“Aynadaki Çürüme”; evin yitimi | Emek Erez

Aralık 13, 2017

“Aynadaki Çürüme”; evin yitimi | Emek Erez

“Haritasını çıkardığınız yere zaten gitmişsinizdir. Ama gitmekte olduğumuz yerin henüz haritası yoktur.”[1] Belirsiz bir gitmeler çağında yaşıyoruz, ortada yollar var ama kesin bir istikamet yok. Lorde’un ifade ettiği gibi, gidilecek yer ne harita içerisinde belirlenmiş ne de daha önceden tecrübe edilmiş. Bahsettiğimiz gidiş,  zorunlu göçler, sürgünlükler, yerinden edilmelerle ilgili. Devamlı olarak karşılaştığımız bu gitme, doğal olarak sanata ve edebiyata dair üretimlere de yansıyor. Çeşitli alanlar tarafından ortaya konulan eserlerde, giden, kalan, ev duygusu, yurtsuzluk, kökensizlik, yabancılık, geçmişe atıflı bir şimdi yani gitmeye dair olan, belirgin olarak yer ediyor.

Narin Yükler’in “Aynadaki Çürüme” adlı kitabında toplanan şiirler için de yukarıda bahsettiğimiz imgelerden söz etmek mümkün. Genel olarak göç, sürgünlük, uzaklık, hasret ve coğrafyamızın hiç bitmeyen trajedisi şiirlerin ortak teması denilebilir. Ayrıca ev önemli bir imge olarak kullanılmış kitapta ve bana kalırsa bu metnin önemli yanı sürgünlük duygusu ve ev arasında kurulan ilişki. Çünkü ev, aklımızdaki o ilk anlamını kaybediyor. Yaşananların getirdiği aidiyetsizlik hissiyle de bağlantılı olarak, o eskiden çok kullanılan, “başını sokacak, sığınacak yer” anlamının dışında bir duruma karşılık geliyor artık bu mekân.

İnsanlar ya yaşanabilecekten korunmak amacıyla (patlamalar, intihar saldırıları) zorunlu bir mekân olarak eve sığınıyorlar ya da ev olarak bildikleri yerden ayrılmak zorunda kalıyorlar. Ayrıca sokak da anlamını yitirdi. Kentlerdeki güvenlik odaklı politikalar, bu nedenle her köşe başına dikilmiş kolluk güçleri, bireyin güvende hissetme duygusu kadar özgürlüğünü de elinden alıyor. Bu da evin sığınılacak yer anlamından öte zorunlu olarak zaman geçirilecek yer olarak ifade edebileceğimiz, yeni anlamını beraberinde getiriyor. Ayrılmak zorunda kalan için ise ev, eskide kalan, dönülemeyecek olan, hatırasını içinde taşıdığı yer olarak çıkıyor karşımıza. Kısacası ev olarak kafamızda yer eden, daha parçalı ve farklı anlamları içeriyor artık.

Narin Yükler’in şiirlerinde ev imgesi daha çok, sürgünün, yolu ait hissettiği yere çıkmayacak olanın ve evinden koparılmışlığı hissedenin duygusuna odaklanıyor. Örneğin; “Geç(me)miş” şiirini bu bağlamda düşünebiliriz;

“bir defasında buz tutmuştu kapının ağzı

içime çizdiğim yolun sonunu göremediğimde

susardım, eşik gidebilen içindir

çakıldığı yerden kalkamayanların gövdesinde yol:

sürgün için hep dönüş biletidir

yosun: yürürken sırta değen geçmiş

geç(me)miş”

Şiirin bu dizelerinde “Çakılıp kalmak”, “eşik gidebilen içindir” “dönüş bileti olarak yol” gibi ifadeler ait hissedilen mekândan uzaklaştırılmayı ve oraya geri dönüşün imkânsızlığını anlatıyor. Artık yol yok, geçmişin gölgesinde, bir yerde sıkışıp kalmak var. Aynı şiirin şu dizelerine de bakalım;

“bir defasında silinmemişti buharı resmin

öptüm camdaki evi düşe dua diye

yutkundum, gerçek dokunabilen içindir

ev gidebilen…”

Burada yine geri dönememe duygusuyla karşılaşıyoruz. Camdan bakan özne şiirin genel hissiyle düşündüğümde cama yansıyan evi öpüyor ve ev, özlenen yer olarak uzaklara konumlanıyor. “Ev gidebilen (içindir)”, yani evin anlamını belirleyen, ondan uzaklaştığında geri dönme hissini de yaşayabildiğin mekân olmasıdır biraz. Ancak geri dönemeyen için, şiir özelinde sürgünlük durumunda, sıkışıp kalınan yerden özlenen yere dönememe olarak ev, önceki anlamını karşılamıyor artık.

Alfred Schütz coğrafi olarak evi şöyle tanımlıyor: “Coğrafi olarak ev dünya üzerindeki belirli bir nokta anlamına gelir. Bulunduğum yer, benim ikametgâhımdır; kalmayı düşündüğüm yer, benim meskenimdir; geldiğim ve dönmeyi istediğim yer, benim evimdir. Zira ev sadece bir bina ya da toprak -konutum, odam, bahçem, kasabam- değil, evin temsil ettiği her şeydir.”[2] Narin Yükler’in ev ve göç odaklı şiirlerinde Schütz’ün ev tanımında bahsettiği pek çok anlamın, en başta da evin belirli bir yer olarak tanımının yıkıldığına tanık oluyoruz. Çünkü bu şiirlerde ev imgesi, yol, göç ve sürgünlük ile iç içe geçmiş vaziyette;

“yola çıktığımda evler yoktu. duvarlar, kapılar, odaları birbirine bağlayan basamaklar vardı. yol tanımlandırdı evi zamanla. duvarda asılı çerçevelerce yandı hatıra…”

Yükler’in “Yol” adlı şiirinden alıntıladığım bu dizelerde de gördüğümüz gibi, ev yol ile birlikte tanımlanıyor. Ki aynı şiirde geçen şu dize; “giderek daha uzak bir şeye benziyor ev” Schütz’ün ev tanımında işaret ettiği pek çok anlamı yıkıyor. Ev artık, uzakta kalan, belirli yerde düşünülemeyen, mesken edinilemeyen ve yol ile birlikte geride kalan imge. Böylece ev, gidilen yerin belirsizliğinde kaybolan, öznenin hâfızasında ulaşılamayacak olanı temsil eden ve yurtsuzluğu da çağrıştıran bir yer hâline geliyor.

Yola çıkmanın ve gidişin zorunlu olarak gerçekleşmesi, bireyin parçalanması anlamını da içeriyor. Giderken bağını koparamamak, gitmek ama aslında kalmış olmak, ruhun ve bedenin parçalanması, düşüncenin bölünmesi, bir daha tam olamayacakmışsın hissi, gidilen yerde kurulan ilişkilerin ve yeni diyebileceğimiz yaşanmışlıkların geçmişten bağımsızlaşamaması gibi durumlar, yani gitmenin ve sürgünlüğün hissettirdiği, Narin Yükler’in “Aynadaki Çürüme” kitabında açık bir şekilde yer alıyor. Bu açıdan, “Gitmenin Rengi” şiirine bakabiliriz;

“giderken sırtını dönememişse insan, yaslandığı şeyi bırakmıştır arkasında. tutunma şeklini, sonra açıp okumak üzere bıraktığı hatırayı, belki sesini… giderken yüzünü yola çevirmeyenler daha ilk adımda hesaplarlar dönmeyi. o zaman ızdırap gibi çöker çerçeveler; yaşanmışlık ve yaşayamamışlık arasında. sızlar durur. sızlatır durur.”

Bu dizelerin ifade ettiği yukarıda bahsettiğimiz bölünme ile ilişkili benim fikrimce. Geride bırakılan ile bağın kopamayışı, bıraktığın yerde kalan yaşanamayan ve bunun çektirdiği “ızdırap”.

Giden yani göç etmek zorunda kalan için fotoğrafların da anlamı değişir. “Barbara Wolbert, göçmenin parçalanmışlığını fotoğraflar üzerinden izlemeye yönelmiştir. Aile olağan bir birliktelik gibidir. Nitekim geniş aile fotoğrafları da bu birliği somutlar. Göç ile birlikte aile bireyleri birbirinden ayrı düştüğünde, fotoğraflardaki suretler de yalnızlaşır, ayrı düşerler.”[3] Bu, fotoğraflardan bile ayrı düşme hâlini Narin Yükler’in şiirlerinde görebiliyoruz. Yukarıda bahsettiğimiz “Gitmenin Rengi” şiirinin şu dizeleri bu konuda örnek olabilir;

“dışındasındır artık fotoğrafların fotoğraflarda bir arada yer almanın, düğünün, yasın, kutlamanın. bir annenin ellinci yaşını görmenin dışındasındır, bir babanın mezarından dua almanın. bir kardeşin düğün fotoğrafının, diş buğdaylarının, doğduğun şehrin, avucunun içi gibi bildiğin sokakların. dışındasındır artık fotoğraftaki hâfızanın”

Fotoğrafın dışında kalmak, bir arada olmanın getirdiği güvenlik hissinin, yaşanılan yerin kültürel edimlerinin dışında kalmaktır bir bakıma. Çünkü fotoğraflar özel günlerin anısını yaşatırken, bireyin belleğini de yaşatır. Bulunduğu yerden uzaklaşan için fotoğraf, öznenin baktıkça geri döndüğü geçmişini, eskiye dair olanın çağrışımlarını ve şimdinin yalnızlığını temsil eder.

Narin Yükler’in “Aynadaki Çürüme” kitabı, genel olarak dünyanın son yıllarına, savaşa, göçe, bireyin parçalanmışlığına ve coğrafyamızın belleğine gönderme yapan şiirlerden oluşuyor. Mayıs Yayınları’nca bu yıl yirmi ikincisi düzenlenen ”Arkadaş Z. Özger Şiir Ödülü”nü alan kitaplardan “Aynadaki Çürüme”. Genel olarak ödüller okumamı çok belirleyen bir yerde durmuyor ancak bu ödülü önemsiyorum, Arkadaş Zekai Özger adının anılmasına ve onun şiirlerinin daha çok duyulmasına ve genç şairlerin desteklenmesine vesile oluyor. Ayrıca bizi Narin Yükler gibi şairlerin dünyasına götürüyor.

“Aynadaki Çürüme” dünyanın yaşanmışlıklarının ortasında duruyor, okuru göç yollarına düşürüyor çünkü artık yol, Galeano’nun, Binbir Gece Masallarından aktardığı şu cümlelere karşılık gelmiyor; “Çek git dostum! Her şey terk et ve çek git! Yayından çıkıp gitmeyen ok ne işe yarar ki? Odun olarak kalmaya devam etseydi, ud o ahenkli sesleri çıkarabilir miydi?”[4] Masallarda ahenkli seslere ulaştıran gitmek ve yol artık tam tersine sesin, evin, kökenin, ait hissetmenin kaybına götürüyor bizi. Ve İnsan keşke masallarda kalsaydık diyor.

Not: Yazıda şiir alıntıları kitaptaki hâliyle kullanılmıştır.

Emek Erez – edebiyathaber.net (13 Aralık 2017)

[1] A. Lorde’tan Akt. Chambers, L. “Göç, Kültür, Kimlik”, s.57, İstanbul: Ayrıntı Yayınları.

[2] Schütz, A. (2016), “Yabancı, ‘Eve Dönen’” , s. 55, (Der. Levent Ünsaldı), Ankara: Heretik.

[3] Wolbert’ten akt. Depeli, G. (2010 ), “Görsellik ve Kültürel Bellek İlişkisi: Göçmenin Evi”, s. 14. (http://www.ilefarsiv.com/ki/gorsel/dosya/1306411759ki_03.pdf)

[4] Galeano, E. (2017), “Hikâye Avcısı”, s. 12 İstanbul: Sel.

Yorum yapın