
Geçen ay elimde zorlanarak okuduğum bir roman vardı. Hani bir söz vardır, daha çok terziler kullanır. Tamir etmek yeniden dikmekten daha zordur. İşte o romanı okurken aklıma bu söz geldi. Şöyle düşünün elinizde bulunmaz Hint kumaşı var ama öyle kesip biçiyorsunuz ki, kumaş çöp oluyor. Ortaya çıkanın adı elbise ama…
Neyse işte o canım hikâyenin mundar edildiği romanı yarıda bırakıp, araya bilerek Hande Ortaç’ın İletişim Yayınlarından çıkan öykü kitabı, daha iyi misin’i aldım. (Sonra dönüp romanı bitirdim. Dedim ya, ele aldığı hikâye güzeldi.)
İşte size bugün Hande Ortaç’ın, daha iyi misin isimli öykü kitabından bahsetmek istiyorum.
On bir öyküden oluşan kitabı okurken dışarda yağmur yağıyordu. Köşeme çekilip sakin sakin, keyifle okudum. Keyifle okudum diyorum çünkü okumaya başladığınızda fark ediyorsunuz. Ortaç, dili gelişmiş bir yazar. Öykülerin her birini özenle işlemiş.
Ancak bir tanesi var ki, ben bugün ondan bahsetmek istiyorum.
Kitabın ikinci öyküsü; Pembe ve Eflatun.
Tohum üzerine kurulmuş bir hikâye.
Kendi adıma hemen şunu söyleyebilirim: Tohumla savaşı bu kadar ustaca bir araya getiren başka bir öykü okumadım.
Tohum mevzusu yıllardır radarımda.
Tohum tuzağını ilk duyduğumda kendi kendime, “Elindeki bütün işleri bırak tohum üzerine yaz. Bu senin ilk görevin,” dedim. Kırmız kan gibi şırıl şırıl akan tohumlarımız için bir şeyler yapmak gerek.
Okudukça gördüm ki, savaşlar artık kanımıza kemiğimize değil doğrudan tohumlarımızı hedef alıyor. Cinayetler tohumlarla sessizce ve sinsice işleniyor. Endüstriyel tohumun devletleri yok etmek için nasıl silaha dönüştüğünü, zayıf ülkelerin nasıl faşizanca bu sayede ezildiğini fark etmemek mümkün değil.
İçinden tohum geçen onlarca öykü yazdım. Yazdıklarım bir yerlerde yayınlandı. Sonuncusu Marsilya’da çocuk öyküsü olarak bir dergide yayınlandı.
Ve fakat bu konuda kendimi hâlâ tatmin olmuş hissetmiyorum. Daha vurucu bir öykü hatta roman, çocuk romanı için hâlâ kafa yorduğumu söylemeliyim.
İşte Hande Ortaç tam da böyle bir öykü yazmış. Savaşı ve tohumu ironik bir biçimde harika anlatmış. Vurucu bir öykü olmuş. Bence kitabın en güzel öyküsü buydu.
“Her biri kendine ait bir renkli kumaş parçasının üstünde duran kadınlar, saç örgülerini tutan oyaları çözdüler ve yavaş yavaş balıksırtı örgüleri açmaya başladılar. Örgüler açıldıkça, kadınların saçlarından kum gibi, un gibi bir şey dökülüyor ve kumaşlara akıyordu. Yeşil, “Tohum bunlar!” diye bağırdı. Kadınları çevrelemiş çocuklar aynı anda çağıldadılar. “Tohum bunlar! He ya!”
(Arka kapak yazısı)
“Bir ıhlamur ağacı. Çiçeksiz ve sessizce beni izliyordu.” (s70/5.nci paragraf)

















