Hegel’e Göre, Yazmak ve Yazın Yapıt Nedir? | Prof. Dr. Onur Bilge Kula

Ekim 15, 2025

Hegel’e Göre, Yazmak ve Yazın Yapıt Nedir? | Prof. Dr. Onur Bilge Kula

Yazmak, yazanın öz-bilincini dışa vurduğu öznel bir etkenliktir. Yazma eylemi ya da etkenliği, yazan öznenin duyumsama ve tinselleştirme gücünün birliğini ve etkileşiminin bir türevidir. Söz konusu nedenle, yazılan şeyin tinsel-duyusal yetkinliği, estetik niteliği ve içeriği, yazanın duyumsama ve tinselleştirme yetisini yansıtır. Yazmak, aynı zamanda düşünsel bir ürün ve anlatım dolayımı olan dili biçimlendirme denemesidir. Dolayısıyla, dili biçimlendirme gücü ile düşünseli ve duyusalı bireşimleyerek estetikleştirme yetisi arasında dolaysız ve doğru orantılı bir ilişki vardır. Ayrıca, her yeni biçimlendirme var olanı değiştirmeye yönelik bir etkenliktir; daha önce biçimlendirilmiş olanı yeniden biçimlendirme çalışmasıdır. Bu açıklamalardan şu çıkarım yapılabilir: Sanat ya da yazın değiştirir. Sanat, dolayısıyla da yazın tarihsel-kültürel bakımdan verili olanı değiştirir. Daha açık anlatımla, sanat/yazın somut ve yaşayan insanı, toplumu ve dünyayı değiştirir.   

Hegel, ‘ülkü’ kavramını, süreçsel ve oluşumsal bir nitelik taşıyan sanatın yapısal belirlenimiyle ilişkilendirir ve “düşüncenin yaşamı”, “var-oluşu” ve “canlılığı” olarak tasarımlar. Bu kapsamda sanatsal ülkü, “düşünceyi tarihsel gerçekliği içinde” ve “tarihsel etkinliği” uyarınca anlatmak demektir. Yazma ve konuşmayı da kapsayan düşünce, Hegel’in kavramlaştırmasıyla, “tin”, yapıta dönüşmek zorundadır ve “tarihsel etkinliği” ve “görülebilir bir biçimin somutluğu” içinde kavranabilir. Hegel’in söyleşiyle, “tarihsel gerçekliği içinde ülkünün yeterli belirlenimi, yapıtın da belirlenimidir.”[1] Bu nedenle, sanatı geliştiren biricik güç, sanatsal yaratımda duyusallaşan tindir.

Bu bağlamda akla gelen ilk soru şudur: Her insan tinsel nitelik taşıdığına göre, sanat yaratabilir, yapabilir ve sanatı alımlayabilir (mi)? Tin ve duyumsama gücü, sanatsal yaratımın ve alımlayımın sadece çıkış noktasıdır. Sanat yaratabilmek için, tinsel ve duyusal yeterliliği, sanatsal ülkü ile birleştirebilmek gerekir. Bu nedenle, ancak tinsel ve duyusal yeterliliğini, sanatsal ülküyle bütünleştirebilen insan,   sanatçı yazar olabilir ve öyle nitelendirilebilir. Böyle bir beceri gösterebilen ve sanat üreten insanların sanatsal yeterlilik düzeyi, tinsel-duyusal yeterliliklerini sanatsal ülküyle bireşimleme ve sanatsal yetkinliğe dönüştürme düzeyine bağlıdır.  

Sanatsal duyarlılığın ve yetkinliğin kökenine ilişkin bu genel değerlendirimden sonra yazınsal yetkinlik ve yazınsal yapıt kavramları irdelenebilir. Hegel, sanat yapıtını, “dilin ve çalışmanın/emeğin birliği, dünyayı etken olarak aşma ve anlamlandırmanın birliği” olarak tanımlar. Bu açıdan sanat yapıtının işlevi, “tarihsel gerçeğin/hakikatin”, bir başka anlatımla, “tarihsel öz-bilincin” “herkesin anlayabileceği bir tarzda” aktarılması ya da dolayımlanmasıdır. Bu tanımlama, öncelikle “yazınsal sanat yapıtı nedir?” sorusunu yanıtlamak için uygun görünmektedir. Yazın, anlatı sanatı olduğuna göre, yazınsal yapıt; dili, dolayısıyla da anlatı yeterliliğini üretken etkinlikle birleştirmekle ortaya çıkabilir. Böyle bir bireşimleme, aynı zamanda içinde bulunulan tarihsel koşullarda dünyayı anlama ve anlamlandırma girişimidir. Dünyayı anlama ve anlamlandırma girişimi, hem yazan, hem de okuyan için geçerlidir ve bu girişim, aynı zamanda dünyayı değiştirme, Hegel’in deyişiyle, dünyayı etken olarak aşma eylemidir.   

Her sanat, “verili bir malzemeyi biçimlendirir.”  Bu bakımdan sanat, yaratıcı veya biçimlendirici etkinlik olarak tanımlanabilir. Sanat, özellikle anlatı sanatı, diyesi, yazın, biçimlendirme eylemi belli bir ereği izlediği için, aynı zamanda “dildir”, “anlamlandırmadır”, “yorumlamadır.” Edebiyatın biçimlendirdiği verili malzeme dildir; dilselleştirilmiş, dilde anlatımını bulmuş tinsel-duyusal üretimlerdir. Yazma ve okuma edimini de kapsayan bir yazınsal yapıt ile ilgili her türlü işlem dil ile yapılır. Bu nedenle, dil edebiyatın oluşturulduğu ortamdır; yazınsal yapıt, dilin biçimlendirimi ile yaratıldığı için, dil, edebiyatın verili malzemesidir. Aynı şekilde bir yazınsal yapıtı okuma veya alımlama da dil ile yapılan bir düşünsel-duyusal eylem veya etkinlik olduğu için, dil hem edebiyatın taşıyıcısı, hem de aktarımını sağlayan dolayımdır. Dil ve yazın arasındaki bu karşılıklı belirlenim ilişkisini yeri geldikçe açımlamayı sürdüreceğim.

Biçimlendirme Olmadan Sanat Olmaz!

Yapıt, biçimlendirici çalışmanın sonucudur. Yapıt, Hegel’in belirlemesiyle, “hem biçimlendirim sürecini, hem de biçimlendirimin amacı olan ereği, somut bir nesnede görülürleştirir.” Sanatçının biçimlendirici çalışmasının ereği vardır. Sanatsal üretim, sanatçının tinsel-duyusal öz-yapısının dışa-vurumudur, dışsal bir nesneye dönüştürümüdür. Her sanatçı, üretimine öz-yapısını, öz-bilincini, dolayısıyla da dünya, toplum ve insan anlayışını içkinleştirir. Bu yüzden, ereksiz sanatsal etkenlik ve sanat yapıtı söz konusu olamaz. Öte yandan, sanatçı salt politik görüşünün, ideolojisinin propagandasını yapmak için sanat yapmaz. Dolayısıyla sanatsal yaratımda, bir başka anlatımla, “sanat yapıtında” “özdeksel bir amaç” ya da “yarar amacı” güdülmez. Böyle bir amaç, ölçü koyucu değildir. Kant, bu ilkeyi, estetik kuramını dizgeleştirdiği “Yargı Gücünün Eleştirisi” adlı yapıtında “ilgisiz ilgi” ya da “çıkar gütmeyen ilgi” anlatımıyla kavramlaştırmıştır.[2]  

Sanatsal biçimlendirim, belli bir “dünya anlayışını” somutlaştırarak aktarır ya da dolayımlar. Bu anlayış, Hegel estetiğine de içkindir. Düşünür, bu nedenle “Felsefi Bilimler Ansiklopedisi III”[3] adlı yapıtının “Saltık Tin” bölümünde ülküyü, sanat yapıtı olarak tanımlar ve düşüncenin belirlenimini gözeterek, sanatı “saltık tinin biçimi” olarak açıklar. Emek ya da çalışma ve dil yoluyla oluşan sanat yapıtı, dünyayı somut “biçimlendirim” yoluyla yeniden anlamlandırma etkenliğinin ürünüdür. Bu yüzden sanat, ancak tarihselliği ve etkinliği gözetilerek anlaşılabilir.

Sanatsal yaratıcı, sanatsal biçimlendirim ve anlamlandırım sürecinin sonucu olan sanat yapıtını, içinde yaşadığı somut-nesnel yaşamla ya da dünyayla ilişkilendirir. Sanatsal üretim ya da biçimlendirim, iletimi ve aktarımı, dolaysıyla da okunmayı, diyesi, alımlanmayı erekler. Sanatsal üretim ile alımlayım, birbirini tümleyen, biri olmayınca öbürü anlamsızlaşan ve gereksizleşen etkenliklerdir. Sanatçı her zaman yapıtının alımlanmasını ister. Bu son belirleme yazına uyarlandığında, şu söylenebilir: Yazar veya romancı, romanının yayımlanmasını, okunmasını, değerlendirilmesini, eleştirel irdelenmesini ister. Son derece doğal olan bu istek, yazar-yayımcı-alımlayıcı üçlüsünden oluşan yazınsal dizgenin tümlenmesini sağlar.

Öte yandan, hem sanatsal üretim ve dolayımlayım hem de sanatsal alımlayım daha önce dolayımlanmış ve anlamlandırılmış olanı “yeniden anlamlandırma” girişimidir. Sanat yapıtının içinde yaratıldığı kültür ve tinsel birikim, sanat yapıtını belli ölçülerde biçimlediği gibi, sanat yapıtı da içerdiği anlamlandırma gizil-gücü ile söz konusu kültürü birlikte biçimler. Böylece, sanat, toplumsal-kültürel sürekliliği, bir başka anlatımla, insanlığın tarihsel gelişiminin sürekliliğini sağlayan bir dolayım ve üretim işlevi kazanır.


[1] Friedrich Hegel’in “Estetik Üzerine Dersler” yapıtında sanat ve edebiyata ilişkin düşünce ve önermelerini, üç ciltten oluşan “Hegel Estetiği ve Edebiyat Kuramı” İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul 2010) adlı yapıtımda serimlemeye çalıştım. Burada ele aldığım konuları, bu yapıtımın birinci  cildinde ayrıntılandırdığım için, kaynak ve sayfa numarası vermedim. 

[2] Bu ve benzer konularda Kant estetiğine ilişkin daha geniş bilgi için, Onur Bilge KULA: “Kant Sciller Heidegger- Danat ve Edebiyat”, İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2012

[3] Georg Wilhelm Friedrich HEGEL: “Enzyklopädie der philosophischen Wissenschaften”; Suhrkamp Verlag, Frankfurt am Main, 1981, “Der absolute Geist” adlı bölüm, s. 367- 371. 

Yorum yapın