımaz, taşıyamaz çünkü herkes kendi ateşinden tanır bir başkasını’ (Ateş, s 39)

Özetlemek gerekirse; Önal şiirlerinde iç dökümcü bir dil, dingin bir ses, duru anlatıma odaklanan bir yön, bireysel ve toplumsal damarı besleyip sentezleyen özgün bir çaba var. Emek yoğunluklu bu reel çabanın nitelikli okur tarafından ne derece karşılık göreceğini, konformizm ve rasyonalite tutkusu arasında sıkışan dijital çağın çocuklarınca şiir yatağının benimsenip benimsenmeyeceğini ise zamanın o sonsuz kadranı gösterebilir ancak.

‘bana bu çağın azabını siz indirmiştiniz’ (Zamanın Kanatları, s 24)

‘oysa ölümdü bizi eksilten çoğalır sandığımız ne varsa bu dünyada’ (İplik, s 57)

Kendisiyle yüzleşmekten çekinmeyen, “Dostuna yarasını gösterir gibi” o kanatılmış iklimlerde yürek sızısına merhem arayan ve ‘sizin de öpecek bir kalbiniz olsun isterim’ umuduyla bize usulca seslenen ozanın bu incelikli yakarışının şiir okurunu tam kalbinden vurmasını diliyorum!

edebiyathaber.net (10 Haziran 2024)

Yorum yapın