Alt Satır: Ercan y Yılmaz | Semrin Şahin

Eylül 15, 2025

Alt Satır: Ercan y Yılmaz | Semrin Şahin

Bazı cümleler, bir kitabın ya da filmin içinde saklanmış halde karşımıza çıkar ve bir anda düşünce biçimimizi, hatta hayat yolumuzu değiştirebilir. Yazarlık da böyle değil midir zaten? İçimize düşen küçük bir kıvılcımla başlar, sonra bizi adım adım geliştiren bir serüvene dönüşür.
Bu söyleşide, yazarların kendi ilham kaynaklarına, yazma alışkanlıklarına ve iç dünyalarına samimi sorularla dokunuyoruz. Her yanıt bir sahneye dönüşüyor, her sahne okura yeni bir kapı aralıyor.

Orhan Pamuk’un Yeni Hayat kitabı “Bir gün bir kitap okudum ve bütün hayatım değişti.” diye başlar. Sizin şimdiye kadar okuduğunuz kitaplar arasında hayatınızı değiştirmese bile etkilendiğiniz, okumasaydım çok şey kaybederdim diye düşündüğünüz bir kitap var mı?

Orhan Pamuk’un Yeni Hayat’a başlangıcını hep sevmişimdir. Öğrencilerime (öğretmenken) sıklıkla okuduğum için ilk bir buçuk sayfasını ezberlemiştim. Bunun yanında favorim İki Şehrin Hikâyesi’nin (Charles Dickens’ın) başlangıcıdır ama şimdi konumuz başka.

“Etki”lenmenin ve “eksikliğinde çok şey kaybetme”nin neresinden tuttuğumuza göre sorunun yanıtı değişir. Zaman zaman bu tür sorulara farklı yanıt vermenin de çelişmek demek olmadığını yeri gelmişken belirteyim. Hoş çelişmek o kadar da kötü bir durum değil. Neyse, soruyu iki eşit parçaya bölüp yanıtlıyorum.

Tüm okumalarım içinde ben en etkileyen kitap Erdal Öz’ün Gülünün Solduğu Akşam’dır. Öyle ki o kitaba kadar sadece aşk şiirleri yazan liseli Ercan, hayatın ve devletin gerçeğiyle yeniden yüzleşti. 11 yaşındayken yaşadığım polis işkencesini bana ya hatırlattığı için ya da insanların ne denli acımasız olabileceğini unuttuğum için bu kitap beni âdeta yerden yere vurdu. Hatta okumanın akabinde kitaba otuz altı sayfalık bir şiir bile yazmıştım. Beni uyutmayan işkence sahnelerini şiire dökerek zihnimden uzaklaştırma gayesiyle yazmadım ama öyle oldu, yine de berbat bir şiirdi. Önceki şiirlerimi çok seven öğretmenlerim bir daha benden şiir okumak istemediler bu şiirden sonra. Ama Deniz’e, Yusuf’a, Hüseyin’e yapılan işkenceyi öğrendikten sonra hayata kaldığım yerden devam edemedim.

Okumasaydım çok şey kaybedeceğimi düşündüğüm kitapların listesi uzun. Dostoyevski’nin Suç ve Ceza’sı, Borges’in Kum Kitabı’ndaki öykülerini, Wells’in Duvardaki Kapı’sı, Proust’un Kayıp Zamanın İzinde’si, Beckett’in Adlandırılamayan’ı Pessoa’nın Huzursuzluğun Kitabı, Donkişot, Decameron… liste uzar gider böyle ama biri var ki o olmazsa sadece ben değil bu listeden birileri de eksik kalırdı. Yani Binbir Gece Masalları. Borges’i de Proust’u olduran kitaplar arasındadır bu masallar. Onlar adına da bu soruya yanıt verecek kadar mesaimiz oldu. Binbir Gece Masalları’yla edebiyatın hayatta tutunmak için güçlü bir neden olduğunu anladım ve tabii bu kitabı okumasaydım çok eksik kalırdım.

Yazmaya başlamanıza ya da yazı biçiminizi dönüştürmenize ilham olan bir film oldu mu? Olduysa hangi sahne sizi etkilemişti, bizimle paylaşır mısınız?

Raşomon’un tam da böyle bir etkisi oldu bende. Yazı biçimime katkı sağlayan filmlerin en önemlisidir benim için. Sonrasında Rastgele Balthazar gelir. Bu iki film anlatıya başka bakışlar geliştirmeme olanak sağladı. Raşomon’da herkesin kendi penceresinden olaya bakması ve filmin yeni bakış açılarıyla sürmesi, sürüklemesi inanılmaz bir üslup. Sadece yazdıklarımı mı etkiledi? Değil tabii, ilk kısa filmim olan Vitrin’in de çıkış noktası “Raşomon”du. Teknik yetersizliğine rağmen o filmle 2010’da İstanbul’dan en iyi film ödülüyle döndüğümde bunu Akira Kurosawa’ya borçlu olduğumun farkındaydım.

Haruki Murakami, yazarlığın bedensel güç gerektirdiğini ve her gün koştuğunu ya da yüzdüğünü anlatır. Sizin düzenli bir spor alışkanlığınız var mı? Varsa bu fiziksel pratiğin yazma sürecinize etkisi nedir?

Koşmasaydım Yazamazdım Haruki Murakami’nin sevdiğim bir kitabı ve ondan okuduğum ilk kitap. Bana yazarın kapısını açan kitap oldu. İsmi beni aldı ilkin, nitekim koşmayı çok severdim. 20 km koşabiliyor ve maraton koşmak gibi bir hayalim vardı. Bu nedenle Avrasya maratonuna erken kayıt yaptırdım ve çalışmaya başladım. İyi de gidiyordu hazırlıklar ama koronavirüs pandemisi geldi. Erken yakalandım, ağır geçirdim bacaklarıma etkisini iki yıl kadar sürdü. Sonrasında ya geçti ya kanıksadım ama artık eskisi gibi koşamıyorum. Dolayısıyla “koşmak” fiili benden olabildiğine uzaklaştı, Yürümenin Felsefesi’yle (Frederic Gros) yola devam ediyorum artık. Ahmet Erhan’ın “Beni öldürün– / ama yürütün uzun uzun..” mısraları başlı başına bu soru için yanıtım olabilirdi. Neden uzattım ki…

Virginia Woolf, “Para kazanın, kendinize ait bir oda ve boş zaman yaratın. Ve yazın…” diyerek birçok kadına yazma cesareti verir. Bu sözden yola çıkarak, siz yazmaya yeni başlayan birine ne tavsiye ederdiniz? Bir yazarın en başta hangi gerçeğe ya da duruma hazırlıklı olması gerekir sizce?

Büyük bir edebiyatımız var. Bunun farkında olmak önemli. Öykümüz sağlam, şiirimiz sıkı, romanımız daha da iyi olacak. Haldun Taner, Sait Faik, Tanpınar, Salâh Birsel, Füruzan, Leyla Erbil gibi yazarlarımız var, Orhan Pamuk, Yaşar Kemal, Aziz Nesin, Nâzım Hikmet’imiz var. Edebiyatımızın iyi bir okuru olmamız şart. Ve tabii Orlando’nun yazarının lafının üstüne laf söylemem, ancak tırnak içinde tekrarlayıp sorudan çekilirim. “Para kazanın, kendinize ait bir oda ve boş zaman yaratın. Ve yazın…”

İnsanlar genelde okudukları kitabın altını çize çize okur. Peki siz bir yazar olarak kendi yazdıklarınız arasında altını çizeceğiniz bir cümle seçseniz, hangisi olurdu? Neden?

Yazdığım kitapları tekrar okumadığım için altını çizdiğim cümlem de yok ama İsahag adıyla yazdığım kitaplardan birkaç alıntı var. “Gitmek mevsim işi değil.”, “İnsan bazendir, daima değil.” ilk hatırladıklarım. Nedenini bilmiyorum ama sanki benim için yazılmışlar.

Yorum yapın