Bilinçlenmenin laneti üzerine: Benim Aptal Niyetlerim | Caner Almaz

Kasım 5, 2025

Bilinçlenmenin laneti üzerine: Benim Aptal Niyetlerim | Caner Almaz

Hayvanların anlatıcı konumunda olduğu ya da hikâyenin temel özneleri halinde sunulduğu teknik, hikâye anlatıcılığı kavramının doğuşundan bu yana kullanılan bir yöntem. Çoğumuz hikâye dinlemeyi ve okumayı bu yöntemlerin kullanıldığı masallarla, fabllarla sevdik sanırım. Yaşlarımız büyüdükçe, elimize geçen dünya edebiyatının önemli kitaplarında da benzer yöntemlerin kullanıldığını görmemizse bize farklı bir kapının anahtarını veriyordu. Alegori ve metafor, sınırlarını insan zihninden alıyordu ve bunu algıladığımızda aldığımız edebi zevk, okumanın ve yazmanın ne denli kıymetli bir keşif olduğunu her defasında kanıtlamaya yetiyordu. İnsanlar yalnızca insan değildi, hayvanlar yalnızca hayvan. Zihinde canlanan her şeyin farklı bir karşılığı vardı ve “okumak” farklı bir görüyü kazandırıyordu. Buna tutunduk, bundan feyz aldık. Okuduk ve yazdık. Tüm dünyada, benzerlerimizi görünce mutlu olduk. İşte, şimdi dünyanın farklı bir coğrafyasından benzerlerimizi görmenin mutluluğuyla bitirdiğim bir kitabı anlatmak için bu satırları yazıyorum.

Bernardo Zannoni’nin ilk romanı Benim Aptal Niyetlerim (orijinal adı I miei stupidi intenti), biraz önce bahsettiğim şekilde, hayvanlar aracılığıyla insan varoluşunun kırılganlığını, ölüm korkusunu ve anlam arayışını işleyen son derece özgün bir anlatı sunuyor. İtalya’da Premio Campiello gibi saygın bir ödülle taçlandırılan bu eser, sadece ülkesinde değil tüm dünyada hayvanlar aracılığıyla kurduğu derin felsefi içeriğiyle büyük yankı uyandırdı. Türkçeye Hande Kınacı’nın çevirisiyle Timaş Yayınları tarafından kazandırılan roman, sansar Archy’nin içsel ve düşünsel dönüşümüne odaklanan bir “hayvanın hikâyesi” gibi görünse de, aslında insan olmanın özüne dair evrensel bir alegori.

Roman, daha ilk bölümünden itibaren yaşamın sertliğini ve kaderciliğini ortaya koyar: Archy’nin babası yaptığı hırsızlık nedeniyle öldürülür ve sansar olan kahramanımızın hikâyesi burada başlar. Anlatı daha bu bölümle doğa öyküsünden çok daha fazlasına dönüşür. Archy ve yeni doğmuş kardeşleri, annelerine muhtaç bir şekilde sert kışı geçirmeye çalışırlar. Anneleri onlara yetmeye çalışır. Büyüdükçe kardeşler de ona yardım etmek isterler, hatta bunu başaranlar da olur. Archy de kendince yetişkinliğe adım atmak ister ancak bu görünenden fazlasıdır. Gözüne kestirdiği bir kuş yuvasına tırmanır, mavi yumurtaları almaya çalışırken dal kırılır ve kahramanımız düşer. Burada karakterimiz çok fazla şeyi anlar. Birden büyümek mümkün değildir ancak başımıza gelenlerle aniden büyüyebiliriz. Archy’nin ayağı kırılmıştır ve bu fiziksel kusur nedeniyle ailesi tarafından terk edilir. Bir buçuk tavuk karşılığında yaşlı tilki Solomon’a satılır.

Solomon (dilimizdeki karşılığıyla Süleyman ki, burada apaçık, göstere göstere bir metafor bulunmakta) yaşadıkları coğrafyada hayvanların reisi gibidir. Paraya ve mala hükmetmektedir. Archy’nin Solomon’la geçirdiği yıllar, romanın kalbini oluşturur. Solomon, dinsel ve mitolojik referanslara dayalı düşüncelerle dolu bir figürdür; Archy’ye okumayı ve yazmayı öğretir ama bu aynı zamanda bir tahakküm biçimidir. Solomon ona bir bilinç verir. Archy ona satılmasa, bu bilince hiç erişmeyecektir.

Solomon’un evinde Archy ilk kez Tanrı’yla karşılaşır ve bu hikâyemizi farklı bir boyuta evirir. Buradaki imge bir inanç nesnesi olarak metinde yer almaz, bir korku, bir bilinmezlik, bir sınır olarak karşımızdadır. Archy ölüm fikriyle tanışır. Tanrı burada bir kurtuluş değildir, ölümün kaçınılmazlığıyla yüzleşme biçimidir. Archy’nin bilinç kazanması, aynı zamanda faniliğini fark etmesidir. Ölümlüdür, ölecektir. İnsan olmakla lanetlenmiş bir hayvan gibi hisseder Archy. Düşünmenin yükünü, arzularının çelişkisini ve kaybetmenin ağırlığını taşır. Henüz genç ve sağlıklı bir sansarken ve henüz satılmamışken kardeşi Louise ile yaşadığı ilişki, bu karmaşanın merkezindedir. Sevgiyle cinselliğin, masumiyetle suçun, aidiyetle yalnızlığın iç içe geçtiği bir bağdır bu. Yaşadığı kayıplar, öğrenmenin omzuna yüklediği ağırlıklar, doğaya ve dünyaya dair öğrendikleri Archy’yi anlamlı bir karamsarlık içine hapseder. Archy artık cahil değildir. Ancak hiçbir şey bilmemenin getirisi mutluluktan da yoksundur.

Archy’nin dönüşümü, kaçışla ya da özgürlükle sonuçlanmaz; aksine, kabul ve farkındalıkla derinleşir. Artık ne ailesine ne Solomon’a ne de Louise’e aittir. Yalnızdır, çünkü düşünmektedir. Yalnızdır, çünkü yaşamın sonluluğunu fark etmiştir. Ve bu farkındalık onu bir tür aydınlanmaya değil, trajik bir bilince ulaştırır.

Zannoni’nin dili ziyadesiyle felsefi ağırlık taşıyan bir hikâyeden beklenmeyecek şekilde sade ancak oldukça da güçlü. Romanın masalsı atmosferi, felsefi yoğunlukla dengeleniyor. Benim Aptal Niyetlerim, kurduğu alem ve hayvanlar aracılığıyla en eski yöntemlerden biriyle insanı anlatan, ölümle düşüncenin iç içe geçtiği, var olmanın ağırlığını her satırında hissettiren ve sade diliyle ağır hakikatleri taşıyan başarılı bir ilk roman. İyi niyetle öneririm.

Yorum yapın