
Sarsılmışlar Bahçesi’nde Şenlik, kitabın isminden de anlaşıldığı üzere sarsıcı öyküler, bir yandan da şenlikli. İlk kitabı olmasına rağmen yıllardır edebiyatla, öyküyle ilgilenen, çeşitli ödülleri olan bir yazar. Öykülerin kurgusundan, özenli, yalın, akıcı ve son derece zengin dilinden yetkin bir kalem olduğu belli. Kitap on üç öyküden oluşuyor ve bu on üç kısa öykünün her biri okuyucuyu atmosferine alan yoğun birer dünya. Her öyküde farklı bir kurgu farklı bir dil yaratan yazarın, felsefe, psikanaliz, toplumsal cinsiyet okumalarını öykülerin görünmeyen zeminleri olarak kurgularken edebiyat üzerine, edebiyatın sınırları üzerine düşünen ve bu sınırları zorlayan bir kalem olduğu dikkatli okuyucuların gözünden kaçmayacaktır. Bu bağlamda kitabın, öykülerin bir diğer özelliği de ülkemizde az yapılan belki de yeterince yapılmayan politik öykü diye bağırmadan da son derece politik öyküler yazılabileceğine dair çok iyi bir örnek olması.
“Sen kendi sesinle yapayalnız kalacaksın. Dünyada kendi sesinden başka ses olmayacak.” Beckett alıntısıyla başlayan kitap sadece “Tutunamayanlar”ın değil aynı zamanda Sarsılmışların dünyasından, kendi sesiyle yapayalnız kalanların dünyasından sesleniyor, oradan çağırıyor, oraya çağırıyor.
Kitabın arka kapak yazısı da bu dünyayı özetler nitelikte:
Sarsılmışlar Bahçesi’nde Şenlik; hayatlarına geçmeyen yalnızlık lekesi bulaşanların, duyguları biçilenlerin, geçmişi geçmeyenlerin, geleceğe takati kalmayanların, umut ve yanılgı yorgunlarının, anlam arayışında kaybolanların, hayatın köşelerine çarptıkça bir köşeye çekilip susanların, bin dertten yorulup esirgenen tek bir dermana razı gelebileceklerin, gelmeyeceğini bildikleri dermana küsenlerin, gülü koklamak hevesiyle yola çıkıp “kader”lerinde sadece diken olduğunu fark edenlerin, bir ayakları yaşam zemini ararken diğer ayaklarıyla zıt zemine sağlam basanların, hangi ayağının hangi zemine bastığının bir önemi kalmayanların, “bekleyen yaralarını kuşanmak üzere doğanların” yani Sarsılmışların Bahçesi’nde bir gezintiye çıkarıyor.
Bahçe çorak, bahçe dikenli, bahçe küsenlerin sığınıp sustukları bir çöl. Ama bahçe şenlikli de. Her şeye rağmen hala şaşırabilmenin, tekrar tekrar hayal kırıklığına uğramanın enerjisini bulmanın, derinlik olmayan yaşamda, derinlik olmayan gözlerde, derinlik olmayan benliklerde derinlik aramanın arsızlığının… Yitirmenin, yaşamanın ve yazmanın dehşetinin koyu koyu nakışlandığı bir şenlik.
Kitaptan
Öyle her istediğin kişiye kötülük yapamazsın, zorla bir yere getirip götüremezsin, sevmediği şeyi sevdiremezsin, sevdiği şeyden vazgeçiremezsin. Her kişinin canını yakamazsın ama canını alabilirsin. Herkes herkese her şeyi yapamaz ama herkes herkesin canını alabilir. En kırılgan yeri canıdır da ondan. Can almak hem her şeyden zor hem de her şeyden kolay. Bunu bilmiş, bunu öğrenmiştim.
Gidenleri geri getiremezdim ama yeni gidecekleri tayin edebilirdim. Beni olabilecek güzel bir hayattan koparıp kendi ibreti âlem çirkinlikteki hayatlarına teyellemişlerdi. Onlar benim kaderimi yazmıştı da ben onlara niye bir kader yazmayacaktım ki, bu kader işine ben neden iştirak etmeyecektim ki? Bize yakışan bir son olmalıydı; hayatımızın kendisi gibi büyük bir rezalet…
Karakola çağırdılar. “Anlat, bu ne iş?” dediler. “Ben bilemem, kader” dedim. ‘Kefaret,’ diyor dedem, ‘Takvim yaprakları,’ diyor babam. Hem yakın zamandaki rezaleti biliyorsunuz. Belki utançlarından yaptılar böyle bir şeyi. ‘Özyıkım,’ diyor doktorlar, kesin ondan mütevellit. Herkes herkese tek bir şey yapabilir.” Bir şey anlamadan yüzüme öylece baktılar, onlar da anladılar bende bir ehliyet arızası olduğunu.
İlk kitabıyla ilgi çeken yazarın bastığı zemini bilen, sımsıkı örülmüş öykülerin dili, tekniği, kurgusu ve asıl olarak duygusuyla iyi okurun kadrajına girdiğini, daha da gireceğini şimdiden öngörebiliriz.
[1] Nesrin Orun, Sarsılmışlar Bahçesi’nde Şenlik. Dipnot yayınları, Ekim 2025.



















