
Kahverengi[1] Özgür Soylu’nun dördüncü eseri. İlk iki kitabını öykü, üçüncüyü uzun öykü olarak niteleyen yazar bu kez bir romanla okur karşısında. Kahverengi, Aleni Kitap etiketiyle bir yıl önce yayımlanmış. Kırmızı ve Siyah ’ta, siyahı anlatan Stendhal’a bir selam yollandığını ve kendini kızıl gören ya da zanneden kahverenginin anlatıldığını okuyoruz arka kapakta.
Kahverengi’nin alt başlığı Yardımcı Karakterin Romanı. Deniz ve Ulaş adlarını taşıyan iki kardeşin büyüme öyküsünü ele alan romanın anlatıcısı Deniz’in, kendini yardımcı karakter olarak görmesi romanın temel sorunsallarından yalnızca biri. Üstelik Deniz yardımcı karakter de sayılmaz, gerektiğinde inisiyatif alabilen birisi. Temkinli hareket etmeye çalışması nedeniyle kendini böyle gördüğü anlaşılıyor. Temkini değil atılgan olmayı önceleyen erkek dünyası içinde şekillenen bir yargı.
Romanın otokurmaca özellikler taşıdığını ileri sürmek yanlış olmaz, zira hayatın içinden olduğu kadar kişisel olduğunu düşündüren detaylara sahip. Özellikle ailenin köyde geçen yaşantısına dair detaylar ve başka bir kentte devam eden okul günleriyle ilgili aktarılanlar otokurmaca olduğu izlenimini güçlendiriyor.
Kahverengi çocuk Deniz’in ve ailesinin hayatının ele alındığı birinci katman ve üniversiteli Deniz’in gözaltı sürecinin hücreden aktarıldığı ikinci katmanın iç içe geçmesiyle, iki farklı düzlemde ilerleyen bir kitap. Roman, gözaltına alındığı için hücrede tutulan ve sorgu sırasını bekleyen üniversite öğrencisi Deniz’in kafasından geçenlerin bilinç akışı tekniğiyle aktarıldığı bölümle başlıyor. Okuru hücrede bir gencin zihnine davet ederken; iç hesaplaşma, çözülme korkusu, direnme temrinleri, işkence beklentisi, belirsizliğin yarattığı gerilim gibi pek çok değişkenin etki ettiği bir zihinsel pratiği okura sunuyor. Oldukça işlek ve gerçekçi biçimde ele alınan gözaltı sahneleri, doksanlı yılların devrimci mücadeleye ilgi duyan gençlerine yabancı gelmeyecektir.
Deniz ve Ulaş isimlerinin yarattığı çağrışımlara uygun bir aile ortamı resmedilir. Baba Haydar köy öğretmenidir, 12 Eylül sonrası köyün bazı gençleriyle birlikte Haydar öğretmen de gözaltına alınır, işkence görür, sürgün yer; aile elbette bu durumdan etkilenir ancak çocuklar babalarına hayrandır. 12 Eylül’de çocuk olanların zihninde hâlâ canlılığını koruyan tanıklıklar, üzerinden onca zaman geçmiş olmasına karşın canlılığını korumaya devam eder. 12 Eylül’de beş- altı yaşında olan çocukların o dönemi detaylıca anımsamasına şaşıranlar olabilir. Ayakların altından zeminin kaydığı, ailelerin dağıldığı, kitapların gömüldüğü ya da yakıldığı, gençlerin işkencede yok edildiği dönemin anımsanmasından daha doğal ne olabilir? Apolitik ailelerde bile o dönemin izleri devam ederken, politik mücadeleye omuz veren ailelerin yaşadıklarının unutulması beklenemez elbette; çocuk olsalar da. Babam DİSK’li bir işçiydi 12 Eylül’e girilirken, ben de henüz beş yaşında bir çocuktum. Ancak kişisel tarihimde anımsadığım en eski anılar arasında maalesef Abdi İpekçi suikastı, kurşunlanan işçi servisleri, sağ sol kavgası, babam eve geciktiğinde annemin kapıldığı telaş ve korku var. Ayrıca 12 Eylül’de çocuk olanlar doksanların üniversite öğrencileridir. Doksanlar 12 Eylül’ün silindir gibi geçtiği sınıf mücadelesinin yeniden canlanmaya başladığı yıllardır aynı zamanda. Öğrenci kantinlerinde, hayatı dönüştürmeye dair umut ve heyecanımızın odağında sohbetler ederdik, bir de gözaltına alınırsak ne yapmamız, nasıl davranmamız gerektiğini konuşurduk. Okurluğumuz da bu doğrultuda şekillenmişti. Şimdi çoktan uzak bir geçmişin parçası olan o günlerin romantik gençlerine Özgür Soylu’nun romanında rastlamaktan mutlu oldum. Farklı kentlerde, başka üniversitelerde benzer kaygıların güdülmesi, aynı sorunlarla karşı karşı kalınması, ülkede öğrenci hareketlerine dönük sistematik baskının sonucuydu elbette. Hepimiz bu baskıdan payımıza düşeni aldık.
Kahverengi’de yine oldukça ilgi çekici olan bir diğer izlek alevi bir ailenin yaşadıklarının doğrudan anlatılması. Genellikle üstü kapalı biçimde ele alınan bu konuya Özgür Soylu bodoslama dalmış. Aleviliği farklı boyutlarıyla bu kadar sahici ve çekincesiz anlatan başka bir roman varsa da bana henüz denk gelmedi. Alevi ailede büyümeden kaynaklı kimlik özellikleri yanı sıra, Alevilere yönelik önyargı ve baskı sarih biçimde ele alınarak, pansiyonlu bir okulda eğitim almak için köyünden ilk kez ayrılan Deniz’in yaşadığı ayrımcılık, ötekileştirme ve baskı gözler önüne serilmiş.
Kahverengi bol müzikli bir roman; dinlenen şarkılar, türküler, marşlar, kasetler, devrin şarkıcıları, grupları ve polemikleri sıkça yer bulmuş. Hatta o yıllara özgü Zülfü Livaneli mi Ahmet Kaya mı polemiği bile. Doksanlı yıllarda sol müzik kültürü oldukça gelişkindi, her kesimden insanın dinlediği popüler şarkılar vardı. Kahverengi okurunu seksenlere, doksanlara götürürken özellikle o yıllarda üniversite öğrencisi olanların kendilerinden çok şey bulabileceği nostaljik bir roman evreni inşa etmiş. Genç okurlarsa o yıllara dair çok şey öğrenebilir Kahverengi ’den. Her şeyin ne kadar hızla değiştiğine tanık olarak.
Kahverengi politik ve toplumcu gerçekçi çizgide bir roman. Yeni toplumcu gerçekçi demek daha doğru belki de. Zira öncüllerinden oldukça farklı. Bu farkı en başta yazarın dili ve kullandığı teknikler belirliyor. Postmodern ve modern anlatı tekniklerinden adeta bir kolaj oluşturmuş Özgür Soylu. Klasik anlatı, bilinç akışı, mektup, oyunsuluk iç içe geçmiş. Anlatı tekniği olduğu gibi anlatıcı, zaman, mekân da değişiyor. Oldukça dinamik ve akıcı bir roman. Yer yer argoya kayan dili mizahi ve cüretkâr, insan hayatında cinsellik yokmuş gibi de yapmıyor. Açık sözlü bir roman Kahverengi, karakterlerin ve yapıların hiçbirini kayırmıyor, olumsuz yanlarıyla birlikte ele alıyor. Yalnızca karakterleri değil sistemi ve otorite biçimlerini sorgulayıp, eleştiriyor. Bu açık sözlülük birilerini rahatsız edecek kertede. Rahatsız etmek edebiyatın işlevlerinden biri, yazar da bunun farkında.
Otokurmaca özellikler taşıdığını düşündüğümü yazının başında söylemiştim. Yazının sonuna yaklaşırken bu durumdan kaynaklı bir probleme değinmek isterim. Otokurmaca yazarken, kişisel tarihimizde bizim için önemli olan ancak okuru çok da ilgilendirmeyecek bazı detaylar romanın uzamasına ve anlatının bağlamından uzaklaşmasına yol açabilir. Örneğin romanda aileyle gidilen piknik var olmasa da romandan pek bir şey eksilmeyeceği söylenebilir. Ya da kardeşlerin teyzelerine yaptıkları ziyaretler. Bunlar romanın temposunu düşürmemekle birlikte hacmini artırmış.
Kahverengi’nin devamının geleceğini tahmin ediyorum, zira Deniz gözaltındayken, sorgu ve dolayısıyla işkence sırasını bekliyorken roman bitti. Sonrasında yaşananları okur olarak merak ettim, sanırım diğer okurlar da merak etmiştir. Bakalım Özgür Soylu bu konuda ne diyecek?
[1] Özgür Soylu, Kahverengi, Aleni Kitap,2024, 394 sayfa.



















