Devrim Koçak: “Önce okur olan kendime yazıyorum”

Ekim 9, 2025

Devrim Koçak: “Önce okur olan kendime yazıyorum”

Devrim Koçak ile ikinci romanı Yağmurdan Sonra Bahardan Önce üzerine yapmış olduğum söyleşi insan ilişkileri, şehir hayatı, kentsel dönüşüm ve tüm bu çerçeve içerisinde tutunma çabaları üzerine kapsamlı sohbet üzerine gerçekleşti. Söyleşimizin tamamını okumamak için buyurun lütfen.

Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi mezunusunuz ve 2021’de Everest’in ilk roman yarışması ödülünü Nergis Hanım Hakkında Bazı Şeyler romanınızla kazanıyorsunuz. Hem edebiyatla olan bağınızı konuşmak istiyorum hem de bekliyor muydunuz bu ödülü, nasıl bir süreçti sizin için?

Mülkiye mezunuyum ve bu hayatımda övünebileceğim nadir şeylerden biri. Oysa berbat bir öğrenciydim.

Edebiyatla bağımın kökeni, doğal olarak okurluk. İyi okurum, bazen çok düzenli bazen çok dağınık ama ortalama olarak iyi. Yazmakla ilgili hevesimse şiirle başladı. Uzun yıllar şiir yazdım. Bir iki dergide yayımlanan şiirlerim de oldu. Sonra sonra şiirden uzaklaştım ve ilgim romana döndü. Bitirilemeyen, yarım kalan pek çok denemeden sonra ‘Negis Hanım Hakkında Bazı Şeyler’ çıktı ortaya. Yarışmadan beklentim ödül değildi. Elimdeki çalışmayı bitirmek için bir son tarihe, beni motive edecek bir nihayi noktaya ihtiyacım vardı. Yarışma bu işe aradı. Bir şey beklemiyordum ama dosyayı gönderdikten sonra ister istemez bir telaş başladı. Ödülü alabilecek mi alamazsa bu dosyayla ilgili ne yapacağım gibi. Neyse ki şansım yaver gitti ve birincilik ödülünü aldı. Şimdilerde kitabın üçüncü baskısı yapılıyor, peri masalı diyemem ama bir ‘frezeci masalı’ olduğu kesin.

Yağmurdan Sonra Bahardan Önce ikinci romanınız. Nergis Hanım Hakkında Bazı Şeyler ile karşılaştırmanızı istesem, iki metniniz arasındaki farklılıkları nasıl anlatırsınız?

Galiba öcelikli olarak bir deneyim farkı var. Olumlu anlamda, ikinci kitap ilkinin deneyimiyle yazıldı. Olumsuz etkisi de şöyle oldu; ilkini yazarken birilerinin okuyacağını düşünmemiştim. Evde kendi kendime bir meşguliyetti benim için, ikincisin de ise ‘basılacak, okunacak’  bilgisiyle baş etmek epey güç oldu.

Nergis Hanım Hakkında Bazı Şeyler, hareketin az duygu durumlarının daha çok olduğu bir roman, Yağmurdan Sonra Bahardan Önce ise ilkine mukayese biraz daha hareketli diyebilirim. Bir fark da dönemsellikle ilgili; ikinci roman daha güncel bir dönemde daha belirgin olayların ışığında geçiyor, Nergis Hanım’da dönem biraz daha belirsizdi.

Yağmurdan Sonra Bahardan Önce’nin fikri ilk nasıl doğdu? Romanı yazmaya sizi iten temel duygu ve düşünce neydi?

2017 yılıydı galiba, bir ağacın altında akşam yemeğini yemeye hazırlanan Suriyeli bir aile görmüştüm. Ve neden onları evime davet edemediğimi düşünmüştüm. Yalnız yaşıyordum ve pekala akşam yemeğini birlikte yiyebilirdik. Cevabı basitti aslında, cesaretim yoktu. Ben buralı onlar yabancı… Bu düşünce epey bir zaman içimde dolandı durdu.Bunun üstüne başka duygular, düşünce kırıntıları eklendi derken yıllar sonra bir romana dönüştü. Yalnızlık, yabancılık, korkaklık, iyilik ve kötülük; duyguların bazıları bunlardı.

Hikayeye başlar başlamaz ilk dikkat çekici tema atmosfer. Oldukça yoğun bir atmosfer fonun içine yerleştirerek anlatmaya başlıyorsunuz hikayeyi ve bu hikayenin sonuna kadar böyle devam ediyor. Bu durumun sizi en çok zorlayan ya da sizi en çok içine çeken yanları neler oldu?

Yoğun bir atmosfer ve o yoğunluğun içinde beliren şekillenen karakterler; bu beni çekiyor çünkü böyle metinler okumayı seviyorum. Betimlemeler, doğa tasvirleriyle birleşen insan halleri, benim sevdiğim edebiyat böyle ve ben bir okur olarak seveceğim şeyleri, sevdiğim biçimlerde yazıyorum.  Yani önce okur olan kendime yazıyorum. Buna bu kadar kapılmamın sebebi, ya da beni çeken yanı; irademiz üzerinde içinde devindiğimiz olayların, duyguların ve doğanın muazzam etkisini görmek istemek. Son olarak atmosfer yaratmak hem yaratıcı hem de sınayıcı bir iş.

Atmosfer sonrası karakter odaklı hikaye anlatmanızı ve elbette Muhasebeci Suphi’yi konuşmak istiyorum sizinle. İlk olarak hikaye mi oluşuyor, karakterleriniz bu hikayeyi geliştirici bir etki ile mi var oluyorlar, yoksa ilk olarak karakterler geliyor ve siz hikayenin tematik inşasını karakter özellikleri çerçevesinde mi şekillendiriyorsunuz?

Önce bir duygu ya da düşünce kırıntısı. Sonra hikayeyle birlikte şekillenen ve hikayeye şekil vermeye başlayan karakterler. Suphi özelinde   söylemek gerekirse şöyle; iki yabancıyı evine almak zorunda kalan adam nasıl biri olabilirdi, bunun neden yapardı ve ne hissederdi?  Suphi bu sorularla şekillendi. Tabii onun muhasebeci oluşu, günlük alışkanlıları içinde – pek çoğumuz gibi- macerasız bir hayat sürmesi; bu çelişkiyi tetikliyor ve çelişkiden Suphi’nin macerası doğmuş oluyor.  Devamı, hikaye oluşurken birlikte bir oluş.

Yurt  Apartmanı’nın hikayenin mekânsal unsuru adına önemli bir işlevi var. Eski, kentsel dönüşüme girmiş, kısa sürede yıkılacak olan bu binaya gelen yeni karakterlerin hikayesi hızlıca birbirine bağlanıyor.  Şehir hayatı, kentsel dönüşümlerle şehrin çehresinin sürekli şekilde ve hızla değişmesi anlatılan karakterlere dair nasıl bir yüzleşme hikayesine evriliyor?

Birincisi şu; şehrilerimizin sürekli değişmesi ve bunun bir plan dahilinde, daha iyi yaşam koşulları için değil de yeni rant alanları açmak, inşaat sektörüne can suyu vermek için yapılması  anısızlaştırma ve bellek yitimi sonuçlarını yaratıyor. Suphi karakterinin temel dertlerinden biri bu, çocukluk ve ilk gençlik anılarının dönüşümle birlikte yok olacak olması.

İkincisi, bir metafor olarak Yurt apartmanı, biraz da memleketin halini anlatıyor. Sığınmacılar, yerleşikler, inşaat şirketleri, zengin olma arzusu vs. Bir ‘yüzleşme’ yaratıyor mu bilmiyorum, ama basit iki sonuç veriyor, çoğunluk yeni olanakları, malının değerlenme ihtimalini sever ve bu uğurda hareket eder, bazıları ise bunun dışında ya da karşısındadır.

Benim açımdan Yurt Apartman’ı meselesinin şöyle bir işlevi vardı, herkesi aynı çatı altına toplamak ve hikayeyi bu bir araya geliş etrafında kurmak. Yıkılmak üzere olan bir apartmanı mekan bellemek olayları ve metaforları icad etmekte işimi kolaylaştırdı.

Suphi’nin tek düze hayatı İnci’nin apartmana taşınması, apartmana gizlice taşınan mülteci bir aile, yıllardır görmediği babasının çıkıp gelmesi ve yeraltı dünyasından Kılıç’ın varlığıyla raydan çıkıyor. Temelde Suphi ve İnci’nin hikaye ilerledikçe ilişkileri önemli oluyor ama tüm karakterlerin temsil ettikleri önemli detaylar neler, bunu konuşabilir miyiz?

Roman sanatında karakterden tipe doğru bir dizilim var bildiğimiz gibi. Bu önemliden önemsize doğru sıralanıyor. Fakat önemsizleştikçe yani tipler oluştukça işlevsellik ve temsiliyet artıyor.  Örneğin apartmanda yaşayan İnci ve Suphi dışındakiler temsil ettikleri toplumsal kesimlerin ve hikayenin ilerlemesi için gerekli olan işlevlerin sonucunda varlar. Okurken onları önemsemiyoruz ama zaman zaman yapıp ettikleriyle hikayeyi sürüklemiş oluyorlar. Suphi ise bir başkarakter olarak gereksiz ve hatta belki hikayenin akışında hiçbir işe yaramayacak  ayrıntılarıyla bizi meşgul ediyor, çünkü onu önemsiyoruz (ya da önemsensin istiyoruz) Bir de yan karakterler var, yukarıda bahsettiğim dizgenin arakademelerinde yer alanlar. Basit bir temsiliyetin ötesindeler ama yine de işlevsellikleri onları önemli kılıyor. Kitapta yer alan kişileri tek tek ayrıntılandırmak mümkün fakat sonuçta yaptığım şey klasik anlamda roman yazımının bir benzerinin tekrarından başka bir şey değil.

Hikayenin arka fonunda önemli toplumsal olaylar var. Bu olaylar hem karakterlerin savrulan hayatlarını açıklıyor hem de birbirlerine bağlanan hayat hikayeleri adına bu toplumsal olayların ne kadar önemli olduğu görülüyor. Toplumsal, politik, kültürel meselelerin önemini hikaye özelinde konuşabilir miyiz? Hikaye özelinde diyorum ama tüm bu unsurların en açık ve doğru gösterildiği alan edebiyat aynı zamanda, bu açıdan da konuşursak eğer ne söylemek istersiniz?   

Öncelikle hikaye özelinde konuşmak zor. Hikayede önemli izleri var ve karakterlerin hayatını doğrudan şekillendiriyor elbette ama yine de hacimli meseleler ve bu hacimleri onları hikaye özelinde konuşması zorlaşıyor. Ayrıca ‘en açık ve doğru gösterildiği’ alanın edebiyat olduğundan emin değilim. Genel eğilim hem yazarda hem okurda toplumsal meselelerden uzak durmak gibi geliyor bana. Belki de tüm bunların yorgunluğunun edebiyata böylesi bir yansıması oluyor. Geçenlerde iki romanı da okumuş biriyle tanıştım. İlkini daha çok sevdiğini söyledi. Gerekçesi ise  ikincisindeki toplumsal meselelerinin ona boğucu gelmiş olmasıydı.

Bazen okur da yazar da gerçeklikten uzaklaşmak ister. Bunun doğal bir tarafı var. Fakat ben yakın tarihin meseleleriyle haşır neşir olmaktan memnunum. 

Daha çok hangi türde kitaplar okumayı seviyorsunuz ve bundan sonraki kitabınızı yine roman türünde yazmayı mı düşünüyorsunuz, masanızın üzerindeki yeni çalışmalar neler?

Evet, bundan sonra da roman yazmaya çalışacağım. Elimde üç beş sayfa not ve kafamın içinde uçuşan bir şeyler var, bakalım göreceğiz. Roman okumayı seviyorum ama bazen anı ya da biyografi okumaya tutuluyorum. Bazense ekonomi tarihiyle ilgili metinler. Genelde roman, diğer türlerse içinde bulunduğum duruma göre değişiyor.

Yorum yapın