
1963 yılında İsviçre’nin St. Gallen kentinde dünyaya gelen René Oberholzer, yaşamını öğretmenlik yaparak sürdüren biri.
Öğretmenlik mesleğini sürdürürken aynı zamanda şair ve performans sanatçısı kimliğiyle edebiyatın çok yönlü alanlarında üretim yapmaktadır. Onun şiirlerinde görülen akılla sezginin, sadelikle derinliğin belki de bu çok katmanlı yaşam biçiminin doğal bir yansımasıdır.
Kitabın Almanca özgün adı Ebbe und Flut (Gelgit), tıpkı doğanın kendi ritmi gibi insan ilişkilerinin de döngüsel yapısını imler. Duyguların, yakınlıkların, hatta sessizliklerin bile çekilip kabardığı bir evrende, Oberholzer okuruna bir deniz kenarı yalnızlığı sunar. Ancak bu yalnızlık melankolik değil; içe dönük bir farkındalık taşır.
Ruhun Gelgiti: Oberholzer’in Şiir Evreni
René Oberholzer’in şiirleri biçim olarak sade, duygu olarak derin ve felsefi olarak dingindir. O, okuru sarsmak yerine onu sessizce içine çeker. Kısa dizeler, büyük anlamların taşıyıcısıdır; şiirleri çoğu kez birkaç kelimenin sınırında başlar ve sessizliğe doğru genişler. “Aşk her zaman ve her daim / aynı dar ve derin kuyuya düşer” derken, yalnızca bir ilişki biçimini değil, insanın varoluşsal tekrarlarını anlatır.
Oberholzer’in evreninde aşk, sürekli yeniden doğan ama asla tamamlanmayan bir eylemdir. Sevgi bir istikrar değil, bir salınımdır. Bu salınım bazen iki insan arasındaki bir mesafede, bazen bir anının yankısında, bazen de bir sessizliğin derinliğinde bulunur. “Plaj Günü” şiirinde dalgaların kayboluşu ile sözcüklerin sönüşü arasında kurulan paralellik, onun şiirsel dünyasının özünü yansıtır: hiçbir şey kalıcı değildir, ama her şey iz bırakır.
Oberholzer’in dili, modern Alman şiirinin sadeliğini taşıdığı gibi Akdeniz duyarlığına yakın içtenliğe sahiptir. “Çocukluğun Gölgeleri”, “Yeni Başlangıç”, “Sınır Çizmek” gibi şiirlerinde bireyin iç dünyasına yönelirken, “Beni Unutma Çiçeğim” ya da “Tam Burada ve Şimdi” gibi metinlerde duygusal bir yakınlık, neredeyse dokunulabilir bir sıcaklık hissedilir. Onun dizelerinde hem mesafe hem temas, hem kayboluş hem yeniden buluş vardır.
Duygudan Dile Uzanan Bir Köprü
Gelgit / Ebbe und Flut’un en güçlü yanlarından biri, hiç kuşkusuz Bilge Karasu ve Prof. Dr. İoanna Kuçuradi gibi Türk düşünce dünyasının iki önemli isminin öğrencisi olan Aysen Ritzauer’in çevirisi olmasıdır. Türkçeye kazandırdığı bu kitap, yalnızca bir dil aktarımı değil, iki dünya arasında kurulmuş incelikli bir edebi köprüdür. Türkiye’de doğup büyüyen ve Hacettepe Üniversitesi Felsefe Bölümünden mezun olan Ritzauer’in felsefe eğitimi ile edinmiş olduğu derin düşünme disiplini, çevirilerinde de belirgin olarak hissedilir. Çeviride, Almanca’nın biçimsel sıkılığı ile Türkçenin içsel melodisi arasındaki ince çizgide, her iki dilin ruhunu da koruyarak ilerler.
Ritzauer, Oberholzer’in kısa ve ritmik dizelerini Türkçeye aktarırken, yalnızca kelimeleri çevirmemiş; şiirin iç sesini, duygusal tonunu, hatta suskunluklarını da taşımıştır. “Seni sevmek / Satır aralarında / Bulutların arasında” gibi dizelerdeki yalın derinlik, çevirmenin Türkçeye kazandırdığı duygusal esneklik sayesinde okurda yankı bulur. Onun çevirisi, dilin sınırlarını aşarak şiirin kalbini yeniden duyurur.
Ritzauer’in Almanca ve Türkçe arasında kurduğu bu diyalog, aslında iki kültürün de ortak paydasına işaret eder: insanın kendini ifade etme çabası. Bir anlamda Gelgit, yalnızca Oberholzer’in değil, Ritzauer’in de içsel bir metnidir. İki sanatçının sesi, iki dilin ritmiyle birleşir ve şiir, okurun diline değil, kalbine ulaşır.
İki Dilde, Tek Duygu
Gelgit / Ebbe und Flut, temelde bir aşk kitabıdır ama romantik olmaktan çok, varoluşsal bir aşkın kitabıdır. Şiirlerdeki aşk, bir kişiye değil, yaşama yöneliktir. “Gökyüzü Şahidim”, “Son Sorular” ve “Acı Tatlı” gibi şiirlerde, insanın sevgiyle kurduğu ilişki, hem bir sığınak hem bir hesaplaşma alanı olarak belirir. Oberholzer, duygularını abartılı imgelerle değil, sessiz gözlemlerle anlatır. Bir bakış, bir cümle, bir bekleyiş onun dünyasında bir şiire dönüşür.
Bu yönüyle Gelgit, modern insanın duygusal iklimine ayna tutar. Yalnızlık, uzaklık, özlem ve kabullenme; hepsi bu şiirlerde birbirine karışır. Tıpkı denizin dalgaları gibi, hiçbir duygu tek başına durmaz. Hepsi bir diğerine karışarak var olur. Kitabın sonunda yer alan “Geçici” şiiri, bu felsefi bakışı kristalize eder:
“Kuma yazmak
SENİ SEVİYORUM
Ve eklemek
HİÇ AZALMAYACAK
Ve beklemek
Bir sonraki sele dek.”
Bu dizeler, Oberholzer’in şiir anlayışını bütünüyle özetler: varoluş, bir kabulleniştir; sevmek, bir bekleyiştir; insan, geçiciliğin içinde kalıcılığı arar.
Sessizliğin Poetikası
Oberholzer’in şiirlerinde müzik, sesin değil sessizliğin içindedir. Onun dizeleri okunmaz, dinlenir. Her kelime, arkasında bir suskunluk bırakır. Bu suskunluk, yankıya dönüşür. Belki de bu yüzden Gelgit, farklı dillerde okunmasına rağmen aynı duygusal titreşimi korur. Çünkü onun şiiri, dilden bağımsız bir evrensellik taşır.
Aysen Ritzauer’in çevirisi bu evrenselliği pekiştirir. Almanca’daki mesafeli tutumu, Türkçede sıcak bir iç konuşmaya dönüştürür. Bu dönüşüm, iki dilin doğasındaki farkı değil, ortak insani duygunun sürekliliğini gösterir.
Gelgit / Ebbe und Flut, bir şairin ve bir çevirmenin elinden doğan iki dilli bir edebi yolculuk. René Oberholzer’in içsel sakinliği ile Aysen Ritzauer’in duyusal sezgisi, denizin iki yakası gibi birbirini tamamlıyor. Kitap, hem Almanca’nın sert taşlarına hem Türkçenin ince kumlarına dokunuyor; her şiir bir dalga gibi geliyor, bir sessizlik gibi çekiliyor.
Oberholzer’in öğretmenlikten performans sanatına uzanan çok yönlü kişiliği, şiirlerine bir tür içsel denge ve ritim kazandırıyor. Ritzauer’in felsefi temelli çeviri yaklaşımı ise bu dengeyi Türkçede yeniden kuruyor. Sonuçta ortaya, hem biçimsel olarak zarif hem duygusal olarak sarsıcı bir kitap çıkıyor.
Gelgit, okuru sarsan değil, dönüştüren bir kitap. Denizin ritminde olduğu gibi, şiirin de ritmi bizi içine çekiyor; sonra yavaşça geri bırakıyor. Her dalgada, her kelimede, her sessizlikte insanın kendine ait bir yankısı duyuluyor. Kitap bittiğinde, denizin sesi hâlâ içimizde kalıyor: “Bir sonraki sele dek…”


















