“Cemil Kavukçu Öykücülüğü: Kasabadan Kente Doğru” kitabının yazarları anlatıyor

Haziran 11, 2021

“Cemil Kavukçu Öykücülüğü: Kasabadan Kente Doğru” kitabının yazarları anlatıyor

Hazırlayan: Meltem Dağcı

Serkan Parlak’ın editörlüğünü üstlendiği “Cemil Kavukçu Öykücülüğü: Kasabadan Kente Doğru” kitabı Günce Yayınevi etiketiyle yayımlandı. Cemil Kavukçu’nun öykü kitaplarının incelendiği kolektif kitapta yirmi yazar bir araya geldi. Birbirinden farklı metinler ortaya çıkaran yazarlara sorduk.

Cemil Kavukçu’nun öyküleriyle nasıl tanıştınız? İnceleme yazısı yazdığınız kitabın sizde özel bir yeri var mıdır?

Gamze Haklı Geray: Cemil Kavukçu öyküleri her öykü yazarının mutlaka okuması gerekenler listesindedir. Özellikle yeni öykü yazarlarına yalınlık konusunda önemli ipuçları verdiğini düşünüyorum. Eserleriyle ilk tanışma şeklimi anımsamıyorum ama kendi kurmaca yolculuğumun en başından beri mutlaka Kavukçu külliyatından kitaplar okumaya gayret ettim. İki farklı öykü kitabıyla ilgili değerlendirmeleri kaleme aldım. “Tasmalı Güvercin” ve “O Vakıt Son Mimoza” isimli eserleri inceledim. Editörümüz Serkan Parlak kolektif çalışmada yer almamı teklif ettiğinde aklıma önce Tasmalı Güvercin’i ele almak gelmişti. Kitabın pek çok öyküsünün değişik katmanlarda incelenebileceğini düşündüm. Başka metinlerin ışığında analiz edilmeye açık bir öykü kitabıydı. İlk okuduğum Cemil Kavukçu kitapları arasındaydı. O Vakıt Son Mimoza’yı, Mimoza’da Elli Gram’ın ardından gelen, birbirine bağlı ve hüzün duygusunun dokunduğu öykülerle farklı bakış açılarını dillendirmeye uygun bir kitap olduğu için seçtim. Her iki kitabın hem Cemil Kavukçu’nun öykücülüğüne selam göndermesi hem de ustanın öykülerinin nesillerce okunmasına olanak sağlayabilmesi açısından önemli olduğunu düşünüyorum. Güncel edebî literatürde öyküler ve öykücülük üzerine nitelikli çalışmaların göreceli olarak az yer aldığını gözlemliyorum. Bir kitabın veya kısa öykünün analitik veya eleştirel bir incelemesi öncelikle bir özet değil. Teorik kaygılar ışığında kuramsal titiz çözümlemeler yapmayı gerektiriyor. Yazarın tekniklerini, odaklandığı temaları, seçtiği karakterleri, metinlerdeki oyunları, metaforları, sembolleri, kullandığı dilin özelliğini, varsa leitmotiv örneklerini, cümleleri kurma ve anlatım şeklini ancak kitabı en az iki kez okuduktan sonra fark etmeye başlıyoruz. Bu, hem kuramsal okumalara önem verenler için aydınlatıcı olabilir hem de yazarın daha iyi anlaşılmasını sağlayabilir diye düşünüyorum. Bu anlamda her iki kitabın da değerlendirmesini yapmak benim için özel. Ayrıca kişisel olarak değerli pek çok yazarla böyle bir kolektif eserde buluşmayı önemsiyorum.

Hülya Bilge Gültekin: Önce bir kısa film olarak buldu beni bu öykü. Çok etkileyici bulunca filmin künyesine baktım hemen. İzlemeyi durdurup öyle bakmıştım hatta. Yönetmeni Cem Öztüfekçi’ydi. Senaryosu da  Cem Öztüfekçi ile birlikte Cemil Kavukçu’ya aitti. Adını çok duymuş, haberlerine ve eserlerine çok rast gelmiş olmama rağmen o güne kadar Cemil Kavukçu’nun hiçbir kitabını okumamıştım. Her şeyin bir zamanı var, sanırım benim için de doğru zaman gelmişti ki ertesi gün Nolya adlı kitabını edinip ilk önce de Nolya adlı öyküsünü okumuştum. Okudukça da Cemil Kavukçu’nun öykü dünyasına ve diline neden bu kadar geç kaldığıma hayıflanıp durmuştum. Ki hâlâ geç kalmışlığım için hayıflandığım bir kaç yazardan biridir Cemil Kavukçu. Çok yakın buluyorum Cemil Kavukçu’yu kendime. Ama bu yakınlığın sebebini bir türlü bulamıyorum.  Elinde mürekkep şişesine banıp banıp yazdığı bir tüy var sanki Cemil Kavukçu’nun ve arada bir de o tüyü ruhuma dokundurup çekiyor sanki onu okurken. Ona dair okuduğum her şeyde sihirli bir dokunuş mutlaka buluyorum kendime. En çok hangi öyküsünde derseniz elbette ki Nolya’da diyeceğim yine. Hatta daha da ileri gidip Nolya’nın ta kendisiyim diyebilirim. Cemil Kavukçu Öykücülüğü adlı bu kolektif çalışmanın bendeki yeri de hem Cemil Kavukçu hem de Nolya kadar çok özel elbette. Kendi öykülerimi kitaplaştırma çabası içindeyken bir anda bu çalışmanın içinde buldum kendimi. Kolektif bir çıkış daha güçlü ve etkili bir çıkış gibi geldi sanırım bana ve bu çalışmadan sonraya bıraktım kendi öykülerimin kaderini. Adımın ve yazımın içinde bulunduğu ilk kitaptır bu çalışma. Ve ilklerin yeri hep çok özeldir. Beni bu çalışmaya dahil eden, bana ve bu çalışmaya inanan, sevgili editörümüz Serkan Parlak’a da çok teşekkür ediyorum bu vesileyle. Okurumuz bol, yolumuz açık olsun.

Abdullah Ezik: Cemil Kavukçu öyküleriyle ilk kez üniversite yıllarında, Çağdaş Türk Öyküsü dersi aracılığıyla tanışmıştım. Kavukçu’nun okuduğum ve beni etkileyen ilk kitapları da olan Gemiler de Ağlarmış ve Uzak Noktalara Doğru ile olan ilişkim de böyle başladı, ardından uzun süre bu iki kitap aklımın bir yerlerinde dolanıp durdu. Üniversite eğitimimin ardından gittiğim Amerika’da Serkan Parlak’tan aldığım bir öneri tekrar bu metinlere dönmemi, tüm Kavukçu külliyatını yeniden gözden geçirmemi sağladı. Uzun süre ne yazmam gerektiğini, ne yazmak istediğimi ve ne yazacağımı düşündükten sonra nihayet beni Kavukçu edebiyatıyla tanıştıran o ilk metinlere dönmeye karar verdim. Hemen ardından kitapta da yer alan ve Uzak Noktalara Doğru ile ilgili metni kaleme aldım. Kavukçu’nun öykücülüğü çoğunlukla mahzun, garip, yalnız ve zamanını dostlarıyla geçiren kahramanların başından geçenleri ve onların serüvenlerini okurla buluşturur. Kendi içerisinde oldukça kırılgan ve hassas hikâyeler barındıran bu kahramanlar hep bir yerde içerisinde bulundukları dünyadan kopar ve kendilerini dostlar meclisinde bulur. Öyle ki bu mecliste bol bol sigara tüttürülüp bira içilirken herkes dünyanın o acı gerçekliğinden sıyrılıp kendi gerçekliğine doğru yol alır. Biraz hüzünlü biraz da derbeder bir meclistir bu. Bir yanda Kavukçu kahramanlarının başından geçen acı hikâyeler, diğer yanda dostlar meclisinin verdiği neşe vardır. Yine de her şeye rağmen aynı ruhu, aynı havayı, aynı hevesi paylaşan bu kahramanlar, kendilerini kendileri gibi olanlarla bulmalarından ötürü mutlu ve heyecanlıdır. Benim için ana hatlarıyla Kavukçu öykücülüğü de bu his ve düşsel yolculuktur.

Didem Doğan: Cemil Kavukçu öyküleriyle yakınlaşmam editörümüz Serkan Parlak’ın bu projesini diğer arkadaşlarla birlikte bana sunmasıyla başladı. Edebiyat dünyası ile üretim anlamında henüz profesyonel bir geçmişim olmadığından bu projede olmak yeterliliği konusunda, tereddüt etmiştim. Serkan Bey’in destekleyici yaklaşımından faydalanacağımı hissettiğim halde, bu işin altından kalkmaktan korkmuyor değildim. Edebiyatçı değilim; mesleğim insanların yaşam öyküleri ile her türlü üretimleri (düşünce, davranış, sanat.) arasındaki bağı incelemek, anlamak. Ben de hem öyküleri yazan kişinin içinden geçtiği yaşam hikâyesini ve bağlantıları görebilmek umuduyla, meseleye bütünsel yaklaşma ihtiyacıma göre yol aldım. O yaz, Cemil Bey’in yazdığı neredeyse tüm öykülerini okudum, onun hakkında çok sayıda biyografik okuma yaptım. Editörümüz benim bu ihtiyacımı öğrenince beni ziyadesiyle yönlendirdi. Okudukça bir orman yoluna girdiğimi hissediyordum, özellikle otobiyografik öykü kitabı Angelacoma’nın Duvarları ve benim üzerine çalıştığım Başkasının Rüyaları öykü kitabı bu orman yolunda bulunan yüzlerce ağacın dalları arasında yol boyu eksilmeyen bir sarmaşık oldular. Zihnime bana hep eşlik ettiler, bütün okumalarımda, bütün birleştirmelerimde, bütün ayrıştırmalarımda. (Kitaptaki yazımdan önce, özellikle bu iki kitabın okunmasını önerebilirim.) Projeye başladığımda bu hikâye kitabının ve Cemil Bey’in yaşam hikâyesinin, kendi hikâyem ile böylesine anlamlı bir noktada bağlanacağını bilmiyordum. Özellikle öyküsündeki  “abla”nın dramatik hikâyesi onun çevresinde gelişen olaylar bakımından oldukça güçlü bir bağ hissettim. Bunlardan bir ölçüde yazıda bahsediyorum.  Birkaç ana hatta kaldım, sanki kendisinin yaşamındaki önemli virajları renkli kalemlerle boyadım. Ve bunu yaparken çocukluğundan itibaren yolunu çizdiği yere kadar olanları izledikçe duygulandım, etkilendim. Yer yer kendi hikâyesinden parçaların öykülerine ufaktan sızdığını izlemek (o sarmaşığın yol boyu bize eşlik etmesi) benim için ayrı bir memnuniyetti. Elbette bu yorumlarım da bana ait yorumlar, temel doğrular değil. Çok eksikle (en büyüğü de yazarın kendi geri bildirimleriyle) hareket ettiğim bir yer, kendisiyle (proje itibariyle) teyitleşmediğim konular. Başından beri savunduğum düşünceye uygun bir yerden söyleyeceksem: bu kitaptaki yazı da benim hikâyemden süzülen bir Cemil Kavukçu hikâyesi yorumculuğu.

Münire Çalışkan Tuğ: Cemil Kavukçu’nun öyküleri ile 1996’da Uzak Noktalara Doğru adlı kitabının Sait Faik Hikâye Armağanı alması ile tanıştım. Dokuz yıl Anadolu’nun küçük kentlerinde çalışıp artık yeter sanat ve kültür çevrelerine yakın olmalıyım diyerek Kocaeli’ne taşınmam onun ödül aldığı yıla denk geldi. Kitabı hemen alıp okudum. Kurgusuna, diline, kişilerine hayran kaldım. Sonrasında hiçbir eserini kaçırmadım. Bazılarını defalarca okudum, okumaya devam ediyorum.

Mimoza’da Elli Gram’ın adından etkilenmiş, mimozalarla renklenen ada öyküleri okuyacağımı düşünmüştüm ama öyle olmadı; bambaşka bir mimoza çıktı karşıma. İçkinin gramla ifade edildiği, garsondan isterken miktarının baş ve işaret parmağı aralığı ile gösterildiği meyhanenin adıydı Mimoza. On beş yıllık, on beş yirmi kişilik, altı masalık, dışardan bakıldığında kendini ele vermeyen sıradan bir meyhane. İçindeki büyülü dünyayı dışarıdan gizleyen, kimsesiz adamlar sığınağıydı. Toplumdan dışlananların, hiçbir şeye dayanacak gücü olmayanların, herkesin yargıç olduğu bir ortamda, dik yakalı cüppelerinin içinde çatılmış kaşlarından da güç alıp işaret parmaklarını sallayarak konuşanlardan uzaklaşanların birbirinden güç aldığı yerdi Mimoza,  bütün nedenlerin bütün sonuçların oynandığı sahneydi.

Cemil Kavukçu; tanıdığımız, bildiğimiz kişileri, mekânları anlatıyor, o mekânların hafızasına kaydolanları, unutturulmak istenenleri, değiştirilenleri, muğlaklaştırılanları öykü kurgusu içinde – okuru gerçekle kurmacanın sınırlarında dolaştırarak – ulaştırıyordu okuruna. Olaylar çoğumuzun gidip gördüğü, gezdiği, tarihini araştırdığı, geçmişin kalıntılarına dokunduğu, havasını ciğerlerine çektiği, haritayı eline alıp baktığında konumunu görebileceği bir yerde- İnegöl –  geçiyordu. Öykü kişileri kendimizden izler bulduğumuz, dertlerimizi, sıkıntılarımızı, aşklarımızı, acılarımızı, sevinçlerimizi, yalnızlığımızı paylaştığımız, birlikte düşlere daldığımız, aynı masalarda kadeh kaldırdığımız, sokakta yan yana yürüdüğümüz insanlardı. Kalabalıklarda kaybolmuşluğumuzla, gerçekleştiremediğimiz düşlerimizle, gidecek bir yolumuzun olmayışıyla, yüreğimizdeki derin sızılarla, aldanışlarla nasıl da bizdik öykülerdeki karakterler.

Mimoza’nın renkli simaları ile tanışmak, ölenler için kadeh kaldıran adamların masasına konuk olmak, meyhanedeki törensel gösterileri izlemek,  meşe ağacı ile konuşan gece kuşlarını dinlemek güzel bir deneyimdi. Emeği geçenlere teşekkür ederim.

Şirvan Erciyes: Cemil Kavukçu’yla tanışmam öyküyle değil Gamba romanıyla oldu diye anımsıyorum. Sonrasında Düşkaçıran, Aynadaki Zaman, Mimoza’da Elli Gram, Yüzünüz Kuşlar Yüzünüz, Üstü Kalsın ve diğerleri. Zaman zaman bazı yazarlarla ne zaman ve nasıl tanıştığımı düşünürüm ancak genelde net yanıtlar bulamam. Ancak şu kadarını söyleyebilirim; internet öncesi dönemde edebiyat dergileri ve gazetelerin kitap ekleri ve kültür sayfaları bizim kuşağın yazarlarla ve kitaplarla buluşması açısından çok önemliydi. Çoğu yazar ve kitapla yollarımız böyle kesişti. 

Serkan Parlak’ın değerli çabası sonucu yayımlanan, Cemil Kavukçu Öykücülüğü: Kasabadan Kente Doğru kitabı için Üstü Kalsın’ı inceledim. Yazarın öykücülüğünün karakteristik özelliklerine sahip bir kitap Üstü Kalsın. Severek okudum, keyifle çalıştım kitapta yer alan öyküler üzerinde. Ancak yazarın hiçbir kitabını diğerinden ayrı bir yere koymam mümkün değil. Cemil Kavukçu öyküleri birbirini tamamlayan bir bütünün parçaları gibi gelir bana. İnsana, yaşama, doğaya, hayvanlara dair ustalıklı, oyunsu ve inceliklerle bezeli bir dille kurduğu öykü evrenini her yeni öyküsüyle genişletmeye devam ediyor yazar. Bazı yazarların her yazdığını okumak ister, yeni yayımlanacak kitaplarını bekleriz. Bazılarından birkaç kitap okumak yeterli gelir. Cemil Kavukçu ne yazsa okumak isteyeceğim yazarlardan.  

Erdinç Akkoyunlu: 1990’ların ikinci yarısında Kadıköy’deki sahaflarda Patika adlı Varlık Yayınları tarafından basılan öykü kitabını satın almıştım. Cemil Kavukçu’nun öykücülüğü, tarzı, üslubu hakkında herhangi bir fikrim yoktu. Karanlık odadaki fil hikayesi misali, elimi dokunabileceğim kocaman bir kütle ama kulağını tuttuğumda yaprak, bacağını tuttuğumda ağaç, burnunu tuttuğumda hortuma benzeyen bir birbiriyle benzemeyenler alemi gibiydi edebiyat. İlk okuduğumda Cemil Kavukçu’yu bu karmaşık coğrafyada nereye oturtacağımı bilemedim. Sadece iyi yaptığım konusunda kendimce inandığım şekilde, edebiyat lezzeti konusunda çeşitli düşsel notlar aldım. Bir yandan sadece okur olmak istemiyordum; ben yazar olmak için yola çıktım. Hem de roman yazarı. Ve ülkemin edebiyatını da yurt dışı edebiyatı gibi, çeviri daha çok okuduğum için, iyi bilmekle kendimi görevlendirmiştim. 2000’lerin başında artık Türk edebiyatını, tadını, dokusunu, yazarların önemini, öykücü ve romancı ayrımını iyi biliyordum. Dersime sıkı çalışıyordum. Ve bu kez de Ankara’da üniversitede okurken Sıhhiye Kızılay hattındaki sahaflara gidip, kitap topluyordum. Kavukçu’nun birkaç öykü kitabını da burada edindim okudum. Yıllar içinde Kavukçu’nun edebiyat yolculuğunu daha iyi bilen; edebiyatımızdaki yerini anlattığım makaleleri de yazdığım zamanlar oldu. Kavukçu, bana göre Sait Faik ile başlayan modern Türk öykücülüğünde kendi tadını bulabilmiş fakat edebiyat yapmanın artık mütevazılıkla hiç ilgisinin olmadığı, her yazarın kendini bir ilah gibi görmezse ayakta kalamayacağını düşünmediği zamanlarda tüm bu tantanadan geriye çekilmiş sadece yazıyla, öykünün kılcal damarlarında dolaşan kan gibi ona hayat vererek yazan bir edebiyat emekçisi oldu benim için.

Beni en etkileyen yapıtlarından biri öykü fikrinin aklına nasıl geldiğini anlattığı, biraz da öz yaşamsal hikâyesinden söz ettiği Angelacoma’nın Duvarları adlı yapıtıydı İnegöl günleri. Bu ilçenin kendine özgü konuşma biçiminin kişiler üzerinde yarattığı farklı olma hali. Üç kardeşin de jeofizik mühendisi olması. Kavukçu’nun günlük hayatta yaşarken, gerçekten yazan hepimizin başına geldiği gibi, bu olay bir yazı olur hissini duyması ve bunu anlatma hali. Angelacoma’nın Duvarları’nı benim için özel yapan detaylardı. Tabii bir de, Kavukçu’nun birkaç başka yazar gibi babası ile olan sorunları da ayrı bir dipnottu. Fakat bir öykücünün öykü fikrinin nasıl işlediğine ilişkin hem öykü olan ama hem de öykü olmayan bir eserini incelemenin, bu kitap için mümkün olamayacağı söylendi. O nedenle sadece Kavukçu’nun değil, 2010’lu yıllarda Türk edebiyatının en modern metinlerinden biri saydığım Yüzünüz Kuşlar Yüzünüz’ü anlatmak istedim. Bu kitabı ilk yayınlandığında çalıştığım gazetenin kültür sanat bölümünde yazmıştım. Fakat biraz kısa geçip, esere ilişkin daha detaylı bir inceleme yazamadığım için mutsuzdum. Azıcık Leonardo Di Caprio’nun başrolünde olduğu Zindan Adası filmini andıran, fakat çokça edebiyat barındıran bu iç içe geçmiş birbirinden beslenmeye dönük modern edebiyat hali, Kavukçu’nun alışılagelen ve onunla anılan öykücülüğünün yaptığı bir sıçramaydı. Üstelik bu kitabın, hak ettiği kadar eleştirmenlerce de değer görmediğini düşünüyordum.  Karanlık, ıslak, kirli, yorgun, tekinsiz bir hikâyeyi onca yılın yazma alışkanlığını bir kenara iterek kendi kalıplarının dışında yeniden ele alabilmiş ve bu tarzın ustalarından hiçbirinin de izinden gitmeyip modern bir metin oluşturabilmiş Kavukçu için, bir metin yaratmaya çalıştım. 

Meltem Dağcı: İlk defa yönelttiğim bir soruyu kendim de yanıtlıyorum. Aynaya bakarak konuşur gibiyim. Günlerdir hafızamı yokladım ama zaman kavramıyla ilgili bir sorunum olduğu için Cemil Kavukçu’nun ilk kitabını okuduğum dönemi anımsayamadım. Ama kitabın bende bıraktığı hisleri unutmam mümkün değil. Deniz, deniz, deniz. . . Denize ve suya aşığım desem yeridir. Gemiler De Ağlarmış öykü kitabına böyle çekilmiş olmalıyım. Ardına diğer bazı öykü kitaplarını da yıllar içerisinde peşi sıra okudum. Gemiler De Ağlarmış kitabıyla ilgili yazarken duyduğum heyecan gündelik yaşamıma karıştı. Ortak söyleşiyi düzenleyen bir ev sahibi olarak az konuşmalıyım diye düşünüyorum. Sular çağladıkça Cemil Kavukçu’nun yeni öykü kitaplarını okumak umuduyla.

Dipnot: Söyleşi dizinin devamı gelecektir.

edebiyathaber.net (11 Haziran 2021)

Yorum yapın