Öykü: Unutulmuş Çanta | Okay Taşlı

Ekim 16, 2025

Öykü: Unutulmuş Çanta | Okay Taşlı

Sabahın kör saatlerinde, şehrin kalabalığı henüz uykudan uyanmamışken otobüse bindim. Ön koltuklardan birine oturduğumda, camdan dışarı bakıp yokuş aşağıya süzülen sisin arasına daldım. İnsan, böyle anlarda kendini yalnızca bir yolcudan ibaret sanıyor. Belki de ben de öyleydim: bir yerden ötekine taşınan, arada unutulmuş bir eşya gibi.

O sırada fark ettim: Karşıdaki koltukta unutulmuş bir çanta vardı. Siyah, yıpranmış, kenarlarından iplikleri sarkmış. Kime ait olduğunu merak ettim ama otobüsün içi neredeyse boştu. Şoförün gözü yolda, yanımda uyuklayan bir temizlik işçisi vardı. Başını cama yaslamıştı; her sarsıntıda düşecek gibi oluyor, sonra toparlanıyordu. Elinde buruşturulmuş bir gazete vardı, siyahlaşmış tırnakları dikkatimi çekti.

Bir durak sonra yaşlı bir kadın bindi. Başındaki yazması, kollarına kadar sıvanmış hırkasıyla yanımdan geçerken çantayı fark etti. Bir an tereddüt etti, elini uzattı, fermuarına dokunacak gibi oldu ama vazgeçti. Derin bir iç çekti, sonra yan koltuğa oturdu. Başkasının sırrına bulaşmak istememişti belki.

Otobüs ilerledikçe çanta bana doğru hafifçe kayıyor, sonra yerine oturuyordu. İçinde sıradan şeyler olabilir diye düşündüm: ekmek parası, işe yetişmek için hazırlanmış dosyalar, belki bir sandviç. Ama ya başka bir şey varsa? İnsan bazen bir çantanın içinden koskoca bir ömrün izini sürebilir.

Dayanamadım. Elimi uzattım, fermuarını açtım. Bir defter, birkaç mektup ve buruşturulmuş bir fotoğraf çıktı. Fotoğrafın köşesi sararmıştı; bir adam, bir kadın ve aralarında küçük bir çocuk gülüyordu. Çocuğun elinde balon vardı, rengi solmuştu ama hâlâ belli oluyordu. Annenin bakışında hafif bir hüzün vardı; sanki zamanın ellerinden aldığı bir anın izini taşıyordu.

Defteri açtım. Düzensiz, aceleyle yazılmış satırlar karşıladı beni.

“Bugün yine yokuşu çıktım, nefesim kesildi ama pes etmedim.”

Başka bir sayfada:

“Çocuğun doğum gününü kaçırdım. Penceresinin altında saatlerce bekledim ama kapı açılmadı.”

Bir diğerinde:

“Her gün aynı yolu yürüyorum. Belki bir gün kapıyı açarsın. Belki o zaman affedersin.”

Yazılar elimde titriyordu. Kimin kaleminden döküldüğü belli olmayan bir yalnızlık, bir pişmanlık kokusu sinmişti sayfalara.

Bir sonraki durakta otobüs boşaldı. Çantayı kucağıma alıp inip inmeme arasında kaldım. Bende kalsın istedim; belki defteri okumaya devam eder, sahibinin kim olduğunu öğrenirdim. Ama bu doğru muydu? Bırakıp gitsem, belki bir daha kimse açmaz, o defterde yazılı hayat bir daha okunmazdı.

Sonunda çantayı yeniden koltuğa koydum. Ayağa kalktım, camdan dışarıya baktım. Şehir uyanıyordu artık; kahvaltı hazırlıkları, iş telaşı, sokakların kalabalığı… Belki de o çantanın sahibi de bir yerlerde, deli gibi onu arıyordu. İçimde bir boşluk, tuhaf bir özlemle yürüdüm.

O gün eve vardığımda kendi çantamı açtım. Defterimi çıkardım. Sayfaları boştu. Kalem elimdeydi ama hiçbir şey yazmadım.

Ertesi sabah aynı otobüse bindim. Çantanın yerinde olmadığını görünce, ilk kez bir yabancının kayboluşuna bu kadar üzüldüm. İçimde tuhaf bir sıkışmışlık vardı; belki bir hikâye tamamlanmamıştı, belki bir ömür kaybolmuştu.

Yorum yapın