“Büyük kapatılma” devam ediyor! | Emek Erez

Mayıs 23, 2014

“Büyük kapatılma” devam ediyor! | Emek Erez

10250077_620012381417601_6630175859790033468_nKapatılma başlığı ile yayımlanan Teorik Bakış dergisi 4.Sayı, Michel Foucault’nun Deliliğin Tarihi kitabında “Büyük Kapatılma” adını verdiği kavramdan yola çıkıyor. Descartes’ın aklȋ ve olmayan ayrımından yola çıkan bu kavram; zamanla kendi dışında olanı “farklı”, “öteki” olarak kuran iktidarların, disiplinel uygulamalarının bir parçası haline geliyor. Dergi; hapishane, okul, yayıncılık, uydu kentler ve serbest bölge adı verilen çalışma mekȃnlarında, kapatılmanın nasıl devam ettiğini daha çok tanıklıklardan yola çıkarak anlatırken, bir yandan da kapatılanların dayatılana karşı geliştirdiği direniş biçimlerine odaklanıyor.

Kapatılma, günümüz toplumunda da kuşku götürmez biçimde varlığını devam ettiriyor. Psikiyatri kurumları, kapalı eğitim kurumları, sığınmacı ve mülteci kampları, huzur evleri, kışlalar, esir kampları, askeri ceza evleri, sivil hapishaneler ve F tipi cezaevleri kapatılmanın kurumsal varlığının gözle görülür delilleri olarak karşımızda duruyor. Dergi, kapatılma mekȃnlarını incelerken; Goffman’ın “total kurum”, Agamben’in “kamp” ve Foucault’nun “disiplinel kurum” kavramlarından yola çıkarak, bu kuramsal çerçevenin bir bakıma pratikteki karşılığını gözler önüne seriyor.  Goffman total kurumu; bir süre için toplumun genelinden koparılmış ve resmi yönetimlerce sınırlandırılmış bir hayat süren, çok sayıda bireyin kaldığı yer olarak tanımlar. Total kurumların temel özelliği hayatın farklı faaliyet alanlarının aynı mekȃnda gerçekleşmesidir.  Bu kurumların amacı; kapatılanın kimliksizleşmesi, kişiliğin ve benliğin dönüşmesi, kapatılma süresinin uzunluğuna bağlı olarak bireyin kültürsüzleştirilmesidir. Disiplinel kurum kavramı ise Michel Foucault’nun Hapishanelerin Doğuşu kitabında bahsettiği bir kavram. Bu kurum iktidarlar tarafından; “tehlikeli”, “sapkın”, “anormal” olarak kurulan öznelerin, gözden ırak bir yerde tecrit edilmesiyle vücut buluyor. Foucault’nun ifadesiyle bu kurum farklı olanın “piyanonun ayakları gibi” gizlenmesini sağlıyor. 18. Yüzyılda ortaya çıkan bu yeni durum iktidarın yeniden şekillenmesinin bir tezahürü olduğu gibi aynı zamanda kendisini doğrudan ve maskesiz olarak gösterdiği bir hal alıyor. Disiplinel kurumlar, tıpkı total kurumlar gibi kapatma gerektiriyor, bu diğerlerinden ayrılmış ve kendi üzerine kapanan bir mekȃn anlamına geliyor.  Foucault, Goffman’ın kurumsal bir analize tabi tuttuğu kapatılma mekȃnlarının sınırlarını aşar; genelevler, dinlenme evleri, psikiyatri klinikleri, hapishaneler ve huzur evleri ona göre, hepsi disiplinel kurum özelliği gösterir. Disiplinel kurumların amacı; “terbiye etme”, “ehlileştirme” ve itaatkȃr bir beden üretimidir. Baskı veya bedel ödetmenin ötesinde tek kelimeyle ifadesi “normalleştirmedir.”

Kamplar ise, Agamben’e göre; dünya üzerinde görülmüş en mutlak “insanlık dışı” durumların gerçekleştiği yerlerdir. İstisna hȃlinden ve askeri hukuktan doğan bu yerler; egemen iktidarın istisna halini bir bakıma kurumsallaştırması ve daimi bir uygulama alanı haline getirmesi anlamına gelir. Her türlü hukuki korumanın ortadan kalktığı bu silik alan en mutlak biyo-politik alan anlamına da gelir çünkü kampta bulunanın bedeni dışında hiçbir varlığı yoktur.

foucault01Teorik Bakış dergisi bahsettiğimiz bu kavramlaştırmalar üzerinden, hapishaneler ve onların dışındaki kapatılma mekȃnlarını konu alıyor. Hande Topaloğlu ve Öndercan Muti’nin 12 Eylül hapishanelerinde gündelik yaşamı konu alan makalesi; direniş ve örgütlenme belleğine gönderme yaparken, hapishanelerde egemen olan baskıya karşı geliştirilen “uzlaşmaz” tutumun nasıl bir “alt kültür” ve direnişe karşılık geldiğini tanıklıklara dayanarak anlatıyor. Ve 12 Eylül hapishanelerinin bellek mekȃnı olarak varlığını sürdürdüğüne vurgu yapıyor.

Dennis O’Hearn’e ait makale; küreselleşme ile her alanda ortaya çıkan bağlantının hapishane sistemleri için de geçerli olduğunu ortaya koyarken, hapishanelerdeki direniş pratiklerinin de sınır ötesi göç ettiğine ve birbirlerini etkilediklerine değiniyor. Seçil Doğaç’ın küçük grup tecritleri ile ilgili yazısı; tek kişilik tecrit ile küçük grup tecridi arasındaki farkın nicel bir meseleden öte bir sorun olduğuna gönderme yaparken, Sarah Caunes’ın makalesi;1990’lı yıllarda siyasi mahkȗmların kolektif örgütlenme süreçlerine, gündelik yaşamın özerk biçimde düzenlenmesi ve mekȃnın denetimi konularındaki stratejik mücadele alanlarına odaklanıyor. Bu dönem hapishane direnişleri gündelik yaşamın, tutsakların denetimine alınmasını sağlarken, Deleuze’un deyimiyle kaçış noktalarını ve gedikleri uzamsal boyutta irdelemeye de imkȃn sağlıyor.  Ayrıca bu direnişler bir bakıma “iktidar yaşamı hedef aldığında, yaşam iktidara direniş olur” cümlesinin de karşılığı oluyor.

Mustafa Eren’in özel ihtiyaçları olan mahpuslar ile ilgili metni ise Türkiye hapishaneleri; kadın, çocuk, engelli, yaşlı yabancı uyruklu, hasta ve LGBTİ bireylere uygun mu? Sorusuna yanıt arıyor. Elif Yılmaz’ın makalesi “kapalı” olan ceza evlerinde çalışmanın güçlüklerine değiniyor ve bu mekȃnlarda çalışan herkesin bir anlamda kapatılmanın parçası olduğuna gönderme yapıyor.

Derginin hapishaneler dışındaki kapatılma mekȃnlarından söz ettiğine de değinmiştik. Serhat Aslan’ın Yatılı ilköğretim okulları ile ilgili yazısı özellikle Kürdistan’da bu mekȃnların; devletin, kontrol ve biçimleme mekanizmasına dönüştüğünü gözler önüne seriyor. Ayrıca modernist bir bakışla bu durumun “medenileştirme” olarak adlandırılması da önemli bir ayrıntıyı oluşturuyor. Ancak yine burada da öğrencilerin hijyenik olan düzeni, bozmaya yönelik eylemlilikleri olduğu gözleniyor. Feryal Saygılıgil’in Serbest Bölgeler ile ilgili makalesi bu bölgelerdeki insanların “yaşam nedir ki?” sorusunu soracak kadar disipline edici uygulamalara mȃruz kaldığını gösteren deliller içeriyor. Tek tip kıyafetler, çalışma arkadaşıyla konuşma yasağı, tuvalete gitme f-tipisınırı, çalışanların isim yerine numaralarla adlandırılması, Agamben’in kamp kavramını karşılar uygulamaların geçerli olduğu bir mekȃn tahayyülü sağlıyor.

Dergide ayrıca, Aslı İkizoğlu Erensu, kapatılma mekȃnı olarak ele aldığı uydu kentleri Foucault’nun güvenlik kavramı üzerinden değerlendirirken, İrfan Sancı’nın Sel Yayınları özelinde, yayıncılık sektöründe devletin disiplinel, ehlileştirici uygulamalarını konu aldığı yazısı, kapatılmanın her alanda hüküm sürdüğünü gösteriyor.

Kısaca Teorik Bakış 4. Sayı, Michel Foucault’nun sıklıkla başvurduğumuz şu sorusuna yanıt arıyor: Hapishanelerin, fabrikalara, okullara, kışlalara, hastanelere ve bütün bunların da hapishanelere benzemesi şaşırtıcı değil mi?

 

Yorum yapın