Celâl Üster’in “Bir Çevirgen’in Notları” ya da “Anılar, Eleştiriler, Söyleşiler” | Ayça Güzel

Şubat 27, 2019

Celâl Üster’in “Bir Çevirgen’in Notları” ya da “Anılar, Eleştiriler, Söyleşiler” | Ayça Güzel

 

 Bir Çevirgen’in Notları, bir çevirmenin elli yıllık belleğini merak edenler için bulunmaz bir kaynak  Kitaplar evreninde, dilin en yetkin formlarını yakalamaya çalışan bir uğraşın izdüşümleri… Notlar; İngilizceden seçme yazınları dilimize kazandırmada yarım asrı deviren bir ustanın “güncesi” olmanın yanı sıra çeşitli dönem ve coğrafyaların edebî ve politik yansımalarına da tanıklık ediyor.Üster’in, edebî metnin başlı başına belirli bir varoluş söylemini imlediği yapıtlarında, sanatın her alanında olduğu gibi imge, gerçeğin aynası oluyor.

Körün Taşı (2018) ve Celâl Üster İçin: Çeviri Uğraşında 50 Yıl (2018) kitaplarının ardından, düşün evrenine ışık tutan bir eseri daha yayımlandı Celâl Üster’in. Bir Çevirgen’in Notları. Geçen ay, Can Yayınları etiketiyle raflarda yerini alan 255 sayfalık anılar, izlenimler, üretiler ve öneriler şöleni; Üster’in henüz İngiliz Erkek Lisesi yıllarında genç bir lise öğrencisiyken başladığı çevirmenlik serüveninin —genel hatlarıyla ifade etmek gerekirse— İstanbul Üniversitesi İngiliz Dili Edebiyatı koridorundan Memet Fuat’ın Yeni Dergisi’ne, Babıali Yokuşu’ndan Cumhuriyet’in Kültür Servisi’ne onca çeviri, makale ve tecrübe birikimiyle evrilişinin günlükleri niteliğinde.

Körün Taşı, kültür ortamı üzerine ironi yüklü “yazı seçkisi”kimliğiyle, yazarın çeşitli mecralarda yayına konmuş yazılarından oluşan bir derleme olup; Aslı Uluşahin’in hazırladığı Celâl Üster İçin Çeviri Uğraşında 50 Yıl, kültür dünyamızdan seçme kalemlerin bu kez yazar için sıraladıkları metinlerden oluşuyordu. Bir Çevirgen’in Notları’nın odak noktasıysa Üster’in çeviri izleği… Edebî bir metnin tercüme sürecinde metnin seçiminden hazırlığına, başlangıcından ortasına ve elbette sonuna değin çeşitli aşamaların duyguları, alışkanlıkları ve kırmızı noktaları;çevirmenin kurgu deryaları boyunca sürüklenişleri; dil sevgisi—bilhassa Türkçenin en güzel söyleyişlerine; oburca bir merak, araştırma ve keşfetme arzusu; kelimelerle birlikte pek tabii sözlüklere de duyulan tutkunluk—toplatılan sözlükler, yeniden edinilen sözlükler;Juan Rulfo, Borges, Orwell, Ronald Dahl, Julius Fucik ve Jaroslav Hašek eşliğinde kopulamayan, ardına düşülen, kendini kaybettiren ya da Üster’in deyişiyle “başına buyruk” kitaplar; zengin metaforuyla imgelerin sezgisinde neredeyse bir novellayı andıran Bir Çevirgen’inNotları’nda.

Çevirmenliğinin ilk yıllarıyla güncesine başlayan yazar, ilk çevirilerini,İngiliz Erkek Lisesi’nin ardından Robert Academy’de geçen lise yıllarında, 1926’da yayın hayatına başlayarak Cumhuriyet Türkiyesi’nin belki de ilk edebiyat dergilerinden olan İzlerimiz’de yayımlıyor—Faruk Pekin, Evin İlyasoğlu, GülsevinYumlu, Tanju Kurtarel gibi günümüzde farklı alanlarda kendilerinden söz ettiren pek çok ismin çeşitli edebi verimlerle iştirak ettiği İzlerimiz’le ilgiliderinlikli bir araştırma henüz gerçekleşmedi.

1967 yılının İzlerimiz’ine Shakespeare’in 18. Sone’sini,1968’in İzlerimiz’eyse on yedinci yüzyıl İspanyol şairi, oyun yazarı Lope de Vega’nın “Mayıs Şarkısı”yla modernist GabrielMiró’nun “Senyör Cuenca ve Ardılı” isimli kısa öyküsünü çeviriyor. Celâl Üster, Miró’nun ilk cümlelerinden, kısa süre sonra gönül vereceği Juan Rulfo’nun anlatımıyla benzerlik olduğunu imlemiş:

 “Tren Orihuela’nın meyve bahçeleriyle kaplı düzünden geçmekteydi. Görünüm kayıp gidiyor, ardında iri, kara kendirleri, güzel portakal ağaçlarını, yeşil tepecikler arasındaki keçiyollarını, ağaçların, yolların yabanıl güzelliğini sürdüren, ince çubuklu kütükten damlarıyla, yamalı, beyaz evleri ve hoş kokulu otlar yüklü bir arabayı resimliyordu…” (Bkz. sayfa: 18)

(Çeviri uğraşının başlarında olan genç çevirmen için Juan Rulfo, gerçek bir aşka dönüşecek. O çevirmen, çevirmenlikte elli yılı geride bıraktıktan sonra dönüp baktığında—birbirlerine ne kadar zıt olsalar da— bir Borges’ten bir de Juan Rulfo’dan “yakasını sıyıramadığını” söyleyecek.Belki de başka hiçbir yazar veya şair, kendi iç âlemine, edebiyatla ilgili düşüncelerine böyle yoğun ışık tutmadığı için.)

Memet Fuat Okulunda…

70’ler; Celâl Üster için Robert Academy’den Laleli ve Beyazıt dolaylarına,İngiliz Dili Edebiyatı Bölümü’nün merdivenlerine tırmanılan yıllar. Cağaloğlu’ndaki Vilayet Han. Yeni Dergi, de Yayınevi. Memet Fuat. Fuat’ın yalnızca Celâl Üster’in değil bütün bir kuşağın edebi beğenisinde, gelişiminde çok önemli bir rolü oluyor.

“Süslemenin yapıt ve yazar adlarının önüne geçmediği, kitabı yalnızca kendisi olduğu için sarıp sarmalayan kapaklı” kitaplar yayımlanırmış de Yayınevi’nde. Ülkü Tamer’in AndreMaurois uyarlaması, Murat Belge’nin Joyce ve Faulkner çevirileri, Behçet Necatigil’in Rilke: Malte Lauridis Brigge’nin notları.Akşit Göktürk çevirisiyle Walter Kaufmann’ın Dostoyevksi’den  Sartre’a Varoluşçuluk”u. Çehov, Büchner, Lorca, Borchert veya Pinter’in tek perdelik oyunları. Profesyonel tiyatroların yanı sıra lise, üniversite tiyatroları, gençlik tiyatroları ve amatör tiyatrolar.

Üster’in, çevirdiği öykülerden birini,Juan Rulfo’nun Bize Toprak Verdiler’ini, Yeni Dergi’de yayımlanır umuduyla Memet Fuat’a götürmesi çeviri yaşamında dönüm noktasını teşkil ediyor.Bize Toprak Verdiler’in Yeni Dergi’de yayımlanışı, Memet Fuat’la geliştirilen bir nev’i usta çırak ilişkisine yön veriyor. Celâl Üster, Memet Fuat’ın gerçek bir düşünceye saygı adamı olduğunu ifade ederek,“Yolun dergiye düştüğünde daha önce teslim ettiğin çeviriyi mutlaka okumuş olurdu,” diyor.“Daima açıksözlü, ama hatalarını seni hiç kırmadan önüne seriyor. Bazen senin kullanmış olduğun bir sözcüğün, bir deyimin yerine bir başkasını öneriyor; ama nasıl beceriyorsa, seni hiç küçümsemeden… Her gidişinde oradan biraz daha donanımlı ayrılıyorsun.”

Çevirmenlikte ilerlerken, usta çevirilerin usta eserlerini didik didik ediyor Celâl Üster. Sabahattin Eyüboğlu’nun, Can Yücel’in, Cevat Çapan’ın, Akşit Göktürk’ün çevirilerini oburca sindiriyor. İncelediği çevirmenlerin “yalnızca çeviri uğraşına yaklaşımlarından bir şeyler kapmaya çalışmakla kalmayıp, kullandıkları sözcüklere, söz dizimlerine, deyimlere eğilerek dilimizin olanaklarını öğrenmeye” itina gösteriyor.

“Ayrılamadığı kitapların”ilki, tam o dönemlere denk geliyor.Biri; Fener, Gece ve Yıldızlar… 1963’te Memet Fuat’ın de Yayınevi’nden Behçet Necatigil çevirisiyle çıkan Fener, Gece ve Yıldızlar (Wolfgang Borchert), ömrü boyunca Üster’ihiç bırakmayan “pardesü cebi” kitaplarından. Borchert’in şiirlerine gönül vermesinde, kuşkusuz, Necatigil’in “o şiirleri bizim dilimizde söyleyişindeki ustalık karşısında yeni yetme bir çevirmen olarak kapıldığı hayranlığın” payı sonsuz. Şiiri en iyi şairler çevirir savına tüm kalbiyle katılıyor,“Gerçekten öyle çevirmenler, daha doğrusu öyle ozan çevirmenler vardır ki yabancı dilde yazılmış çoğu şiiri dilimizde yeniden” kurmuşlardır; “dünyanın şiirini Türkçe söyletmişlerdir,” diyerek.Tıpkı Orhan Veli, Behçet Necatigil, Oktay Rıfat, Cevat Çapan gibi…

Öteki Kitapların Hikâyesi

72-74 yılları arasında Mamak’ta geçirdiği dönemin—Türkçeye kazandırdığı dört kitapla—çeviri dağarcığına azımsanamayacak katkıları olduğunu okuyoruz. E Yayınları’yla çevirisi için önceden anlaştığı Famine (Kıtlık); Burry My Heart at WoundedKnee (Kalbimi Vatanıma Gömün), The Game of Chess (Satranç Oyunu) ve TheShadow of a Gunman (Sahte Pehlivan ya da Somun Pehlivanı). Kelimelerle hikâyelerin peşinden savrulmanın bir süreliğine bedensel hapse mahkûm olan bir genç için —sözlüklerin bile toplanabildiği ortamda—başlıbaşına bir özgürlük, bir sağaltım olduğundan dem vuruyor. E Yayınları’nın başında bulunan Aydın Emeç ile Cengiz Tuncer’in o ortamda kendisine kitap göndermeyi göze almalarının unutulmaz bir destek olduğunu belirtiyor.

Julius Fucik’in,Prag’daki Pankrac Hapishanesi’nin bir hücresinde “celladın ilmiğinin gölgesinde”gizlice yazdığı notlarından oluşan Darağacından Notlar’ını 12 Mart darbesinin gölgesinde çevirmeye başlıyor.(Çeviri 12 Mart’ın kör kuyusunda kaybolup gitmiş.)

Bir başka Çek yazar Jaroslav Hašek’in ünlü Aslan Asker Şvayk’ını ise eserin 1963’te Arena Tiyatrosu’ndaki sahne uyarlamasını izledikten kırk üç yıl sonra çevirme imkânı buluyor.Bir Birinci Dünya Savaşı yergisi olan Aslan Asker Şvayk ile gestapo postalları gölgesinde, darağacının ürkünç karanlığında direniş hikâyesi olan Darağacından Notlar, benzer şartlardan geçen ülkenin izdüşümlerinden biri oluyor.

Ardından,“Bir Homeros Gecesi”nden kalanlara yelken açıyoruz. Ve onun ardından, yalnız yazarlığıyla değil fotoğrafçılığıyla da tek bir dil konuşan Juan Rulfo’ya. Celâl Üster, Rulfo’nun önce okuru, sonra çevirmeni oluyor. Onun Latin Amerika’da yeni roman akımıyla bütünleşen iç monolog, bilinç akışı, geriye dönüş, bakış açısını kaydırma tekniklerini ilk defa kullandığını; yazıları ile imgeleri arasında insanı hayrete düşüren bir akrabalık bulunduğunu fark ediyor.

Yine önce okuru, sonra çevirmeni olduğu Borges’in, hemen hemen tüm kitaplarını Türkçeleştiriyor.(Alçaklığın Evrensel Tarihi,Yedi Gece,Atlas,Düşsel Varlıklar Kitabı, Bir Ada Bir Kıta: İngiliz Edebiyatına Giriş ve Amerikan Edebiyatına girişBorges Sekseninde)

George Orwell’ın iki başyapıtını, 1984’ü veHayvan Çiftliği’ni çevirebildiği için kendini talihli sayıyor;“bilinmeyeni keşfetmenin sadece Sinbad veya Kopernik’e vergi olmayabileceğini, her insanın bir kâşif olduğunu”Borges’in diliyle imleyerek.

Borges’le birlikte, çeviri süreçlerinin,beğenilerin ve eleştirilerin daha boyutlu irdelendiği diğer bölümlerde, Celâl Üster, aslında has çevirmen kimdir sorusunun yanıtlarını veriyor.

Nedir şu Has Çeviri dedikleri… Kimdir Has Çevirmen?

Kabaca değinirsek;bir kere dil sevdalısı, kelime meraklısı olmalı, sözcükleri sevmeli, onların peşlerine takılıp bulutlara çıkabilmeli. Bunun için oburcasına okumalı, araştırmalı; çeviri yaptığı yabancı dile hâkimliğin yanında ana dilinin tüm olanaklarını seferber etmeli. Farklı alanlarda ilgi ve bilgilerini geliştirerek antropoloji, etnoloji, arkeoloji, dilbilim, sosyoloji, felsefe ve edebiyat gibi birbirinden farklı alanların birikim ve olanaklarını birbirini destekleyecek şekilde birleştirebilmeli. Sözcükleri, terimleri, sözcük dizimlerinden oluşan kaleyi fethedebilmeli. Grameri bilip pasaklı Türkçeden kaçınmalı.

Yeni ifade biçimlerine, arayışlarına hazır ve gönüllü olmalı ehil çevirmen; ama keşfin sıkı bir “klasik” temelin üstünde inşa edileceğini de bilmeli. Dünya edebiyatının yanı sıra Türk edebiyatını da Divan Edebiyatı geleneği dâhil su gibi içmeli. Eskinin yanına yepyeni bir edebi düzen getiren Garip Akımı’nın en etkin şairlerinden Orhan Veli’nin, Divan şiirini sular seller gibi bildiğini biliyor muyduk?(Aynı durum resimde modern resmin temsilcisi kimliğiyle Picasso için de geçerliydi.)

Sözlüklerle de arkadaş olmalı. Sıkılmamalı yoldaşlıklarından. Gecenin bir köründe aklına takılan bir sözcük için devasa sözlükleri karıştırabilmeli.Çevirisine hazırlanmalı. Çevirisini daha sağlam bir kavrayışla kotarabilmek içinyüzden fazla kitabı okumayı göze almalı. Komşu dilde olanı en güzel Türkçeyle aktarmalı. Çevirdiğinin, kendi dilinde özgün bir yapıt olduğunu bilmeli.

Sonrasını bırakalım Bir Çevirgen’in Notlarıkonuşsun…

edebiyathaber.net (27 Şubat 2019)

Yorum yapın