Bir Yazar Adayına Mektuplar: 7 Yazarak Gitmek | Feridun Andaç

Aralık 30, 2025

Bir Yazar Adayına Mektuplar: 7 Yazarak Gitmek | Feridun Andaç

Aslında size dolmakalemle yazıp iletmeyi çok isterim. Burada bu tür yazı karakterlerini seçmem de biraz bu yüzden. Bir tür ifade biçimi, çünkü siz bana öyle yazma duygusunu veriyorsunuz. Öncelikle bunu belirteyim.

Şaşırtıcı bir yolculuğun başlamış olması bir ân duralattı beni! Nedenini bilmiyorum. Ama bugün yazdığınızı okurken, özellikle de Portofino fotoğrafını gördükten, oraya dair yazdıklarınızı okuduktan sonra; “Tanrım, ne kadar aynı yöne, aynı duygularla bakıyormuşuz,” dedim içimden. Orada bekleyen, bu geç gelen ne, durup ona baktım bir süre…

İtalya’nın kuzeyine gittim, Roma ötesine geçmedim henüz. Ama hep aklımdadır bu kıyılar, ve bir  gün gidilecek diye bakarım.

Galiba sizin içinizdeki çocukla bu duyarlıklı haliniz beni çok etkiledi. Gerçi en çok konuşan yanınızdaki yazmayan arkadaşınızdı. Bizlerin konuşmasına pek fırsat vermediğinden, o ânı da yeterince anlamlı kılamadık.

Gene yazdıklarınıza  dönersem, önünüzü açabilmek için bir anlatıcı olmak gerek öncelikle. Yani sürekli yazmak, bir ressamın eskiz çizmesi gibi…

Bu halinizden yansıyanlara dayanarak söylüyorum tabii ki. Madem buradan söz ettim, yazdıklarınıza da sondan başlayayım.

Evet, adım çoğu yerde “eleştirmen”e çıksa da, eleştirmeyi sevmem. Öyle yıkıcı eleştiriler yaptığım da söylenemez. Çözümleyici/kavrayıcı/yönlendirici eleştiriden yanayımdır her zaman. Size dönük olacaklar eğer olursa, bu yönde olabilir ancak.

Sanırım okuma defterlerine kavuşmanız, hemence de yazmaya başlamanız iyiye işaret!

 Zamanla onların arasında gezinip yazar okumasını nasıl yapabileceğinizi de öğrenmiş olacaksınız.

Bugün, benim Beyoğlu’ndaki mutat mekânlarımdan Fıccın’a gittim. Ki, bir gün sizinle orada yemek yemeyi, oturup hayata ve yazıya dair söyleşmeyi isterim.

Sabah uyandığımda dilimde sözlerini bilmediğim bir ezgi vardı. Önceki gün gene o mekânda oturup çalışırken bir belgesel çekiliyordu. Oranın mutfağından sorumlu Mutlu Hanım, çekim sırasında bir şarkı söylemişti Osetçe dilinde. Ezgisine tutulmuştum. Çekimde tercüme ettiği bir dize aklımda kalmıştı: “Gözlerime söz geçiremiyorum!” Bugün  ona bunu türküyü bir kez daha söylettim. Şarkının Türkçesini yazdım. Ve o ezgi düşmedi bir türlü dilimden.

Şimdi yazdığınıza dönerken, evet galiba fotoğraflara da  bakarken “gözlerime söz geçiremediğimi”  anladım.

Biraz da bundan kaygılandım ilkten, ikircikli oldum…Zira bu duyguyla bir deneme yazmaya başladım bile.

Şimdi siz, “keşke sizin gözlerinizden benim hafızama direk bir bağlantı olsaydı,” derken durup düşündüm, şaşkınlığım daha da arttı. Gene de dayanamadım, bu ifadenizi denememe kattım.

Bakın meraklı olan öğrenir, sizde de bu özellik var bence; hiç kaygılanmayın.

Benim asıl sizden istediğim tüm okumalarınızın üzerinden size yansıyan  duygular/ düşünceler/ çağrışımlar nelerdir onları yakalayıp yazmanız.

Tabii ki her yazardan farklı şeyler yansır, farklı şeylerle yola çıkarsınız. Alacaklarınız da öyledir. Marquez “büyük aile”de büyümüştür, eminim ki ondan yansıyanlar sizi zenginleştirecektir. Dönüp kendi aile öykülerinize de bakacaksınızdır. Paralel bir okumayı yapmak için Yüzyıllık Yalnızlık romanını seçmelisiniz.

Tek başına bir yaşamınızın olduğunu tahmin etmiştim. Bir başına yaşamın iyilikleri var elbette, zorluklarını ise erkek bir çocuk büyüten bir anneye, bir babaya sormak gerekir sanırım. Gene de kendi başınıza yazmak için bir ortamınız, hatta özgürlüğünüz var. Bunu iyi değerlendirin derim.

Yazdıklarınıza dönük şeyler yazmak istemiyorum şu ân, ama, gene de sözlerimin ucuna geliyor bazı imleyişler; durmalıyım değil mi gene de burada. Çünkü tek bir yazı üzerine ancak birkaç şey söylenebilir; genel yargı o kadar. Daha çok yazmalı, okutmalısınız.

Gelip bir süre, hatta dilediğinizce, bu masalarımdan birinde çalışabilirsiniz. Üzülmeyin, on beş günde bir eve gelen bir yardımcı hanım var, bunlarla ancak baş edebiliyorum.

En azından bir yazarın çalışma ortamı görmek ilham verici olabilir.

Sizin bu yolculuğunuzu renklendirmek gene size kalmış bir şey. Ben ancak size bir yön çizip önünüze bir harita koyabilirim. Sizin sabrınız, tutkunuz, sadakat ve bağlılığınız bunu sürdürtebilir.  O edenle gitmeyi seçin derim. Ama her yere, her şeye…

İnsan önce kendisi için okur, sonra yazacakları için. Bazen de okurlar/ı için okuduğu olur ki o da bir başka kıyıya çağırır onu. Sizi okuduğunuz kitaplardan ötürü eleştirmek aklımın ucundan geçmedi, geçmez de. “Doğru okumalara çağrıdır olsa olsa benimkisi.

Son yazdığım ne mi, diyorsunuz.

Buyurun bir “yazı alıştırması”, o fotoğraflardan yansıyan, diyelim:

RÜZGÂRIN SENİN                                                                                      

Dilin ecesi yok, yalansız rüzgârsın demek. Sitem dağı fayda etmez, gülhatmi çayırından geçse de bakışlar. Hadi unut her şeyi. Avuntu kelebeği kıldın madem aramızdaki sözü, bir günlük ömür biç duygularına uzasın ömrün. Çıkar oradan sesini, sahi sen misin o göz, o gamzeli bakışlar. Peki o edilen sözün sahibi kimdi? Yaban dil avut kendini öyleyse. Oyun değil yaşamak, eğer bilirsen yaşamayı ama. Sıkışıp kalmış göze bakış gerek, dil gerek. Yalansızım demek için geç, unut demek için erken. Sesindeki kederi anlarım. Öylesine yığılı önündeki bulut, kanatsız kuş olsan fayda etmez. Bırakılmışsın, biliyorum, o gökyüzü senin bu gökyüzü benim diyemeyen bir aralıktasın. Gene de denemeliydin sesini sıcak bir bakışın dilini öğrenerek. Rüzgârım olsan nafile artık, diyemem sana. Sözünü yalnızlaştıran ne sorgulamam, ama sesini çoğaltanı anlamak isterim. Madem ki anlamadan baktın, çağır sözünü benden, al sıcaklığını. Yaban dil kıldın madem, yalan kıldın bir bakışı…Ah sen, geçimsiz güneş değilsin bilirim; suç çağı yaratmışsın kendine madem, bahane etmemeliydin öpüşlerdeki gamzeyi. Şimdi bir kıyıdayım; Taormina’dan geçiriyorum bakışlarımı. Uzak, güneşli deniz kentinde de değil gözlerim. Ki, almanı istemiştim onları, taşımanı…Sana bakınca gördüklerini bilmeni… Ama biliyorum ki şimdi sana uzakta, kıyısız bir Portofino gerek.

Yorum yapın