Barış Şehri: “Yazarın üslubunu bilmek kapak tasarımında aldığım kararları etkiliyor.”

Eylül 20, 2018

Barış Şehri: “Yazarın üslubunu bilmek kapak tasarımında aldığım kararları etkiliyor.”

Röportaj: Kadir Güven

Son dönem, her biri yaratıcı ve içeriği iyi bir biçimde sunan kitap kapaklarıyla adından sıkça söz ettiren, Barış Şehri ile kapsamlı bir röportaj gerçekleştirdik:

Sizi son dönemlerde çağdaş dünya edebiyatından ödüllü kitaplara yaptığınız yetkin tasarımlarla tanıyoruz. Kısaca okuyucu ve sanatçı geçmişinizden, şu an neler yaptığınızdan ve gelecek planlarınızdan bahsedebilir misiniz?

Teşekkür ederim. Okuyucu geçmişim daha okuma yazmayı öğrenmeden önce başlıyor sanırım. Okur yazarlığı bu becerilerin dışında onları var eden nesnelerle kurulan ilişki olarak da düşünürsek bilincim açıldığından beri kitaplarla, kâğıt ve kalemle çok sıcak bir ilişkim oldu. Sebebi de ebeveynlerim, özellikle babam ve büyüdüğüm/yaşadığım evlerdi. Çocukluğumdaki evler içlerinde gerçekten çok büyük kütüphaneler barındırırdı ve ben de kitapların arasında çok fazla zaman geçirdim. Kendi kütüphanemi kurmaya başladığımda da annem, teyzem, anneannem, dayım ve özellikle babam yapacağım okumalar konusunda beni hep yönlendirdi. Sonrasında bir okur olarak kendi yönümü çizmeye başladım. Üniversitede çok değerli öğretmenim Zafer Aracagök de beni iyi bir okuyucu olma konusunda çok besledi. Bugün de çalıştığım yayınevlerindeki editörlerden öğrenmeye devam ediyorum.

Açıkçası kendimi hiçbir zaman sanatçı olarak görmedim ve görmek de istemiyorum. Ben entelektüel üretim yapmaya gayret eden biriyim, bu üretimlerin sanatsal bir yanı da olabilir fakat yaptığım işlerin çok büyük bir bölümünde bir sanatçının rahatlığına sahip değilim. Mesleki anlamda zaten bu rahatlığa sahip olmamalıyım. Yani herhangi bir sanatçı geçmişinden söz edemem. Fakat son altı ayda biri an itibariyle devam eden iki karma sergiye katıldım ve üçüncüsü de önümüzdeki eylül ayında gerçekleşecek.

Çeşitli yayınevleriyle kitap kapakları yapmaya devam ediyorum. Daha kapsamlı projelerde yer almayı, bir kitabı tamamen tasarlayabildiğim işleri özellikle seviyorum. Bunun dışında aylık edebiyat ve kültür sanat dergilerine illüstrasyonlar yapıyorum. Zaman zaman daha farklı sektörlere de kurumsal işler ürettiğim oluyor. Şu an bir STK’nın video projesinde sanat yönetmenliği yapıyorum. Sosyal sorumluluk projelerinde yer almayı çok önemsiyorum ve bundan çok keyif alıyorum. Hiç albüm kapağı tasarlayamadım. Gelecekte bu fırsatı yakalamayı çok isterdim. Bu alanda iş üretmekten çok büyük keyif alırdım. İlerisi için planlardan çok fikirlerim var. Bunlar iş ürettikçe ve zamanla karşınıza çıkan fırsatlarla planlara dönüşüyor. Yönetmen arkadaşım Ali Ata Akel’le ne zaman bir araya gelsek kısa film çekmekten bahsediyoruz. Hiç bir üretimimiz olmadı fakat bu fikir hep kafamda dönüyor mesela, notlarım olgunlaştığında bunu da yapmak istiyorum örneğin…

İyi bir okur ve sanatçı olduğunuzu biliyoruz. Kitap kapaklarıyla olan serüveniniz ne zaman ve nasıl başladı? Kitap kapağı işine girdikten sonra kitap kapakları hakkındaki fikirlerinizde nasıl bir değişiklik oldu?

Profesyonel anlamda kitap kapağı tasarımı serüvenim Haziran 2017’de Dedalus Kitap’tan çıkan, editörlüğünü Baran Güzel’in yaptığı, Ferit Edgü’nün taslak metinlerinin çok değerli dokuz yazar tarafından tamamlandığı/yeniden yazıldığı Parçalar kitabıyla başladı. Öncesinde Erdem Yayınları, Yaşam Kültür Sanat ve Hümanist Kitap yayınevlerine de kitap kapakları yapmıştım fakat benim mikro tarihimde o dönem biraz emekleme zamanlarıydı, bu yüzden başlangıcı olarak ‘Parçalar’ı kabul ediyorum.

Kitap kapakları hakkındaki fikirlerim pek değişmedi. Hem mesleki hayatımın merkezi hem de geri kalan hayatımın önemli bir parçası olduklarından onları yapmaya başlarken nereye gitmek istediğime dair bir fikrim hep vardı. Bu bir anda olmuyor çünkü kontrol tamamen bende değil. Ama şu oldu; hem üretip hem iyi/kötü eleştiri alıp hem de tüm dünyada olan biteni bu gözle takip ettiğinizde kafanızdaki vizyonda ufak tefek değişiklikler oluyor sanırım. Hem fikirleriniz hem de teknik yapabilirliğiniz çalışırken daha rafine daha net hissettiriyor.

Her işin kendine göre zorlukları ve eğlenceli tarafları vardır. Kitap kapağı tasarlamak size göre nasıl bir iş? Yaparken zorlandığınız veya yarım bıraktığınız bir iş oldu mu? Şimdiye kadar sizi en çok tatmin eden iş hangisi oldu?

Kitap kapağı tasarlamak tabi ki çok zevkli bir iş. Sanırım zorlandığım bir iki kitap oldu. Ama ben bunu zorlanmak olarak görmüyorum açıkçası. Yaptığım her işte kendime meydan okuduğum için başka bir şey o. Bir keresinde bir kitabı sabah teslim etmem gerekiyordu ve saat 05:30’da yaptığım kapakların hiçbirinden memnun değildim. Böyle zamanlardaki sıkışma, bunalma ve zorlanma hissi beni endişelendirmiyor. Çünkü çalışma yöntemime ve işe yaklaşımıma güveniyorum. O sıkışmanın hemen sonrasında elimdeki problemi çözebileceğimi biliyorum. Bir anda aklıma bir fikir geldi ve tam 10dk da yaptım kapağı. Sabah 6’da dönerdim. Kapak beğenildi. Hatta çok sevdik sevmişlerdi. Ziyarete gittiğimde yayınevindekiler “Bu kapağı 10dk mı yaptın?” diye sordular. Evet o gördüğünüz kapağı 10dk da yaptım ama o 10 dakikayı bulana kadar bütün gece kendime işkence ettim. Bir de çalıştığım yayınevlerindeki editörlerin hepsiyle çok samimi, iyi ilişkilerim ve verimli bir çalışma yöntemimiz var. Ben zorlandığımda nerede zorlandığımı, neden zorlandığımı, ne düşündüğümü söylüyorum onlar da gereken yardımı yapıyor. Yine de genelde zorlanmıyorum sanırım. Bunu söylemeyi seviyorum. Zorlanmıyorum hayır.

Yarım bıraktığım tek bir iş oldu. Onda da yirmi küsur kapak yaptım. Beğenildi vazgeçildi bir daha yapıldı vs. derken benim işe olan motivasyonum kayboldu. Bir işi yarım bırakmak öncelikle kendime yakıştırdığım bir şey değil. O iş için de ne zaman aklıma gelse üzülüyorum hala ki üzerinden çok zaman geçti.

Yaptığım hiçbir iş beni tatmin etmiyor. Etmeyecek de. Hırslı biri değilim, sadece elimdeki işi yaparken o anki ruhsal ve fiziksel durumuma göre yapabildiğimin en iyisini yapmam gerektiğini düşünüyorum ve bu çok değişkenli, ölçülebilir bir şey olmadığından genel olarak yaptığım hiçbir şey beni daha sonra dönüp baktığımda tatmin etmiyor.

Bir kitap kapağı tasarımcısı olarak kitabınızı kesinlikle okumalı mısınız sizce? Eğer kitabı okuyacak vaktiniz yoksa kitap hakkında editörden nasıl bilgiler almaya ihtiyaç duyuyorsunuz?

Hayır, “kesinlikle” okumamız gerekmiyor. Kitabı “kesinlikle” okuması gereken kişi editör, bu onun işi. Ben kapağı tek başıma yapmıyorum editörle beraber çalışıyoruz. Ama kapağını yaptığım kitapları okumayı seviyorum. Editörden metni hep isterim, zaman ayırabildiğim kadar da okurum. Bu en azından yazarın üslubunu görmemi sağlıyor ve üslubu bilmek tasarımda aldığım kararları etkiliyor. Kapağı tasarlama eylemi bana ait ve benim bir tarzım var evet, fakat kitabı ben yazmadım ve metne olabildiğince saygı göstermeye çalışıyorum. Yani tasarımcı olarak üslubum kapakta elbette olacak bundan kaçamam ama tasarımda yazarın üslubunun, metnin önüne geçmemeliyim onu desteklemeliyim diye düşünüyorum.

Kitabı okumak tasarımı yapmak için birinci önceliğim değil zaten. Bu benim yapmayı sevdiğim bir şey. Tasarımcı kapağını yaptığı kitabı okumalı diye bir kural yok. Editörün tasarımcı kadar işin sorumluluğunu alması ve işe dahil olması önemli. Bu noktada benim editörün işini çok kolaylaştırdığını düşündüğüm bir ön bilgilendirme formum var. Onu doldurmasını istiyorum öncelikle. O form editörün dilini tasarımcının diline çeviriyor ve ihtiyacım olan ana materyali bana veriyor. Benim olmazsa olmazım. Bunun dışında çalıştığım bütün editörlerle artık arkadaş olduğum için eksik bir şey olduğunu düşünüyorsam oturup kitapla ilgili sohbet ediyoruz. Bir de ikimizin de zorlandığı durumlarda kullanmak üzere geliştirdiğim bir iki acil durum tekniğim daha var. Artık editörler beni ve çalışma yöntemimi bildikleri için çok kolay ve rahat çalışabildiğimizi düşünüyorum. Umarım onlar da böyle düşünüyorlardır.

Bir kitabın kapağını tasarlama süreci sizde nasıl ilerliyor? Sadece bir kapağa mı odaklanıyorsunuz yoksa belirli bir süre bir şeyler yapıp sonra o fikri tabiri caizse pişmeye mi bırakıyorsunuz? Bu süreçte editörlerle ve yayınevleri ile ilişkiniz nasıl ilerliyor peki? İşinize çok karışılmasını istemiyorsunuzdur diye düşünüyorum. Onlardan beklentileriniz neler?

Süreç şöyle; Bir ön bilgilendirme formum var. Yıllarca edindiğim iş/sektör deneyimimden öğrendiklerimle hazırladığım, içinde birçok kriteri karşılayan soruların olduğu çok rafine bir form. Editör bu formu dolduruyor. Bunu ne kadar iyi ve yaratıcı yaparsa işimiz o kadar kolaylaşıyor. Bana müzik ya da görsel dahil istediği her şeyi gönderebiliyor. İsterse şu filmi izlemen gerek, desin açıp izlerim. Ya da çizmeyi seviyorsa taslak çizsin göndersin. Yani editör bana içinde çalışacağım bir çerçeve çizip, elime de oynamam için gerekli materyalleri veriyor. Sonuçta bizler entelektüel bir ürün hazırlıyoruz. Bunun bir kıymeti olmalı diye düşünüyorum ve yaptığım işin hakkını verebildiğim kadar vermek istiyorum. Ayrıca editör de bu işten keyif alsın ve bir parçası olsun, yaparken beraber eğlenelim ve iyi bir paylaşımımız olsun. Bunlarla birlikte önceki iş deneyimlerinden edindiğim kötü tecrübelerin de önüne geçmemizi sağlıyor bu çalışma yöntemi. İkimizin de kafası aynı yerde ve net oluyor. Doğabilecek birçok problemi önceden eliyoruz ve asıl odaklanmamız gereken yere odaklanıyoruz. Zamanla, birbirimizi tanıdıkça da işler çok kolay bir hal alıyor. Yani çok verimli, açık ve samimi iletişim kuruyoruz.

İşime karışılmasını istemiyor değilim. Karışmak doğru kelime değil. Bu bir ortaklık. Yayınevinin benden isteyeceği, bana söyleyecek birçok şey olmalı zaten ama bunlar doğru yerden gelmeli. Bu işi profesyonel olarak yapan hem akademik eğitimini almış hem yıllarca tecrübe etmiş, her gün pratiğini yapan ve sürekli düşünüp bununla yaşayan benim. Bu bana işi doğru yönlendirme hakkını ve sorumluluğunu veriyor diye düşünüyorum. Grafik tasarım çok derin bir disiplin. Benim çok sevdiğim ve yeri gelince bahsettiğim bir benzerlik var. Grafik tasarım ve tıp birbirine çok benziyor. İkisi de çok geniş alanlar ve bir yerden sonra nasıl doktor adayları daha spesifik bölümlere göre eğitimlerine devam ediyorsa grafik tasarımcılar da öyle. Nasıl ki doktora karnım ağrıyor diye gittiğinizde tahlil yapalım, diyorsa ve siz de hayır yapmayalım, ağrı kesici verin geçsin, demiyorsanız bir tasarımcıya da ne yapacağını söylememelisiniz. Sizin bir probleminiz var, kapağa ihtiyacınız var ve bunun nasıl yapılacağını, çalışma yöntemini size söyleyecek olan benim. Nasıl ki siz hastalığınızı tanıyıp ona göre yaşıyorsanız, kitabınızın kapağı yapılırken de ona göre hareket etmeniz gerekiyor. Ben iki yılda sanırım kırkın üzerinde kapak yaptım ve hepsini kendi çalışma yöntemimle ürettim. Bugüne kadar hiçbirinin yapım aşamasında sorun yaşamadım ve sonuçtan iki tarafta hep memnun kaldı.

Dünyadaki ve Türkiye’deki kapak tasarımlarını genel olarak nasıl değerlendiriyorsunuz? Dünya ile benzerliklerimiz veya ayrıştığımız noktalar sizce neler? Kitap kapakları üzerinde bir globalleşmeden bahsedebilir miyiz? Kitap kapakları sanat akımlarından etkileniyor mu? Etkileniyorsa bunlar hangileridir? Kısaca anlatır mısınız? 

Ben herhangi bir değerlendirmede bulunacak pozisyonda olduğumu düşünmüyorum. Sonuçta ben de diğer meslektaşlarım gibi bu alanda iş üretenlerden biriyim. Dünya ve Türkiye gibi bir ayrım da yapmıyorum açıkçası. Yani bugün Penguin’de tasarlanan bir kapakla benim burada yaptığım bir kapağın, yayınevinin birbirinden bir farkı yok. İkisi de kitap kapağı işte. Henüz yayıncılıkta Penguin kadar iyiyiz diyemiyorum tabi ki ama Türkiye’deki bazı yayıncıların motivasyonlarının çok da farklı olduğunu düşünmüyorum. Editörlerimden de yayıncılarımdan da memnunum. Bu farklar insanların zihinlerinde var sanırım. Ben böyle bir ayrımın ayırdında değilim.

Benim yayınevlerinde gördüğüm çok ama çok ciddi bir pazarlama problemimiz var. Kimse kusura bakmasın ama pazarlamacılar yayınevlerine bu kitap satmaz gibi bir şey söyleyebiliyor mesela. Ya da bunu böyle yaparsanız satar diyor. Halbuki basılan kitabı o kitabın kendi okuruna nasıl ulaştıracağını düşünmüyor. Sanırım bunu yapmalarına gerek yok ya da buna gerek görmüyorlar. Zaten hali hazırda ne satıyorsa onlar için öyle devam edebilir. Bunu yayıncıya söylediklerinde geri dönüp benim yaptığım işi gerçekten çok kötü etkilediği için yapıyorum bu eleştiriyi. Sanırım buna hakkım var. Yurtdışında yine Penguin’den örnek vereyim -kendilerini tanımıyorum ama- bunun böyle olmadığına eminim, buradan bakınca gözüküyor. Editör, tasarımcı, pazarlamacı aynı dili konuşabiliyor. Sonra basılan kitaplara bakıp biz niye yapamıyoruz diyoruz. Yapabiliyoruz. Nasıl yapılacağına dair düşünmeyi akıl etmiyoruz sadece.

Dünyadaki kitap kapaklarında dönem dönem birçok farklı nedenin bir araya gelmesiyle oluşan trendler oluyor. Sektör içi konuşursak, bunlar son derece geçerli sebeplerle hayat bulduğundan -ki bu da bakınca anlaşılıyor işte- ben bir sorun görmüyorum. Eğer bu globalleşmeyse yine de bunu sağlıklı bulduğumu da söyleyebilirim. Ama daha butik işlerden bahsetmek gerekirse bunlar da işi üretenin etrafında şekillenen çok kişisel yapımlar olduğundan herhangi bir değerlendirmede bulunmaya gerek olduğunu düşünmüyorum.

Kitap kapakları sanat akımlarından etkileniyor. Sürekli etkileniyor. Bunlar sürekli değişiyor. Post-modern çağda sanat akımları nasıl dönem dönem geri gelip birbirine eklenip çıkarılarak yol alıyorsa kapaklarda da oluyor bu. Soruyu geçiştirdiğim sanılmasın ama içinde bulunduğumuz zamanda bu konuda çok spesifik bir şey söylemenin pek de önemli olduğunu düşünmüyorum çünkü bizler sanat akımlarını sanat tarihi derslerinde okumak dışında onlarla pek bir iletişim içinde olamadık. Yaşamadığım ve bir parçası olamadığım herhangi bir şey bana çok da bir anlam ifade etmiyor sanırım. Yani bunu pek önemseyemiyorum çünkü gündelik yaşamımızda yer eden ve onu etkileyen bir şey olamadı bu bizim için.

Kitap kapağının okuyucunun satın alış eylemine olan etkisini nasıl değerlendiriyorsunuz peki? Siz bir okuyucu olarak kitap kapaklarının sizi satın almaya sevk ettiğini düşünüyor musunuz?

Kendi özelimde sadece kitabın kapağı değil, aldığım albümlerin kapaklarından tutun her şeye kadar tasarımın etkisi olduğunu söyleyebilirim. Ama bu sevk etmekten çok benim için bilinçli bir tercih. Çünkü ben bundan keyif alıyorum, bu benim hayatım ve o nesneyi alıp hayatıma sokuyorum. Bu fikirden uzun süre hoşlanmadıysam da kitap da bir meta ve bu onun değerini azaltmıyor. Çok iyi bir metin olabilir ama ben neden kapağına özenilmediği ortada olan bir kitabı elime alayım ki? Neden bununla yetineyim? Yani metne, yazara, okuyucuya gereken saygıyı ve özeni göstermeyen yayıncının kitabını neden alayım? Sadece para kazanmak için kitabı bastığı belli olan yayıncıyı neden destekleyeyim? Kitabı alırken çevirisine, editörüne nasıl bakıyorsam kapağına da bakıyorum. Sadece kapağını sevdiğim için aldığım young-adult romanlar var mesela. Hiç okuduğum şeyler değildi ama bir yıldır young-adult okumaya başladım. Aslında pek de keyif almıyorum okurken, itiraf edeyim. Okuyucu kitabı sadece kapağını beğendiği için de alabilir, ben bunda bir sorun görmüyorum. Kim neyi, neden isterse o yüzden alsın. Bundan daha önemli olan ki bu da beni pek ilgilendirmez ama aldığınız şeylerle ne yaptığınız sanırım. Sonuçta tüketim toplumunda yaşıyoruz ve öyle değilmiş, biz de bunun bir parçası değilmişiz gibi yapmanın bir anlamı yok.

Son olarak çok kısa olarak Türkiye’den ve dünyadan kitap kapakları bakımından en beğendiğiniz yayınevleri veya sanatçılar hangileridir, neden?

Türkiye’de yayınevi özelinde bir şey söylemek istemiyorum. Aklıma gelen üç kapak tasarımcısı Kibele Yarman, Utku Lomlu ve Geray Gençer’le aynı sektörde iş üretiyor olmaktan dolayı çok mutluyum. Kendimi de bu üç ismin yanına dahil etme cüretini gösterip çok iyi bir iş çıkardığımızı ve bir kitabevine girdiğimde bundan gerçekten büyük keyif aldığımı söyleyebilirim. Bunun dışında ismini zikretmediğim başka tasarımcılar da var kesinlikle. Sadece isimleri aklımda kalmadığı için şu an söyleyemiyorum bunun için kendilerinden çok özür dilerim. Fakat birkaç tane daha isim söyleyebilmeliydim çünkü işlerini beğendiğim tasarımcılar var gerçekten. Not almadığım için oluyor bunlar, üzgünüm.

Yurt dışında Peter Mendelsund ve Rodrigo Corral’ı hemen söyleyebilirim. Bu ikisinin dışında da takip ettiğim çok fazla isim var fakat ezberimde değiller. Yayınevi olarak da çok fazla yer var ama adı aklımda kalanlar; tabii ki Penguin, Bloomsbury ve Farrar, Straus&Giroux.

Kadir Güven – edebiyathaber.net (20 Eylül 2018)

Yorum yapın