
Size menüyü uzatırken, gülümsüyorum. Yüzüme bakmıyorsunuz, gülümsememi görmüyorsunuz. Oysaki bu gülümsemem büyük çabalarımın sonucudur. Aklınız karşınızdaki erkekte. Kalabalık sayfaları olan menüden neler seçeceğinizde belki de. Baristanın hazırlayacağı bin bir çeşit kahveden seçim yapacaksınız. Yanında çok özel malzemelerle yapılmış pahalı atıştırmalıklardan seçeceksiniz. Kolay değil.
Siz düşünedurun. Ben beklerim. Elimde küçük not defterim ve bana ait köşedeyim. Bana ait düşüncelerle.
Beni öldürecek biliyorum. Bu öfkenin rahatlaması için bir yerlerimin sakatlanması artık yetmiyor. Kaşımın patlaması, dudağımın ikiye ayrılması falan, geçiyorum bunları.
Şimdi ben, birilerine anlatmaya çalışsam da ne kadar becerebilirim bilmem. Benim cesedimi bulurlar sonra bir ihtimal bu yazdıklarımı. Kısmet. Belki de beni benzetirsiniz birine. Kafede çalışan ak saçlı genç kadına benzetirsiniz. Belki birkaç dakika “ben tanıyorum bu kadını” dersiniz, emin olmadan. Duygusallaşırsınız ve yanınızda oturan erkek gözyaşınızı siler.
Çok fazla içselleştirmeye gayret etmeyin lütfen. Nerden geldik bilmiyoruz, nereye gideceğiz onu da bilmiyoruz değil mi? Ha geç gitmişim son noktaya ha erken. Bilmem kaç milyar insandan biriyim ben. Ne önemim var ki zaten? Benim haberim gazetenin orta sayfasında çıkacak belki veya televizyon haberlerinde. Siz oturma odanızda çayınızı, içkinizi, huzurunuzu yudumlarken ben kötü bir haber olacağım ve belki çocuklar duymasın, ortamın rahatlatıcı havası bozulmasın diye kanalı değiştireceksiniz. Ben de böyle yapıyorum, içimi karatma ihtimali olan haberlere. Çok da hoşuma gidiyor, ne yalan söyleyeyim. Yaşam olağan hali ile yeterince karanlık. Dram filmi bile izlemek istemez insan. Değil mi?
Yok, zavallı falan değilim. Ben aslında sizin tahmininizin ötesinde çok kuvvetli bir kadınım. Akıllı ve ileri görüşlüyüm. Çocuk yapmamayı başardım mesela. Benim durumumda kaç kadın yapabilir bunu?
Öyle farklı bir hayat öyküsü sunamam size. Sıradan bir ülkenin, sıradan kadınıyım. Her şey sıradandır bu ülkede. İnsanlar, olanlar, bitenler, hayvanlar, bitkiler, ormanlar… Bazı hayvanların durumu benden beter. Ya açlıktan ölüyorlar ya açlara yemek oluyorlar veya telef ediliyorlar. Burası böyle. Bitkilerde de hal kalmadı. Domatesin içinden odunumsu bir şeyler çıkıyor. Benim ayarsız kocamın küfürle tükürdüğü sert kılçıklar. Zavallı domates ne yapsın, domatesliğinden utanıyor mudur acaba? Ben düşündüğümde kendimden utandığım oluyor. Bazen.
Her şey normalleşmeye mahkûmdur yaşadığım yerde. Mesela, anam anlatır, eskiden bir adam bir kadını döverse kahvehanede kimse selam vermezmiş ona. O zaman normal olan oymuş. Şimdi değil. Bana gelene kadar neler oldu neler. Herkes alıştı bir şekilde. “Kader” demeyi öğrendiler, anlayacağınız.
Neyse, çocuk doğurmamayı başardım. Bu adama bedenimi sundum. Canı ne isterse onu yaptı. Aklı ve canı bir tuhaf. Bir sevdi, bir dövdü önce. Sonra, daha çok dövdü, daha az sevdi. Kocammış. Hem döver hem severmiş. Böyle dediler bilge geçinen kişiler.
Ben çok konuşmam. Ama dinlerim. Her şeyi. Televizyonmuş, radyo falan. İnsanların konuşmaları, yorumları. İçimden güler, içimden kızarım. Yıllardır bu böyle. Bana baktığında, pembe yanaklarım ve düz kara kaşlarım arasına sıkışmış soluk beniz beyazlığımı görürsün. Başta kapkaraydı saçlarım. Şimdi filmlerdeki artistler gibi yol yol beyazlarla süslendim. Katilim olacak insan hayvanına teşekkür ederim. Otuzuna gelmeden oluşan doğal röflelerim var. Yoksa balyaj dedikleri o pahalı saç tarzı mı bu? Ne hoş bir sözcük. Balyaj. Bizim buralardan değil. Alıp götürse ya beni geldiği yer neresiyse. Biraz daha yaşasam…
Yok, düşünmemeliyim böyle. Her günü canlı geçirdiğimde kazanılmış bir gün daha demeyi yeğlerim.
Aptal mıyım ben diye düşündüğünü duyuyorum arkadaş. Aptal ben değilim sensin. Tam on beş dakika oldu, hala içeceğin kahveni seçemedin. Yanındaki genç adam da kahve hakkında her şeyi biliyor, anlaşılan. Konuştukça konuşuyor. Bizim barista çocuk bile bilmez bu kadar çok şey.
Düşünüyorum seni beklerken. Ben, ne olacağımı biliyorum ama sen hangi tip kahveyi sevdiğinle ilgili entelektüel yorumlar yaparak yaşıyorsun. Ben, gerçeğin pençesine teslim olmanın huzurunu yaşıyorum sen ise iyi bir sevgili bulma umudu ile terapistine para yatırıyorsun. O kadar heyecanlı ve tatlı bir sesle konuşuyorsun ki. Önce fısıldıyor sonra arazide tek başınaymışçasına özgürce salıveriyorsun sesini.
Sanırım seni kıskanıyorum. Özgür sesinin anlattıklarına hem imreniyorum hem onca yürek, eziyet çekerken senin dünyanın sınırının rahatlığına dayanamıyorum.
Gel el sıkışalım. Ne ben ne de sen bu seçimleri yaptık. Anlaştık, değil mi? Anlaşalım ki ben son anlarımı planlayım. Katilimin son darbesini yönetebilmeyi çok isterim. Hem nasıl öleceğimi hem de onu yok edebilmenin ince ayrıntılarını düşünmeliyim. Seni kahve seçimin ile baş başa bırakayım.
Hangi tip kahve lütfuna mazhar olursa, işaret ver elinle. Yazmayı bırakır, gelirim hemen ben. Yüzümde kocaman bir gülücükle alırım siparişini.
















