Meltem Gürle’ye 6 soru | Can Öktemer

Mart 1, 2019

Meltem Gürle’ye 6 soru | Can Öktemer

Hazırlayan: Can Öktemer

En son okuduğunuz kitabın adı nedir?  İzlenimlerinizi öğrenebilir miyiz?

Bir süredir İrlanda edebiyatıyla uğraşıyorum. En son John McGahern’ın Amongst Women (Kadınlar Arasında) adlı romanını okudum. Bir ustanın elinden çıktığı hemen belli olan kısa ama çok etkileyici bir hikâyeydi. Eski bir IRA askeri olan Michael Moran adındaki aksi ve dindar bir adamın, çoğu kadınlardan oluşan ailesini zalimce idare edişinive çocuklarını yavaş yavaş kendinden uzaklaştırışını anlatıyordu. Yaşlandıkça düş kırıklığı keskinleşen ve etrafına karşı iyice duyarsızlaşıp bencilleşen bu adamın hikayesi beni çok etkiledi. Çünkü McGahern kolaycılığa kaçıp sıradan bir zorbalık resmi çizmektense, bu küskün askeri derinlikli bir karakter olarak resmetmeyi başarmıştı. Yine de kitabı okurken, taşraya özgü dar görüşlülük ve katılıkla beslenen bu bozuk aile düzeninin, sadece Moran ailesine değil, İrlanda’nın tümüne hakim olduğunu düşündüm. Katoliklik, taşralılık, IRA’nın bir özgürlük hareketi olarak başlayıp dağılması… Bu genellemede, hepsinin etkisi vardı sanırım.

Bunun dışında çok etkilendiğim şeylerden biri, romandakine benzeyen bir çiftlikte büyüyen yazarın çok iyi tanıdığı taşra hayatını anlatışı oldu. Hikaye, İrlanda’nın en fakir eyaletlerinden biri olan County Leitrim’de bir çiftlikte geçiyordu. Ülkenin sert iklimi, Moran’ın katı kişiliğiyle tamamen örtüşüyordu. Romanın zamanı da, mevsimlik çiftlik işlerinin rutin döngüsüne bölünerek aktarılmıştı. Hayat yapılması gereken işlerden ibaretti ve bundan kaçış yoktu. Çiftlikteki yaşantının acımasızlığını doğanın tavizsizliği üzerinden düşünmek hikayeye bambaşka bir boyut kattı benim için. Bu bağlantıyı, nadir rastlanan bir incelikle anlatıyordu McGahern. Bütün romanı, aynı tasarruflu ama zarif dilin üzerine kurmuştu. Bir usta ile karşı karşıya olduğumu düşündüren de buydu herhalde.

Son okuduğunuz kitapta, en beğendiğiniz cümle ya da alıntı nedir? 

McGahern bu romanda, evdeki kadınların duygusal dünyasını da okuyucuya açar. Moran’ın kızlarını genellikle babalarının kınayan ve korkutan bakışları altında nefes almaya çalışırken görürüz. Moran’a saygı duyarlar, onu memnun etmek için yarışırlar, ama yine de bu bakışlardan kaçamazlar bir türlü. Bun hissettiğimiz anlardan biri de aşağıdaki cümledir. Evdeki boğucu atmosferi anlatan örneklerden biri olduğu için midir, yükseklik korkusunu çok iyi bildiğimden midir, benim aklımda da o kalmış: 

“Derin bir yardan aşağıya doğru bakmak nasıl kendini boşluğa bırakıp yükseklik korkusundan kurtulmak arzusu uyandırırsa, babalarının üzerlerine dikilen gözleri de kızlarda tabak çanağı kurulayıp dolaba yerleştirirken ellerindekini düşürüverme isteği yaratıyordu.” 

Yeni bir kitaba başlamadan önce arkadaşınızdan mı tavsiye alırsınız, kitap eklerinden mi yararlanırsınız yoksa tamamen sezgilerinizle mi hareket edersiniz?

 Arkadaşlarım, kardeşlerim, meslektaşlarım kitap tavsiye ederler. Bunu her zaman dikkate alıyorum. Hatta bazen doğrudan tavsiye istiyorum. Romanla ilgilenen biri olmak, her ulusun edebiyat geleneğini ya da her yazarı iyi tanımak anlamına gelmiyor. Özellikle de yeni nesil yazarlar konusunda düpedüz cahil sayılırım. Onun için, bazen sosyal medyayı da fikir edinmek amacıyla kullanıyorum.Geçenlerde yeni nesil Alman yazarlarını sordum mesela. Ne kadar uzun bir liste çıktığına inanamazsınız! Hem bana hem de bu konuşmayı takip edenlere çok faydalı oldu. Ama bir de kendi kendime “koklayarak” bulduklarım var. O da ancak kitapçıya gidip kitap karıştırarak oluyor. Kitapçılar ve sahaflar hayatta kaldığı sürece bunu yapmaya devam edeceğim.

Keşke bu kitabı ben yazsaydım dediğiniz bir kitap var mı? 

Elbette var. Hem de birden fazla. Ama en çok kıskandığım –hadi, kıskandığım demeyelim, gıpta ettiğim—yazarı soruyorsanız, İngiliz romancı Iris Murdoch (ki o da İrlandalı sayılır aslında) seçtiği konular ve karakterlerini maruz bıraktığı ahlaki ikilemler açısından, bana her zaman çok çekici geliyor.

Murdoch’u seviyorum, çünkü hem felsefi derinliği olan meseleleri kişisel hikayeler üzerinden anlatıyor (tıpkı Dostoyevski gibi) hem de bunu erkek aklın/dilin alanını zorlayarak yapıyor. Bir kadının gözünden görülen, bir kadının elinden çıktığı belli olan ama illa ki kadınlara uygun görülen hikayelere odaklanmak zorunda hissetmeyen ve evrensel sorular soran metinler yazıyor. Ana karakteri erkek olan romanlarında bile (Deniz Deniz ya da Kara Prens) bunu yapmayı başarıyor. Ben de bu romanlardan birini yazmış olmayı isterdim.

Muhakkak birini seçmem gerekiyorsa, Nuns and Soldiers (Rahibeler ve Askerler) ilk tercihim olurdu.

Yazdıklarınızı ilk olarak ne zaman gün ışığına çıkardınız ve ilk kimlere okuttunuz? 

Kendimi bir yazar olarak görmediğim için, bu soruya cevap vermek zor. Yazdıklarımı çok önemsediğimi söyleyemem. İlk kez okunabilir olduğunu düşündüğüm bir şeyler yazdığımda, bir çekmeceye koyup uzun zaman bekletmiştim. Ne zaman oradan çıkarmaya karar verdiğimi hatırlamıyorum bile. Galiba o ilk yazılarla birlikte kendimi de çekmeceden çıkarmış oldum. Her şey böyle başladı.

Belirli yazma alışkanlıklarınız var mı? Gürültülü bir yerde mi yoksa sessiz bir ortamda mı yazmaktan hoşlanırsınız?

Evet, her gün bir şeyler yazıyorum. Genellikle aynı saatte masanın başına oturmaya çalışıyorum. Kimi zaman evde yazıyorum. Fakat en verimli çalıştığım yerler kafeler ve çay bahçeleri. Bu ikincisinden pek kalmadı artık. Ama her zaman müdavimi olduğum bir kafe vardır. Aynı masaya otururum, garsonların ismini bilirim, benzer şeyleri ısmarlarım. Alışkanlıkları devam ettirmek hoşuma gidiyor. Bir de kalabalık içinde ama kalabalığın parçası olmadan oturmayı seviyorum. Arka plandaki tabak çanak sesinin ve insanlara ilişmeden onları seyredebiliyor olmanın ilham verici bir tarafı var.

edebiyathaber.net (1 Mart 2019)

Yorum yapın