Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu | Serkan Parlak

Ocak 5, 2018

Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu | Serkan Parlak

Mektuplar birbirinden ayrı kalmış insanların özlemlerini dile getirirlerdi. Toplum yaşantısı, dedikodu ve haberler üzerinden tarihsel belge niteliği taşıdıkları dönemler oldu. Yazarların da yazışmalarıyla yazınsal değeri git gide yükselen bir tür olarak dikkat çekti. Sanki kadınlara özgü bir türmüş gibi değerlendirildiği de oldu. Zamanla bu cinsiyetçi bakış ortadan kalktı. Sanatçıların, kurmaca mektup türünde yazdığı öykü ve romanlar ortaya çıkmaya başladı.

Son dönemde yapıtları birçok yayınevi tarafından yeniden çevrilmekte ve basılmakta olan Stefan Zweig, çok sayıda deneme, öykü, uzun öykünün yanı sıra ustalıkla kaleme aldığı yaşamöyküleriyle de ünlüdür. Tarihi karakterler üzerine yazdığı metinleriyle de ünlenen Zweig, elindeki malzemeyi kurmacaya dönüştürerek türler arası geçişlere örnek olabilecek bir metin de ortaya koydu. Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu adlı mektup biçiminde yazılmış uzun öyküsü ise bir solukta okunabilirliği ve nitelikli çevirisiyle özel bir ilgiyi hak ediyor. Aşk yaşantısının belli bir tarzda veriliş biçiminin ön plana çıktığı bir uzun öykü var elimizde. Mektup da bu amaca uygun olarak seçilmiş en uygun tür gibi görünüyor.

Mektubu kaleme alan isimsiz kadın anlatıcı sayfalar ilerledikçe çelişkileriyle derinlik sunan bir karakterin sınırlarında dolaşıyor. Dili kulanım biçimi kesinlikle edebi, hatta şiire yakın bile diyebiliriz.  Mektubun gizli kalacağı var sayıldığı için cinsellik dışında tam bir rahatlık söz konusu, öykünün teması aşk da bunu gerektiriyor. Sürece bakıyoruz anlatıcının gözünden. Aşkın başlangıcı, gelişimi ve sona erişi; çocukluk, ergenlik ve olgunluk dönemlerinde hissettiklerini samimiyetle aktarılıyor.  İçtenlik ve doğallık hep ön planda. Anlatıcı, iç dünyasını bütün incelikleri, değerleri ve pırıltılarıyla gözler önüne seriyor. Aklı duygularına engel olmuyor. Derdini ve kimseyle paylaşmadığı sırrını hem âşık olduğu yazara hem de okuyucuya ifşa ediyor.

Tanınmış roman yazarı R. üç günlük gezi sonrası Viyana’ya döndüğünde birikmiş mektuplarına göz atar, birkaçını açar; tanımadığı el yazısıyla yazılan kalınca mektubu ayırır. Mektup yaklaşık yirmi beş otuz sayfa civarındadır. Zarfın içinde herhangi bir not, üzerinde adres bilgisi yoktur. Mektup “ Beni hiç tanımamış olan sana,” hitabıyla başlar. Yazarla birlikte merak içinde okumaya başlarız. Yazarın gözü oluruz. Okuduğumuz metnin bir mektup olması anlatıcı kahramanla aramıza mesafe koymamızı sağlar. Kadının çocuğu bir gün önce ölmüştür. Grip salgını nedeniyle muhtemelen kendisi de ölecektir. Onu yaşama bağlayan en önemli şey, sevgi ve şefkat nesnesi artık olmadığından geriye yalnızca yazara olan aşkı kalmıştır. Bu aşkı büyük bir tutkuyla deneyimlemiştir. Ancak bunun dile getirilmesi gerekir. Çünkü yazar bu durumun hiçbir zaman farkında olmamıştır. Yaşarsa mektubu yırtıp atacak, öleceği kesinleşirse bir şekilde yazara ulaştıracaktır.

Samimi, açık, duygu yoğunluklu bir mektuptur bu. Ölüm öncesi bir tür arınmadır. Anlatıcı kadın, acısını dile dökmek, tutkuyla bağlı olduğu aşkına yaşadıkları süreci anlatmak istemektedir. On beş on altı yıl öncesinin bütün ayrıntılarını hatırlamaya çalışır. Dönüm noktalarını, aşkının aşamalarını simgeleyen üç dönemi özellikle ön plana çıkarır. Öncelikle onu tanıdığı gün gerçek anlamda başlayan hayatını anlatmaya başlar. On üç yaşında bir çocuktur henüz ve yazarın evlerinin karşısına gelme ihtimaliyle hayaller başlar. Hiç görmediği halde rüyasına bile girer yazar. Sonunda karşılaşırlar.

Saplantılı aşkın kökeni, temel bir boşluğu doldurma, bağlılık ve güven isteği gibi görünür. Gizem ve sıra dışılık âşığın merak duygusunu artırır. Sanatçı aurası, yazarın çift mizacı, tanrı baba imgesi ve tabiî ki fetiş nesneler varoluşun gizemiyle bütünleşir. Zweig’ın Freud’un öğretisinden etkilendiği gerçeğini göz önünde bulundurursak çoğul okumalara imkân tanıyan derinlikli bir uzun öykü oluşur.

Bir kadının tutkulu, yer yer saplantılı ve tabiî ki sadakatle bütünleşen aşkının nasıl başlayıp ilerlediğini, sona erdiğini zihnimizde canlandırmak ve hatta yaşamak için bu öykü fazlasıyla okunmaya değer.

Serkan Parlak – edebiyathaber.net (5 Ocak 2018)

Yorum yapın