Çığırtkan baykuş ötüşleri… | Feridun Andaç

Haziran 8, 2021

Çığırtkan baykuş ötüşleri… | Feridun Andaç

Esiyordu ya rüzgâr, bedevi pazarına erişen sesi dalga dalga kırarak çöl tufanına katıyordu ya ömrümüzü…Bizi can aldanmasına götüren, iyiliklerin ancak gölgede anlaşılabildiği bir çağdan söz etmek şimdi nafile biliyorum.    

Her bir bakış kendi avlağını yurt bellemiş. Beng-ü bade çağlarının demindedir. Bunun için şaraba ve Hayyam’ın rubailerine can üşürmeye  gerek yok.       

Öyle almaşık bir zamandayız ki; her yer çöl rüzgârının tufanında.       

Zâl olup meydan bulmaya gerek yok. Çığırtkan baykuş ötüşleri el yaman eder, nafiledir o çağrı!       

Gözlerimi alamıyorum sabah beri Firdevsi’den:      

 “Tunç boruları çaldırıp, davulları fillerin üzerine bağlattı ve ordusunu horoz gözü gibi donattı.        

Çalgıcılar fillerin üzerine oturmuş, yeryüzü baştanbaşa bir cennete dönmüştü.         

Havalarda Perniyan kumaşından yapılmış kırmızı, yeşil, sarı ve menekşe renkli ve biçim biçim o kadar çok bayrak dalgalanıyor ve, o kadar çok boru, çenk ve çıngırak sesleri duyuluyordu ki         

İnsan, dünyanın son günü mü geldi? Kıyamet mi kopuyor? Yoksa bayram mı oluyor? Fark edemiyordu.” (*)        

Orada öyle duruyorsunuz. Rüzgârın efiltisine direnen bir selvi dalının kırılmamak için gösterdiği çabadan da habersizsiniz.         

Ölüm, manidar, bir baykuşun gözlerindeki korkutucu yalan söz dudaklarınızda. Evet, şaka değil bu, göz göre göre öldürmek…Genç insan ömrüne kıymak…         

Çöl rüzgârı esiyor… Yaman bir tufan bu.          

Bedevi çadırlarına söz geçiremiyor Zâl. Bıkmış olmalı o gölgedeki  söz de Efrasyab’ın hikâyelerinden.         

Sözü söze üleştirerek simsarlık yapma çağı kapandı. Beyaz cama yansıyordu artık dünyanın bütün dilleri, duyguları, bakışları…        

“Eza eden cezasını bulur,” ham bir söz şimdi dudaklarda.        

Biliyorum, “bir şey gelmez elimden” diyen bakışlara teslimsin. Çadırın gölgesinde mi hüküm sürüyor yoksa ömrün? Seni teslim alan ne?       

Gitmeyi seç, görmeyi. Her susuş kutsamaktır ecel celâlisinin getirdiği ölümü.   

Zaman Seni Yakalar      

Susuyorsun ya, dokunuyor bu bana. Gözlerin keder aynası olmaktan çıktı. Zaman devriyeleri kolaçan ediyor söz kapılarını. Bu kaçıncı çentik?!      

Savaşı da sayılarla adlandırmamak gerek. Yüzlerce yıldır kanıyor yeryüzü. Çok uzağa gitmeyelim. Vicdanlı bir gözün baktıklarına bakalım dilerseniz, Stephen Kinzer’in yazdıklarına uzanalım. Örneğin; “Şah’ın Bütün Adamları”nı  okuyalım, ardından daha yakın bir gözün simyacı vari bakışında gezinelim, Roy Mottohedeh’in “Peygamberin Hırkası”nda bize taşıdığı dünyayla yüzleşelim. (**)            

Ortadoğu’yu anlamak ve Anadolu Müslümanlığının geçtiği evreleri kavramak için yakın tarih yolculuğuna çıkmak; şu zamanın aldatıcı/göz boyayıcı tutumlarına takılıp kalmamak gerek.         

Fars dünyasıyla Arap dünyasının iklimini anlamadan kendi gerçeğimizi görmemizin pek mümkün olamayacağını o zaman  daha iyi anlayacaksınız eminim.       

1951-53’te, 26 aylık iktidar döneminde Musaddık’ın İran halkına taşıdığı bilinci, o uyanış düşüncesini okurken bugün, inanın hiç de “bir şey gelmez elimden” diyemiyor insan.      

Düştü, ama boyun eğmedi. Hapse girdi. Çıkıp yurtluğuna çekildi. Kurduğu bahçesinde taze ürünler yetiştirdi Musaddık. Yanında yöresinde inanmış insanlar da vardı, işbirlikçiler de…İnandığını söylemekten, ulusu için yararlı/gerekli olanı savunmaktan vazgeçmedi. Boyun eğmedi, ağladı da ulusu için!       

Evet, “bir şey gelmez elimden” demedi. Tıpkı ulusunun yüce şairi Hayyam gibi:      

“Bu evrene hem de bilmeden neden        

Nereden, akıyorum su gibi bir şey gelmez elimden        

Oradan da, çöl yelleri gibi,       

Bilmeden nerelere, esiyorum bir şey gelmez elimden.”       

Ulusunun kaderini değiştirecek bir rüzgâr gibi esmişti, bilerek ama…     

 “Bir şey gelmez elimden…Eğer ki bu petrol bu topraklarda çıkıyorsa, buraya, bu halka aittir, bir şey gelmez elimden, bunun mücadelesini vermekten başka…” diyerek yürümüştü. Ülkesinde ulusal uyanışın simgesi olmuştu üstelik. Ve Ortadoğu’da o gün bugündür taşlar yerinden oynamıştır.       

Evet, hâlâ bir şey gelmez elimden diyorsanız; dönüp Muhammet Musaddık’ın İran’daki öyküsünü okumanızı isterim. Mısır’a, Suriye’ye ve Türkiye’ye bir de oradan bakmanızı dilerim sevgili okurum.

           __________

           (*) Şehnâme:I, Firdevsi; Çev.: Necati Lugal, 1992, MEB Yay., 571 s.

         (**) Şah’ın Bütün Adamları/Bir Amerikan Darbesi ve Ortadoğu’da Terörün  

               Kökenleri, Stephen Kinzer; Çev.: Selim Önal, 2004, İletişim Yay., 296 s.

               Peygamberin Hırkası/İran’da Din ve Politika Bilgi ve Güç, Roy  

              Mottahedeh; Çev.: Ruşen Sezer, 2003, Bilgi Ünv. Yay., 406 s.

Feridun Andaç – edebiyathaber.net (8 Haziran 2021)

Yorum yapın