Bir yazar adayına mektuplar: 5 | Feridun Andaç

Şubat 13, 2024

Bir yazar adayına mektuplar: 5 | Feridun Andaç

Öyledir, bazı yazarlar, metinler ansızın karşınıza çıkar. Duralatır da sizi.

“Benim yazarım,” demesem de; yazdıklarına ilgisiz kalamadığım, okuduğum biridir Henry Miller.

“Yazmak Üzerine”yi (*) görünce hemen aldım. Beşiktaş Çarşısı’ndaki Rum İlkokulu’nda açılan Caffe Nero’nun arka bahçesinde kitabı okumaya verdim kendimi.

Üzerinde çalışmak istediğiniz kitapla ilgili notlarınız tam da bugün ulaşmıştı bana.

Size kısa bir not ilettim:

“rüzgârı önüme almıştım bir kez,

gitmeye karar verdiğimden beri içim alıp alıp veriyordu.

gidince karşılaşacaklarımdan ben sorumluydum, ama yüzleşebileceklerim… işte buydu beni ürküten. bazen gitmekle gitmemek arasında sıkışıp kaldığımı hissediyordum. hele sabah ki tartışmalarımızn iyice duvarlarımı yıkmıştı…

…romana için aklıma gelen böylesi notları yazacağım,

senin için yol açıcı olabilir diye düşünüyorum…

Daha uzun yazacağım elbette. Ama önce  bu okuma yolculuğumdan söz etmeliyim.

Yarın ki dersimizin konu başlıklarını çıkardım okumaya geçmeden:

  • Kendi sesini bulmak,
  • Çerçeve anlatı/iç anlatı> “Amok Koşucusu/Zweig”> okuma/çözümleme,
  • Dünyayı (nereden) okuyorsunuz,
  • Hayatınızın “dönüm noktası”nı anlatın,
  • Çalışma programınız,
  • Yazabileceğinizi kendinize kanıtlayın,
  • Meseleleriniz,
  • Sizde olmayan/olan (Ne?),
  • Kendini dövmek.

Henry Miller’a her döndüğümde yazıya/edebiyata “demir atmak” düşüncesi gelir aklıma.

Kendini yazıda tutmak, orada olmak, onunla yaşamak için var olmayı seçen biri.

Şimdi, burada, şaşırtıcı biçimde şu sözleri çıkıyordu karşıma, tam da size sözünü edeceğim konuda: Masa.

Yalnızca şu kadarını alıntılayayım buraya, diğerini tümüyle kitaptan okursunuz:

“Beni güvende tutan, salona koyduğum çekmeceli çalışma masası oldu; son elli yıldır babamın terzi dükkanında bulunan, çekmecelerinde tuhaf  andaçlar barındıran ve sonunda babam hastayken dükkandan yürüttüğüm masa…”

Size masalarımdan söz etmişimdir. Bunlar üzerine yazdığım bir yazımı da hatırlatmak isterim:

YAŞAMA,

ÇALIŞMA MEKÂNINDAN

İZLER/YANSILAR

Zaman zaman çalışma mekânımı bir “mabet”e benzetirim. Kutsanan, tapılası bir yer olarak gördüğümden değildir elbette. Bana sundukları, bende yaşattıklarıdır biraz da böyle düşündüren.

İnsan kendisine gerekli olanı kurarken düşlerinden, düşüncelerinden yola çıkar. Bu bir çalışma/yaşama mekânıysa eğer, orada olmasını istedikleri bunlara dair her şeydir. Ama o her şeyin seçilmiş, düşünülmüş, tasarlanmış, hatta imbikten geçirilmiş her şey olmasıdır belki de orasını bir “mabet” kılan…ve daha başka şeyler…

Sayısız yer/ev değiştirdiğimi söylemesem de gidip yaşamaya koyulduğum her yer/mekânın bende önce çalışma duygusu yaratmasını isterim. Dahası bunu orada kurup kuramayacağıma bakarım. Seçimim hep bu yöndedir. Işığa, sese, yönlere açık olması; çevresi, ulaşımı sonraki önceliğimdir.

Bir tını ararım ilkten. Tanımlanamaz bir şeydir bu. “İşte bu” dediğiniz ân yakaladığınızdır o.

Gözünüze güvenmeniz gerekir bu konuda. Çünkü mekân seçiminde alışkanlıklarınızı tümüyle  ona teslim etmişsinizdir.

Taşınma fikri çok çekici gelmese de yer değiştirmeyi severim. Soluk almak, yenilenmektir gitmek.

Bu nedenle kurduğum çalışıp yaşadığım mekânlara ebedi bağlı kalmam. Yani onlarsız yapamam diyemem!

Çalıştığım yeri bir “mabet” gibi görürüm evet; çünkü nereye gidersem gideyim, nerede çalışırsam çalışayım oraya dönme duygumu beslerim hep. Çünkü yazıevim aynı zamanda beni tanımlayan/tamamlayan bir yerdir. Yeryüzüne açılma merkezim, hayatla iletişimimin çıkış noktasıdır bir bakıma da…Yaşadıklarımla, okuyup biriktirdiklerimle, taşıyıp kurduklarımla, düşünüp düşlediklerimle beni buluşturan bir yerdir orası. Kolay vazgeçer, çabuk bağlanırım; çünkü bir yer, bir mekân kurma düşüncesi baskındır bende. Dünyanın neresine gidersem gideyim ya bunun arayışına girerim hemen ya da gözüme kestirdiğim bir yeri hemence kendime mekân edinir bezerim.

Zaman tutulmasındayımdır çünkü her ân. Yaşanana anlam katabilecek tek yerin salt kentte yaşamak olmadığını bilirim; gene de kentin bize taşıdığı kurmaca düşüncesine bağlanmanın bazen soluk almak olduğuna inanırım. Bundandır kentteki bir yeri yaşama merkezi kılmam… Zamanla  şunu anladım ki; çalışma mekânlarım her adımda çoğaladuruyor! Yaşadıkça, soluk aldıkça, gittikçe bunları öylesine çoğaltmışımdır ki okumanın, yazmanın, düşünmenin zenginliklerinin oralardan devşirildiğini düşünmüşümdür hep.

Gene de o “tek yer”i vazgeçilmez kılan bir büyünün olduğuna inanırım, ötesi inandırmışımdır kendimi. Bir aşka inanmak gibidir bazen bu…bir insana bağlanmak gibi hem…

Bazen arıların kovanına benzetirim. Burada biriken, örülen, bükümlenen her şey kendi düzenini yaratarak var olur. İşte o noktada da kendimi bir saka arıya benzetirim; ama içimdeki okuma/yazma/öğrenme arzusunu da kovanın prensi gibi görürüm. Çünkü buradaki her şey ona hizmet eder. Ben de onun koruyucusu/gözeticisi gibiyimdir. Her istediğine boyun eğerim onun!

Masa mı der, alır düzenlerim. Defter mi dedi, yedekleyerek çeşit çeşit yığarım önüne. Kalemlerden mi söz etti, renk renk biçim biçim dökerim… Çayını kahvesini, tarçınlı üzümlü kekini eksik etmem. Arada bir tütüne mi gitmek istiyor, göz yumarım. Müzik mi dedi; bilirim baroktan vazgeçmez, caz dinlemeyi sever, ara ara türkü çeker canı bilirim. Film koltuğu her zaman bekler durumda…Yemek kokusunu sevmez çalışma masalarında, bir de karmaşayı…Bilirim ki her şey yerli yerinde olmalı onun için.

Uyum ve uyumsuzluğu yaşarız onunla.

Kendi başına bırakmam onu hiçbir zaman…Onun öyle sandığı ân’larda bile, sıkıldığını anlayınca alıp çıkarırım dışarıya.

Kendi engelini yarattığını bilirim bölündüğü masalar ve odalarda. Gene de usanç duymadan yol almasının yolunun bu olduğunu bilirim ses etmeden. Beklerim yorulmasını. Sonra nasılsa çıkmak isteyecektir, dıştaki mekânlara kavuşmak derdine düşecektir.

Işığı sever, rengi ve biçimi de. Uyumdan yanadır çalışma mekânında. Her şey yerli yerinde olmalıdır ona göre. Eli gözü uzandığında görüp almalıdır. Bu nedenle kendi dokunulmazlıklarını kendi yaratmıştır.

İçindeki bu derin çalışma arzusunu besleyenin o “mabet” düşüncesi olduğunu bilirim. Ayrılmazları, vazgeçilmezleri vardır.

Nesnelere tutkuludur. Görmeyi ve dokunmayı sever. Düzenlenen bir çalışma mekânının önceliğinde bunlar vardır hep.

Kitaplığına baktığınızda neyi çalıştığını anlar, önceliklerinin neler olduğunu kavrarsınız hemen.

Bu yüzden üç ayrı mekâna bölmüştür kitaplığı ve arşivini. Burası yazıevi/yaşama mekânı işte o vazgeçemediği ve çalıştıklarıyla kuşatmıştır onu. Ev içinde beş ayrı mekânda yedi masaya bölünmüştür bu yüzden.

  1. Güvertede Açıklık:

Günün ve gecenin uzayan zamanını burada geçiririm. Günlüklerimi burada yazar, gündeş okumalarımın yazılarımın çoğu burada beni yakalar. Başucu dediğim kitaplarımın çoğu hemen masamın arka sırasındaki kitaplığımdadır. Elimin altındadır sözlüklerim, “değerli kitaplar” göz ucumda durur…Rus edebiyatı vazgeçilmezimdir, felsefi metinler, Faulkner, Proust yan yana durur…Ötede Pavese ve Kafka…Edward Said ile Rilke, Zweig ve Bachmann, Yourcenar ve Russell, Akdeniz, adalar ve Ortadoğu, Metis’in seçilmiş kitapları ve yabancı yazarlar üzerine albümler/biyografiler bu sıradadır. Bin Bir Gece Masalları ve Homeros, Dante’ye dair her şey ve yerli yabancı şairler, çalışma defterlerim…Gündeş çalışmalarımı içeren kitapların/defterlerin yer aldığı  küçük sepetçikler…Ve daha birçok şey burayı donatmıştır.

  • Sessiz Gölgede:

İçzamanı yaşadığım yerdir. Üç duvar kitaplıktır. Özel yazma/okuma seyrimin mekânıdır burası. Fransız edebiyatı, klasikler, benim yazarlarım, deneme/eleştiri/felsefe, yerli edebiyatın seçilmişleri, kent kitapları, Shakespeare/Camus/Sartre/Duras/Gide/Malraux; Steinbeck/Hemingway/Kundera/Eco/Fuentes/Borges…daha birçoğu ve bizim “1950 Kuşağı” yazarları bu odanın müdavimleridir. Anı ve biyografi kitapları, Melih Cevdet Anday, Salâh Birsel ve diğer deneme yazarlarımız; Payel, Can ve Yapı Kredi’den seçilmiş okuma kitaplarım kendi raflarını oluşturmuştur.

  • Sabahın Işığında:

Roman okuma/roman yazma masam bu mekânın sabah ışığına vermiştir kendini. Güneş doğmadan sabahı yakalarım her gün bu masada. Ve çıkmamışsam bir yerlere, Çarşamba ve Perşembe günlerim bu masada geçer. Çevresindeki kitaplıklarda kitaplarım defterlerim buna göre düzenlenmiştir. Calvino/Canetti, Heidegger/Foucault/Adorno/Nietszche /Barthes/Wittgenstein ve Frankfurt Okulu, İtalyan ve İspanyol edebiyatları, Erzurum kitapları, toplumbilim ve Türkiye/Dünya gündemini içeren kitaplar, Osmanlı tarihi, küreselleşme, kimlik/milliyetçilik, Balkanlar/Rumeli/Bosna ve etnik kimlikler üzerine kitaplar da bu mekânın müdavimleridir. Tanpınar, Atılgan, Vüs’at O. Bener, Pamuk, Şafak, DeLillo, Atay, Auster, Cemil Meriç, Rüshdie, Tanilli, Troçki bir aradadırlar…

  • Balzac/Stendhal/Flaubert/Yaşar Kemal/Çehov/Sait Faik Masasında:

Aynı mekânda yer alır bu masam. Bu dört romancı ve iki öykücüde yazma duygusunun dinmeyen bir ateş  olduğunu öğrenmişimdir. Çalışma mekânımda ömür boyu bir masaları olacaktır hep böyle. Çünkü onlarla her gün bir aradayım, her gün yola çıkıyoruz birlikte, her gün söyleşip dilleşiyoruz…Apayrı öyküsü olan bir masadır burası. “Söz Tufanı: Yaşar Kemal”  kitabı burada yazıladuruyor. “Sait Faik’in Belleği”  ada yolculuklarıyla biçimlenerek bir albüm-kitaba dönüşmeye doğru gidiyor. “Üç Fransız” için ise gün gün okuyup yazmanın sevincine tanık bu masa…Çehov için bir romans yazmanın seyrine çıkarıyor üstelik beni burası…

  • Son İşlemci/İletişim Merkezi:

Gene aynı mekânın bir başka masası orta yerdedir. Yeryüzüyle iletişimimi buradan sağlar, defterlerime yazdıklarımı buradan kayda geçerim. Jusdanis’in iyice zihnime yerleştirdiği “hipermetin” düşüncesini, kâğıtsız kalemsiz kalmamak kaydıyla, geliştirdiğim tek yerdir burası…1990’larda ilk “online-dergi”mizde yazan , sonra da “Edebiyat Penceresi”nde bunu geliştiren biri olarak zaman zaman buranın tutsağı olduğumu söyleyebilirim. Evet, bilgisayarsız bir yazı düşüncesi güç! Ayinin son durak yeri burasıdır her zaman…

  • İngiliz Edebiyatı Masası:

Holün genişçe mekânında yer alan masamın yanıbaşındaki İngiliz edebiyatı kitaplığım Dickens tutkumla başlamıştır. Duvardaki çizelge onun Londrası’nın anlatır. İngiliz edebiyatı yeryüzünün keşfini taşımıştır bana. Başka edebiyatlara gitmeye kanat açtırmıştır. Burada çalışmayı; Dickens’ın yanı sıra Lawrence, Hardy, Wilde, Joyce, Woolf, Durrell, Conrad, Murdoch, Beckett, Lessing, Forster, Barnes,  Fowles ile baş başa kalmayı her zaman öncelemişimdir.

  • Mutfakta Hayatın Nabzı: Gazeteler/Dergiler…

Gazete dergi okumam, hayatın gündeş akışını izlemem için mutfaktaki çalışma masam benden özel zamanlar ister. Ama belirlidir bunun zamanları da. Gün ortasına kalmam, kuşlukta yolum düşer oraya çoğunlukla. Arşivimi düzenlediğim, gündeş notlar alıp yazı çağrısını duyduğum yerdir burası.

Yerin ve zamanın izinde bir yazarsanız, okuma/yazma uğraşını hayatınızın vazgeçilmezi kılmışsanız bu türden mekânlar kurmak vazgeçilmezinizdir elbette. Yaptığımı bir iş, yazarlığımı da bir meslek olarak görmem. Yaşama biçimimdir bu benim. Ressam olsaydım eğer veya bir müzisyen, ya da atların tutkunu olsaydım veya  bir bahçe kursaydım eğer uğraşlarımın yönsemeleri ve araç gereçleri değişik olacaktı o kadar…Eminim ki gene bu türden mekânlar oluşturma düşüncesi beni bırakmayacaktı. Ama başka seyirlerde, bambaşka içeriklerde yol alacaktım…

Bir de dış mekânlarım/yerlerim vardır ki, bunları da anlatmak gerek. Bir de beni besleyen yazarların gittiğim, gözlediğim, hatta tanık olduğum mekânları…Onları da ayrı ayrı birer yazı konusu etmek gerekecek galiba! (Nisan 2012)

***   

Şimdilerde taşındığım Köyceğiz’deki yazıevimi, kütüphanemi düzenlerken bunların sayısını şimdilik üçe indirdim. Krokisini çizerek yaptırdığım, tam 23 yıldır kullandığım yedi çekmeceli masam benim güvertem gibidir.

Masanın bir yazarın her şeyi olduğunu düşünürüm.

Sizin camdan masanıza itirazım olmasa da; “gene de iyi” dediğimi hatırlarsınız.

Ahşap çekmeceli masa çok şey anlatır bence.

Yazıya, yazmaya dair her şey o çekmecelerdedir benim için. Makastan mürekkeplere kartuşlara, kalemlerden not kağıtlarına, etiketlere, tel zımbadan delgeçlere, ataşlara, postitlere, kalemlere…saymakla bitiremeyeceğim nice objelere kadar çekmeceler benim yazıyla, yazmak ritüeliyle ilişkimi anlatır.

Masamın üzerini ise beni tanımlar; okurluğumu, yazıyla yolculuğumu. Masabaşına geçtiğimde benim serüvenim başlar. Kurduğum bir ada gibidir masalarım.

Bu anlamda Miller’ın masasıyla ilişkisini anlatması hoşuma gitti.

Evet, benim de kök saldığım yerdir masalarım.

Zaman zaman masanın mucidini düşünürüm. İlkten, nedense, taştan masalar gelir aklıma, sonra kalın ceviz ağacı kütüğünden yapılmış yuvarlak masalar… Masanın evrimini düşünürüm. Baltanın üç yüz biçimle bugünkü halini aldığını okumuştum bir yerde. Eğer, bir gün, bir masa kitabı yazmak istersem; eminim ki o bilgiyle, tutkuyla çıkarım karşınıza.

Evet, sizin şimdiki masanızı soracaktım. Evinizde, demir atacağınız masanızı. Hadi, siz de bunu anlatın bana. Kendi sesinizi bulma yolculuğunuz nerede/n başlıyor?

Ne/yi betimlemek anlatmak istiyorsunuz bundan böyle, hadi konuşalım.

Bilin ki; masam, benim düşünce arenamdır aynı zamanda.  Soran, sorgulayan bakışlarım, okyanuslara açılan yelkenimdir.

Yeni konumuz:

  • Beyhudelik,
  • Bırakılmışlık,
  • Köklerimiz, her şeyi söylemek gerekmiyor,
  • Tökezlemek,
  • Hayata katkı yapmayan birini anlatın.

Ve, düşünmek için:

“Ne pahasına olursa olsun hayatta kalmak gerekmez; yaşam istenmeyen bir hal almışsa şayet, bütünüyle yanlıştır.” (Henry Miller, s.: 19)

Adorno’da bir hatırlatma:

“Yanlış hayat doğru yaşanmaz.”

(*) Henry Miller, Yazmak Üzerine; Çev.: Avi Pardo, 2023, Siren Yay., 248 s.

edebiyathaber.net (13 Şubat 2024)

Yorum yapın