Güneş tepenin ardından ilk ışıklarını savururken ıslık çalan serseri bir rüzgâr dolandı köyde. Sis ağır ağır dağılıyordu. Çer çöp yuvarlandı yerde, toz kalktı hafifçe. Dağın eteğindeki kıvrımlı yolda sarı bir kamyon ilerliyordu; üstü açık kasasında taşıdığı işçileri bağlarda, bahçelerde indirip yoluna devam etti. Motor sesi köyün en uzağındaki eve kadar ulaştı. Tek tük isli duman çıkıyordu bacalardan. Işığa kavuşan çiğ damlalarıyla parladı yapraklar…
Suna dün akşam odunlar çıtırdarken sobanın yanında uyuyakaldığı divandan sabah burnu donmuş kalktı. Battaniyeye sarındı. Anası evin arkasındaki ahıra gitmiş, helkeleri deviren ineğine sarı kız güzellemeleri söylüyordu. Horozlar öttü, renkler uyandı. Bahçede hevesle şakıyan baştankara bütün sesleri bastırdı.
Dün gelen kadın uzak akrabalarıydı. Anasıyla ninesi Suna’yı mutfağa gönderip “Bu fırsatı kaçırmayın,” diyen kadını can kulağıyla dinlemişlerdi. “Babasıyla konuşalım, haber veririz,” demişti anası. Suna son anda duyduklarından işkillendi. Kadının niyeti çöpçatanlık mıydı? Umreden getirdiği tespihle seccadeyi hediye edip gitmişti. Akşama kadar ağzını bıçak açmayan ninesi, “Çocuk kaç yaşındaymış?” diye sorunca sobaya odun yerleştiren anası kaş göz işaretiyle susturmuştu. Suna zıvanadan çıkacak kadar içerledi. İki ablası evlendikten sonra evde kalan fazladan bir boğazdı. Ne istediğinin önemi olmayan dış kapının mandalıydı. Birileri akıbetine karar verirken boynunu büküp oturması bekleniyordu. İçinde köpüren siniri durduramadı yine, zangır zangır titredi. Kenarları eprimiş kilimin üzerinde tepinmesi yetmedi, camlı dolaptaki dikiş kutusundan makası alıp saçının köküne dayadı. Eline yapıştı anası, “Bırak kızım Allah aşkına yapma, senin İstanbul’da bir ailenin küçük çocuğuna bakmanı istiyorlar. Hafta sonu baban geldiğinde konuşuruz, çalıştığı inşaatta sıva işi uzamış biraz,” dedi. Makası güçlükle alıp yerine koydu. Ninesi sobanın yanındaki divana çekti Suna’yı. “Ah kuzum öfkelenme. Biz senin kötülüğünü ister miyiz hiç,” diye başını okşadı, dualar okudu. Gözlerinden sıçrayan alevli yaşlar kurudukça sakinleşti Suna, ninesinin dizlerinde uyuyakaldı.
Anası sabahın soğuğunu peşine takıp süt dolu helkelerle tıknefes kapıdan içeri girdiğinde Suna’nın kafası meşgul, keyfi kaçıktı. Kadının soluğu düzene girmeden karşısına dikilip bugün onunla pazara gelmek istediğini söyledi. Üç göz odalı evin içine baktı anası. “Ortalık temizlenecek, ne işin var pazarda?” dedi. “Gülsüm’ün ördüğü banyo liflerini satmasına yardım edeceğim, söz verdim. Hem sana da faydam olur,” dedi Suna ısrarla. Pencere kenarındaki divanda, elindeki pilli radyonun antenini çekiştiren ninesi, “Gitsin kız, açılır biraz” dedi. Hareketli bir bahar türküsüyle ayakları ritim tuttu. “Ama öyle ortalıkta dolaşmak yok,” dedi anası “birine gözün değer, oran buran oynar sonra.”
Arkadaşlarından kendisi gibi bekâr bir Gülsüm kalmıştı. Altı ay önce orman işçisi babası ağaçtan kafa üstü düşüp öldüğünden beri böbrek hastası anasıyla geçinmeye çalışıyorlardı. Yakın zamanda muhtarın elli yaşında, iki çocuklu dul kardeşi Gülsüm’e talip olunca ne diyeceğini bilememiş, şaşkınlığı isyanına karışmıştı.
Başörtüsünü takıp dışarı fırladı Suna. Aynı sırada yüz adım ilerdeki evinin önünde bekleyen Gülsüm’e geleceğini haber verdi. Muhtarın ayarladığı kamyonete binerken ikisinin de yüzü gülüyordu.
Taş fırında pişen ekmeğin gevrek kokusu inceden evlerin, bahçelerin arasında dolandı. Ahırların kapısı açılmış, kadınlar çalı süpürgeleriyle işe koyulmuş, erkekler köy kahvehanesine seğirtmişlerdi. İlçedeki pazara mal götürenler yola çıkmıştı.
Suna buzlu kovalarla plastikler içinde getirdikleri süt, yoğurt ve tereyağını anasının istediği şekilde tezgâha yerleştirdi. Kahvaltılık dürümlerini yerken müşteriler gelmeye başlamıştı. Pazarın dışına doğru yerleşmiş çiçekçilerden kokular geliyordu. Yeşilliklere su püskürten, sebze kasalarını indiren, meyvelerin tozunu alan köylülerin sonundaydı Gülsüm’ün tezgâhı. Suna yanına geldiğinde kalp şeklinde banyo lifleriyle yüzlerini ovuşturup gülüştüler. Köydeki bekâr oğlanları saydılar karşılıklı. Mahsulü satıp parasını ilçedeki pavyonlarda yediğini duydukları adamlara bela okudular, karılarına acıdılar. Gülsüm anasının böbrek hastalığına dertlenirken, evlenme korkusu içini kemiriyordu. Suna’nın aklı fikri sağlık merkezinde gördüğü hemşire gibi olmaktaydı. Muhtar test kitapları getirmiş, Gülsüm sınava girmesine yardımcı olmuş, iyi puan almıştı. Pansuman, iğne yaparken, tansiyon ölçerken hastalar “Elin ne kadar hafifmiş,” diyecekler, minnetle bakıp ona dua edeceklerdi. Gülsüm’e de iş bulacaklardı. Çekirdek çitleyip hayallerini koyulaştırdılar. Şehirde ev tutup masraflarını nasıl bölüşeceklerine bile kafa yordular.
Akşama doğru Gülsüm ancak üç tane banyo lifi satabilmişti. Muhtar, iyi giyimli, kavruk bir adamla köylülerin yanına geldi. Bahçelerinde temiz toprağı olan kadınlara ek gelir sağlayacağını duyurdu. “Aslında beyaz altın dikeceksiniz,” dedi. Çok kârlı bir işti. Bütün yapacakları beyaz lale fidanlarını ekip büyütmekti. Maliyetine alacakları fideler büyüyüp geliştiğinde yanında duran tüccarın çok para vererek satın alacağını garanti ediyordu. Soğanlarını saklayıp gelecek seneler de ekebileceklerdi. Kadınlar heyecanlı, kendi aralarında mırıldandılar. Suna anasının yakasına yapıştı, “Biz de alalım ne olur.” Muhtar kadınların isimlerini bir kâğıda yazdıktan sonra işçiler kasalarla lale fidesi dağıttı. Gülsüm’ün yüzü düşmüş, tezgâhtaki mallarını topluyordu.
Köye döndüklerinde kadınlar kasaları bahçelerine taşıdılar. Suna’nın anası iki kasadan birini gösterip “Bunları senin için dikeceğim, bakımı da kazancı da sana ait,” dedi. Kadın bu işlerden iyi anlıyordu. Bahçede, çalıların dibinde güneş alan, çiçek açmış ağacın altındaki toprağı yabani otlardan temizleyip havalandırdı kürekle. Ninesi de pencereden izleyip onlara talimat veriyordu. Ayakkabılarını çıkarıp temiz toprağa saksıları indirdiler. Küreği vurup aralıklı açtığı çukurlara özenle yerleştirdiler fideleri. Diktikleri yerin etrafındaki toprağı çıplak ayaklarıyla sıkıştırdılar. Suna bahçe hortumuyla suladı diplerini. Anası “Şimdi sıra sende. Git bakalım Gülsüm arkadaşının bahçesine diğer kasadaki fideleri dik. Küreği de yanına al, “dedi. Suna’nın ayakları halay çekti.
Gülsüm’ün anası kapıda Suna’yı lalelerle görünce pul pul dökülen kara yüzü aydınlandı. Yardıma çağırdı kızını. Birlikte onların bahçesine de diktiler. Bahçelerini çiçeklendiren komşu kadınların coşkusu dalga dalga yayılıyordu. Bir kısmı dikim işini ertesi güne bıraktı.
Suna öfkeyi, tasayı camlı dolaba kitlemiş, sabırsızca beyaz altınlarının büyümesini bekliyordu. Hafta sonu babası eve gelir gelmez her gün izlediği pencereden laleleri gösterdi ona. Muhtarın dediklerini anlattı. Okul harçlığını çıkarırsa Sağlık Meslek Lisesi’ne gidebilecek miydi? “Dur bakalım,” dedi adam. Akşam yemekten sonra babasının kahvesini getirince yine açtı konuyu. Ninesi, “Gitsin kız, hemşire olur,” dedi. Suna yüreklendi. Adam karısına dönüp “Gurbette elin çocuğuna bakacağına bahçemizde laleleri büyütüp para kazansın,” dedi, “bakarsın okurken kısmeti de açılır.”