Aidiyet, Bağlanma, Şefkat; Kapanmayan Yaralarımız | Aynur Kulak

Eylül 9, 2025

Aidiyet, Bağlanma, Şefkat; Kapanmayan Yaralarımız | Aynur Kulak

Özlen Alpaslan’ın Karakarga Yayınları tarafından yayımlanan Yara isimli romanı modern insanın yalnızlıkları, arayışları, aile çıkmazları, kurduğu ve kuramadığı ilişkileri, sustuğu ve konuştuğu yerleri ile, alacağı yardımlardan imtina etmeyecek bir kadını odağa alarak bizi bize anlatan hikayesiyle tanıdık olanı okurlarla buluşturuyor. Yara’nın bizlere hiç de yabancı olmayan bir hikayesi var. Hikaye yalnız olmadığımızı an ve an bizlere hissettirse de romanın alt başlığı; “Ben yalnızım, ben yalnızım, ben yalnız.” diyor. Nerede duyarsak duyalım eşlik ettiğimiz bu müzik parçası hikayenin özeti niteliğinde. Özlen Alparslan tam da çağımızın kendi ayakları üzerinde durmak isteyen modern ama yalnız kadının portresi ile çıkıyor karşımıza üçüncü romanı Yara ile.   

Özlen Alpaslan, insan ruhunun kuytu köşelerine ışık tutan anlatımıyla, çağdaş  edebiyatımız içerisinde kendine özgü bir yer edinmiş yazarlarımızdan. Yarım (2022) ve Mahalle (2023) romanlarının ardından gelen üçüncü romanı Yara, onun kaleminde bir kez daha “edebiyatın iyileştirici gücünü hatırlatıyor. Roman, okuru kendi yaraları ile yüzleştiriyor. Önce kendimizi sevmeliyiz; Özlen Alpaslan üç romanında da bu konu üzerinde önemle duruyor. Yarım romanında annesinin izini süren Eylül’ü odağa alırken toplumsal mücadeleler ve devrim hayaliyle kendisini sevememiş bir kuşağı anlatıyor, Mahalle’de ise kayıp Aysel’in izinde bir mahallenin kroniği, kadınları değerli olmayan, kadınlarını sevememiş bir toplum panoraması çıkarıyor karşımıza. Üç romanda odağa alınan kadınlarla şefkatli bir toplum olmadığımız gerçeği ile karşı karşıya kalıyoruz.

“Bağlanma problemim varmış benim. Kaygılı kaçıngan bağlanıyormuşum romantik ilişkilerde. Terapistim öyle diyor. Üstelik öyle bir anda söylüyor ki bunu, bana ayrılan elli dakikanın sonuna geliveriyoruz. Omuzlarımda bu kocaman üç kelimenin olanca ağırlığıyla, Valikonağı Caddesi’nde bir aşağı bir yukarı dolanmaya başlıyorum.”

Yara’nın ilk giriş paragrafı bu ve hikaye başlar başlamaz bir terapi odasının içindeyiz. İpek hemen çıkarıyor bizi bu odadan, Valikonağı’nda aşağı yukarı yürütmeye başlıyor fakat bize hikayesini kendi ağzından anlatan İpek için hayat mücadele edilmesi hiç de kolay bir yer değil. Üstelik okuduğumuz ikinci paragrafın hemen ardından başlayan üçüncü paragrafın başlangıcı İpek’in şu sorusu ile şaşırtıyor bizleri: “İnsan bu kadar mutluysa terapiye gider mi?” Hikayenin başlangıcı itibariyle sorulan çok önemli bir soru bu, zira çağdaş bireyler “mutluluğun” peşinde, fakat bunu tam olarak nasıl elde edebilirler ya da “mutluysalar” eğer nasıl fark edebilirler bu durumu bilmeden.    

İpek’in hikayesi giriş paragrafı  ve sorulan soru sonrası açılmaya ve katmanlaşmaya başlıyor. İpek’le ilgili ilk önce şunu belirtmek gerekiyor: Hayallerinin peşinden gitmiş, sevdiği, aşık olduğu adamla, Mahir’le evlenmiş, ayaklarının üzerinde duran, başarılı bir kadın. Yıllarca terapiye gitmesine sebep (veya sebepler) ne olabilir? İpek’in istenmeden doğmuş bir çocuk olduğunu öğreniyoruz. Alt sınıfa mensup bir aile, sert bir baba, evhamlı, şiddete maruz kalmış bir anne, aşık olarak evlendiği Mahir’in zamanla derinleşen yokluğu. Hikaye ilerledikçe hem maddi hem manevi ailelerin birbirinden farkı, Mahir’in ailesinin İpek’in ailesine üstünlüğü, İpek’i derinden sarsacak bir kayıp ve yas süreci başlıyor. Aslında tüm ilişkilerin birbirine nasıl uzak olduğu, iletişimsizliğin derinliğinin düşündüğümüzden daha fazla olduğu ve hiçbir şeyin hiç de dışarıdan göründüğü gibi olmadığı gerçeğiyle yüz yüze gelmeye başlıyoruz. Yara aslında özünde her şey güllük gülüstanlık gibi gözükürken ve mutlu hissederken sağlıklı iletişim kuramadığımız için oluşuyor. 

Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar’da Heykel bölümünü bitiren ve aşık olduğu adamla evlenen İpek başarılı bir profil aslında. Sorun yalnızca sevgi eksikliği olabilir mi, ya da modern insanın tatminsizliği? İpek’in en büyük handikapları sevilmek için uğraşırken ortaya çıkıyor. Anlaşılmak için susan, kabul görmek için kendinden ödünler veren, ne yaparsa yapsın, diğer insanlara nazaran iki katı çabalasa da, varlığına ilişkin suçluluk duygusu  bir türlü dinmeyen bir kadın var karşımızda. Sık sık terapistine gitmeyi bırakmayı düşünüyor fakat çocukken içine işleyen eksiklik hissi bir türlü geçmiyor, açık yara bir türlü kapanmıyor. İpek, “Ben nereye aitim?” sorusuyla sürekli savruluyor.

“Hayat ne tuhaf. Kimileri daha anne karnındayken özleniyor, kimileri hayat boyu özleneceği günü bekliyor. Bu kadar yürekten çağırınca sevgiyi, bir gece ansızın gelebiliyor o sevgili. Bir sevgiyle büyüyen, biri sevgiye hasret iki yabancının yolları demek bir gece ansızın bir fasıl masasında kesişebiliyor. Bir gece ansızın kesişen yollar; hayal edildiği gibi bir ömür boyu birlikte yürünebiliyor mu peki?”

Yara, sadece İpek’in hikayesi değil; aynı zamanda hayatın içinden geçen sessiz bir çığlık, köşe başında bekleyen önemli sorular ve derin bir yüzleşme hikayesi. İpek’in hikayesinde, okur kendi kalp ağrılarını, suskunluklarını, gizli kırıklarını ve en derin yaralarını bulacak. Çocuklukta ebeveynlerden ya da bakım verenlerden alınan yaraların yetişkinlikteki ilişkilerimizi nasıl şekillendirdiğini gösteren roman, okuru kendi bağlanma alışkanlıklarını fark etmeye ve şefkatle değiştirmeye çağırıyor. Özlen Alpaslan ile henüz tanışmadıysanız insana dair derin yaralara dokunduğu Yara romanıyla tanışmanızı dilerim.

Yorum yapın