Ankara gibi iç ısıtan öyküler: “Yolda Ansızın” üzerine | Seval Şahin Atbaş 

Temmuz 5, 2023

Ankara gibi iç ısıtan öyküler: “Yolda Ansızın” üzerine | Seval Şahin Atbaş 

Çocukluğumdan beri sık sık gidip geldiğim, hiçbir zaman yerleşik olmadığım ama yerleşik yaşamına özendiğim bir şehir Ankara. Kurumsal kimliği ve gri rengine rağmen insanın içini ısıtan bir yönü var, sebebini açıklayamadığım. Biri bunu hiç uğraşısız, şöyle tanımlamıştı: “Birbirine ‘Nasılsın?’ diye sorar gibi bakanların şehri, Ankara.” 

Benim kişisel tarihimin yanı sıra içinde Ankara bulunan filmlerin ve kitapların insanın içine işleyen, abartısız ve sade havası da bu algıyı destekliyor, kuşkusuz. Mayıs 2023’te ikinci baskısı yapılan Yolda Ansızın da belirgin bir şekilde hikâyesi Ankara’da geçen ya da başkişilerinin Ankara’yla mutlak ilişkisi olduğu bir öykü kitabı. Haziran 2022’de Everest Yayınları tarafından yayımlanan kitaptaki birçok öykü ilk olarak 2014’te altkitap.net sitesinde yayımlanmış. Ancak yazar Tuğba Çelik, öykülerin neredeyse hepsini elden geçirerek Yolda Ansızın kitabının içine almış. 

Ankara’ya ‘değmek’

Çelik, Artı TV’deki söyleşisinde kitabının Ankara öyküleri içerdiğini söylüyor. “Ankara öyküleri” tanımı, Ankara’ya özgü olanı çağrıştırıyor ama birkaçı dışındakiler Ankara’ya özgü öyküler değil. Örneğin kitabın ilk üç öyküsünde, bazı mekân isimleri dışında olayların Ankara’da geçtiğini anlayabileceğimiz bir ipucu ya da öykünün akışını belirleyen Ankara’ya özgü bir durum yok. Başka bir örnek de “İçim Deniz Dışım Deniz” öyküsünde karşımıza çıkıyor: Deniz kenarında bir yerleşim biriminde geçen öykünün Ankara ile olan tek bağı, başkişinin iyileşmek umuduyla gitmek istediği yerin Ankara olması. Buradan yola çıkarak öykülerin hepsinin tıpkı yazarın kendi yaşam hikâyesi gibi bir şekilde Ankara’ya değdiğini ancak Ankara’dan kaynaklanmadığını söyleyebiliriz. 

Bu “değmek” meselesiyle ilgili Tuğba Çelik aynı söyleşisinde, “Ankara’da birbirimize değerek yaşıyoruz ama çok temas kurmuyoruz.” diyor. Birbirine temas etme konusu, kitaptaki Balkonda öyküsündeki karakterlerden birinin sözlerinde de ortaya konuyor: “Bu şehirde herkes ne kadar yalnız. Birbirimize değmeden ölüyoruz.” Yolda Ansızın’daki öykülerin, yazarın bu sözleriyle özetlenebileceğini düşünüyorum. Kitabın içinde yer alan on üç öykünün hepsi de birbirine değen ancak birbiriyle temas etmeyen öyküler. Öykülerin her birinde yer alan kişiler birbiriyle bağa sahip. Bağların buluştuğu kişi ise Yolda Ansızın öyküsündeki Barbaros karakteri. Yolda Ansızın dışındaki tüm öykülerde kişiler bazen Barbaros’un arkadaşı, bazen onlarla bağı olan başka kişiler;  bazen ise (Balkonda öyküsünde Barbaros’un intiharı neticesinde karşımıza çıkan komiserin Afrika Kıtası öyküsündeki çocuğun babası olması gibi) Barbaros sebebiyle tanıdığımız kişilerin öyküleri. 

Bir ayak uydurma meselesi

Öykülerde öne çıkan konu, kişilerin bulundukları ortama karşı yaşadıkları uyum sorunu. Geçirdikleri değişimler nedeniyle çevrelerine ya da yeni yaşamlarına ayak uydurmakta zorlanan insanlar kimi zaman bir yazar, bir mimar ya da işçi, kimi zaman da annesi ölen çocuklar, sevgilisi tarafından terk edilenler ya da öykülerin bağ kişisi Barbaros gibi zaten doğuştan uyum sorunu yaşayan, “tutunamayan” kişiler. Örneğin Göl Bekçisi öyküsündeki bekçi, kendince yazma eylemiyle haşır neşir olan ve annesi nedeniyle mecburen çalıştığı pavyondaki işine uyum sağlayamadığı için oradan kurtulmaya çalışmış biri. Aynı öyküdeki başkişi Raşit Kolan ise az tanınan bir yazarken bir anda ünlenen ve popüler edebiyat dünyasına ayak uydurmakla kendi istediklerini yazabilmek arasında uyum sorunu yaşayan bir kişi. 

Öyküler arasında en çok yakınlık kurduğum Bumerang’da, küçük bir bozkır kasabasında mecburi öğretmenlik görevini yapan Feriha, Ankara’daki yaşamına ve oradaki edebiyat çevresine özlem duymakla birlikte yaşadığı yerin toplumuna uyum sorunu yaşıyor. 

Tamirhane öyküsünde ise uyum sorunu farklı bir açıdan ele alınmış: Uzun yıllar aynı tamirhanede çalışan üç kişi, tamirhane el değiştirince işten çıkarılma sorunuyla yüz yüze kalır. İşten çıkarılma haberini kendilerine vermesi için yeni patronlarının avukatının gelmesini beklerken geriye dönüş tekniğiyle geçmişte yaşadıkları bir güne giderler. Patronlarının oğlunun bir kazayla zarar verdiği arabasını tamir etmek için mesaiye kaldıkları bir gece, duvarlara yazı yazarken çatışma yaşayan bir genç ve arkadaşı iş yerlerine sığınır. Bu gençlerden biri oradan ayrılmadan önce şöyle bir cümle kurar: “Bir düşün kardeşim: Birileri sıcak yatağında uyurken sizin bu saatte çalışmanız emek sömürüsü değil mi? Bu sömürüye karşı el birliği yapmak gerekmez mi?” Bu üç arkadaş yıllar sonra gözden çıkarılarak işten atıldıkları bir zamanda bu sözleri tekrar hatırlayarak içinde bulundukları sınıfsal farklılığı ve uyumsuzluğu fark ederler.

Kendine gönderme yapan kurgu

Kitabın ilk öyküsü olan Göl Bekçisi’nin kendine gönderme yapan kurgusundan da söz etmek gerek.

 “Kapkara göl kıyılarını incecik dalgalarla yokluyordu.” cümlesiyle başlayan ve Raşit Kolan’ın yaşadıklarını anlatan geceyi betimleyen bu cümle öykünün birkaç yerinde daha geçiyor. Bu cümle, yayınevinin siparişi üzerine zoraki yazdığı romanların dışında, “eskiden olduğu gibi gerçek kişileri yazmak” isteyen Raşit Kolan’ın, bu istekle başladığı kitabının da ilk cümlesi. Böylece Çelik, hem yazar anlatıcı olarak kendi öyküsünün, hem de Raşit Kolan’ın asıl yazmak istediklerine açılan bir dosyanın ilk cümlesini aynılaştırarak bir döngüsellik yaratıyor. 

Tuğba Çelik, Yolda Ansızın’daki on üç öykünün on birinde erkek baş kişiler yaratmış. Erkek yazarların çoğunun aksine pek çok kadın yazar cesaretle erkeklerin başkişi olduğu öyküler yazabiliyor. Bunu, hem kadın olmanın verdiği içgüdüsel bir empati kurma becerisine hem de erkek başkişili öykü örneklerinin baskın bir şekilde çok olmasına ve kadın yazarların da bu baskınlığa belki istemeden de olsa ayak uydurmasına bağlayabiliriz. Çelik’in öykülerindeki bu kişiler kimi zaman yazar, mimar, tasarımcı kimi zaman da ortaokul mezunu, sanayi işçisi ya da pavyon çalgıcısı. Sınıfsal durumları ne olursa olsun Çelik, onların cephesinden kurguladığı öyküleri onların kullanabilecekleri bir dille işliyor. Bu nedenle yazarın erkek karakterler yaratmada ve onlara inandırıcılık kazandırmada iyi bir gözlemci olduğunu düşünüyorum. 

Kente dair her şeyden ilham alan bir kalem

Dil konusuna değinmişken, Yolda Ansızın öyküsünde dikkati ilk çeken ve başta rahatsız edici gelen savruk dilden de söz etmek gerek. Bu öykünün, başkişi Barbaros’un kendisini terk eden kız arkadaşına yazdığı bir e-posta olarak kurgulanması, dilin ve cümlelerin uçarcasına birbirine karışmasını anlamlı kılıyor. Bilinç akışı tekniğinin kullanıldığı bu öyküde dilin bu şekilde savrulması, Balkonda öyküsünde intiharıyla karşılaştığımız Barbaros’un kişiliğine dair detayları da ortaya çıkarmış oluyor. 

Tuğba Çelik bahsi geçen söyleşisinde esin kaynağının ‘kent yaşamına dair her şey’ olduğunu söylüyor. Türkiyeli kentliler hem eğitimsel hem ekonomik olarak farklı olan tüm sınıfların bir arada olduğu ve hatta iç içe geçtiği, her birinin hem kendi içinde hem de birbiriyle uyum sorunu yaşadığı canlı bir varlık. Çelik de tüm öykülerinde, kendisinin de içinde bulunduğu ya da yanından geçtiği bu hayatları iyi bir gözlemci olarak ele alıyor. Öykülerin hepsi hüzün içeriyor. Ancak bazıları karamsar sonlansa da pek çok öyküsü umuda göz kırpıyor.  

Sade hayatları aynı yalınlık ve sadelikle anlatan Çelik’in öyküleri Ankara gibi iç ısıtıyor.

edebiyathaber.net (5 Temmuz 2023)

Yorum yapın