
‘‘Susam taneleri kadar mutlu olun.’’
Kore’de bir deyim
İlk öykü kitabı ‘‘Şenay’ın Tuhaf Hikâyesi’’nin oldukça değişip dönüştürülmesiyle yepyeni bir hale gelmiş ‘‘Baharda Ölü Kuşlar’’la karşılıyor bu defa bizleri Elif Ertuğrul Türa. Bambaşka öykülere, bambaşka dünyalara kapı açan yepyeni bir öykü kitabı artık ‘‘Baharda Ölü Kuşlar’’.
İnsana ve insanlaşmaya yolculuk
Masalları ve öyküleri ben hep çok severim ve ilgilendiğim alanlardan biri de, masalların ve öykülerin psikolojik yönleri; onların hepimize açtığı yepyeni kapılar ve bambaşka dünyalar…
Aynı masallar gibi, öyküler ya da hikâyeler de işte bu farklı dünyalara kapı açtıkları için her birimizi de başka hayatlarla yüzleştirirler ve biz kendi biricik hayatımızın dışında başka insanların, başka varlıkların hayatlarıyla da karşılaşma olanağını buluruz böylelikle. Bu da, her birimizin özellikle insan dediğimiz canlı varlığı olabildiği kadar çeşitli halleriyle tanıyıp anlayabilmemizin yolunu açar. Dahası, hepimizi en vurgulu haliyle insanlaşmayadavet eder.
Türa’nın öyküleri de, her birimizi kendi biricik hayatımızın dışına çıkmaya çağırıyor. Böylece her birimiz de hem tuhaflıklara, acıya, baskıya, şiddete, ayrışmaya hem de güzelliklere, umuda, sevgiye, şefkate dokunuyoruz.
İki uçlu bir akış: Hayat
Hayat dediğimiz bu iki uçlu akışta, bu yolda, insan olarak her birimiz zaman zaman her iki uca doğru da yolculuklar yaparız. Böylelikle her birimizin kendimize ait biricik öykümüz ve/veya öykülerimiz de oluşmaya başlar. Oluşan bu öykü(ler), aslında bir yandan da her birimizin kişisel tarihini ortaya çıkarır. Her birimize ait hayat hikâyesi, bizim şu andaki biz olmamızda belirleyici olur. Bu hayat hikâyesinin içinde de yaşadıklarımız, hem olumlu hem de olumsuz anılarımız, okuduklarımız, izlediklerimiz, anlattıklarımız, yazdıklarımız, duygularımız, gördüklerimiz, duyduklarımız, dokunduklarımız, karşılaştığımız her şey, gelecek için hayallerimiz ve dahası bizi etkileyen ve/veya bizim etkilediğimiz her şey vardır.
Bütün çabamız (inatla da olsa) güneşi doğurmak
Elif Ertuğrul Türa’nın Mahal Edebiyat Yayınları etiketiyle hepimize ‘‘merhaba’’ diyen kitabı, ‘‘Baharda Ölü Kuşlar’’ı da, içinde yaşadığımız hayatta karşılaştığımız insana dair öykülerin bir örneğini gözlerimizin önüne seriyor. Tam kalbinde insan dediğimiz canlı varlık ve onun başına gelenlerle örülmüş bu öyküler, bana kalırsa, hiç de hayattan kopuk değil hem de; çok olağan.
Yara, Baharda Ölü Kuşlar, Susam Taneleri, Hakuna Matata, Nefes, Altmış Saniye, Maket Kalp, Bir Varmış Bir Yokmuş gibi toplam on altı öykünün bir araya getirildiği bu harika kitapta Türa, insanın neredeyse bütün hallerine uzanıyor.
Susam Taneleri’nde örneğin, yeni evli bir çiftin, herkese küçük birer hediye olarak, çalıştıkları ofiste bütün çalışma arkadaşlarının masalarına bir şişe dolusu altın renginde susam tanesi bıraktığını okuyoruz. Bu aslında, birbirini seven iki kişi arasında birlikte geçirilen bütün zamanların, sobanın üzerinde çıtırdayan susam tanelerinin yaydığı koku kadar mutluluk vermesini istediklerine dair ve mutluluklarının her geçen gün, şişedeki susam taneleri kadar çoğalmasını istediklerine dair bir dileğe karşılık geliyor.
Hayatı güzelleştiren ne varsa, her biri mutlu güneşlerin tek tek doğumuna benzer benim için. Hepimizin bildiği gibi, nerede bir güneş doğuyorsa, bu aynı zamanda orada ışığın da olduğunu, aydınlığın da yüzünü gösterdiğini dile getirebileceğimiz anlamına gelir. Bu öykü de, benim kalbimde güneşi doğuran öykülerden biri oldu.
‘‘Nefes’’ adını taşıyan çok sevdiğim başka bir öykü, gülümseten öykülerden biri yine beni. Bu öyküde, astım nöbeti geçiren minik kızı Ece’nin annesi Seda’nın yine güneşi doğurup güzelliğin izini sürebilmek için bir anne olarak yoğun çabalamalarına tanıklık ediyoruz. Yer yer kalbimizi acıtan öykü, mutlu ve huzurlu bir sonla bitiyor neyse ki. Öykünün sonunda, yeniden sağlığına kavuşan minik kızı Ece’yle birlikte güzelce yan yana yatan Seda’nın mutluluğu ve huzuru hepimizin kalbini de sıcacık duygularla dolduruyor.
Beni çok etkileyen diğer bir öykü, Altmış Saniye oldu. Altmış Saniye’yle bir sorgulamanın içinde buluyoruz kendimizi. Adını bilmediğimiz bir sürücünün aracıyla ilerleyebilmek için yeşil ışığın yanmasını beklediği o kısacık bir dakikanın içinde gördükleri ve hissettikleri içimizi sızlatmaya yetiyor. Bir ana caddenin trafiğinde yine adını bilmediğimiz küçük bir kız ve sürücünün muhtemelen babası olduğunu düşündüğü bir adam… Arabaların arasında boncuk satan adamın birden trafiğin ortasında hızlı adımlarla küçük kıza doğru yönelip simitçiden aldığı simidin küçük bir parçasını kopartıp kalanını da küçük kıza uzattığı o an…
Öykülerin ve masalların iç sesine daha fazla kulak verelim
Aynı hayatta olduğu gibi, güzelliklerin nasıl da birden ortadan kaybolduğunu ve yerini sessizliğe ya da kötülüklere, acılara, çirkinliklere, umursamaz hallere bıraktığını örneklerini verdiğim bu üç öyküde de görebiliyoruz. Kaygan, neyin ne zaman nasıl bir halle karşımıza çıkacağını hiç tahmin edemeyeceğimiz hayat denen, ömür denen bu yolda ben başka örnek öykülere yer vermeyeceğim bu kitaptan; siz kitapla buluşun lütfen. İnsanlaşmadan pay almamız gereken bu yolda öykülerin ve masalların iç sesine daha fazla kulak verelim, olur mu?











![Anarşinin Maskesi üzerine Not | Mary Shelley[1] | Çev. Furkan Çirkin](https://www.edebiyathaber.net/wp-content/uploads/2025/06/Mary_Wollstonecraft_Shelley_Rothwell.tif-150x150.jpg)





