Müslüm Ramazan: “Sınır, insanın onurunun başladığı yerdir.”

Eylül 17, 2025

Müslüm Ramazan: “Sınır, insanın onurunun başladığı yerdir.”

Söyleşi: Derin Duru

Müslüm Ramazan ile etkileyici kitabı Tohum üzerine konuştuk.

“Tohum” kitabının yazarı Müslüm Ramazan kimdir, kendinizden bahsedebilir misiniz?

Farklı coğrafyalarda yaşamış, farklı kültürleri deneyimlemiş bir yolcuyum diye bilirim. Hayatımın galiba en büyük keşfi, kelimelerin insanın çok güçlü silahı olduğudur. İnsanların hikâyelerini, kültürlerin farklı bakış açılarını, yaşamın çeşitliliğini gözlemlemek hep ilham verdi.

Akademik olarak bilgisayar ve matematik alanında lisans, işletme alanında ise yüksek lisans yaptım. Sanırım bu eğitimler analitik düşünme, planlama ve disiplin becerileri kazandırdı. 34 yaşındayım ve öğretmenlikten bankacılığa, kurumsal şirketlerden sağlık turizmine uzanan geniş bir yelpazede yöneticilik yaptım. Farklı sektörlerdeki bu deneyimler, insanı çok yönlü tanıma fırsatı sundu ve yukarıda da belirttiğim gibi bunlar bana ilham verdi.

Standart düşünmeyi hiçbir zaman sevmedim; her zaman farklı yollar aramayı, sıra dışı kararlar vermeyi tercih ettim. “Hallederiz” mantığından hoşlanmam; çünkü bana göre başarı, ancak disiplinli, planlı ve sorumluluk bilinciyle atılan adımlarla mümkündür. Kendimi titiz, kararlı ve üretken bir insan olarak tanımlasam da elbette zayıf yanlarım da var. Hayat, sadece güçlü yönlerimizden ibaret değil; kusurlarımızla ve çelişkilerimizle bütünüz.

Kısacası, ben hem hayata analitik hem de duygusal pencereden bakan, disiplinle hayallerini birleştiren biriyim. Tohum da bu bakış açısının, yaşam tecrübelerimin ve içsel sorgulamalarımın bir yansımasının başlangıcıdır.

Tohum ilginç bir kurgu. Hayati sorgulayan felsefi yaklaşımı olan bir eser diyebiliriz ama polisiye de yakın bulduğum söyleyebilirim. Siz eserinizi yazarken hangisine daha çok yakınsınız?

Romanın kurgusunda cinayetler, etik sınırları aşan deneyler, karanlık bir karakter olan Yusuf var. Bu yönüyle polisiye tat veriyor. Ancak asıl merkezde felsefi bir sorgulama var: İnsan doğasının sınırları, iyilik ve kötülük çatışması, zamanın acımasızlığı, varoluşun anlamı. Dolayısıyla ben, eseri felsefi temeli olan bir polisiye olarak görüyorum.

Eseriniz çok kapsamlı. Mevlana’dan, Kur-an’dan, Vatikan’daki Sistine Şapeli’nden, Nepal’deki tapınaklardan, şairlerden, filozoflardan faydalanan kurgunuz bir nevi insan felsefesini, varoluş sebebini sorgular gibi. Okura bunu sorgulatmak mıydı amacınız?

Kesinlikle. Mevlana’dan, Kur’an’dan, Sistine Şapeli’nden ya da Nepal’deki tapınaklardan yaptığım göndermeler, insanın varoluşunu, günahın ve iyiliğin kökenini sorgulatmak içindi. Okur romanı bitirdiğinde sadece bir hikâye değil, kendi hayatına dair de bir iç hesaplaşma yaşasın istedim.

Bu romanı yazarken yalnızca bir hikâye aktarmadım; hayatın farklı köşelerinden, kültürlerden, gözlemlerden ve kendi yaşanmışlıklarımdan parçalar taşıdım. Tohum, sadece bir kurgunun değil, aynı zamanda yaşamın içinden süzülmüş farklı gerçeklerin birleşimidir.

Ritmi yüksek bir eser “Tohum”. Ancak süregelen bir zaman diliminde değil 1989’lu yıllardan 2033’e sıçrayan bir yöntem kullanmışsınız. Zaman zaman iç konuşmalar bilinç akışı tekniğine yakınlaşıyor. Bu sistemle yazabilmek nasıl bir çalışma sistemi gerektirdi?

1989’dan 2033’e uzanan bir zaman dilimini, ritmi yüksek tutarak işlemek zordu. Bilinç akışı tekniğini özellikle Yusuf’un içsel çatışmalarında kullandım. Bu yöntem, kahramanın zihnindeki fırtınaları okura en çıplak haliyle aktarmamı sağladı. Yoğun bir planlama, her bölümün kronolojik değil duygusal bağlarla örülmesini gerektirdi. Bu sebepten kitabı okurken okurlara pes etmemelerini öneririm, çünkü ilk 100 sayfa sonrasında neyin ne olduğunu anlamaya başlıyorsunuz.

Eserinizin ilginç olduğunu söylemiştim zira bir cinayet romanı değil belki ama cinayet gibi bir roman. Etik olmayan bir deney sonucu DNA ları ile oynanmış bir tüp bebek Yusuf, baş kahramanınız. Hem felsefi hem kültürel hem de sosyal donanımı olan ve hayatı sorgulayan biri. Çok farklı bir karakter yarattığınızı söylemeliyim. Gerçek hayatta bu denli hayatı sorgulayarak bakmak, daha çok genlerle mi ilgilidir donanımla mı?

Yusuf, genetik bir deneyin ürünü, ama onun farklılığı sadece DNA’sından gelmiyor. Çocukluk travmaları, toplumun ona bakışı, yalnızlığı da karakterini şekillendiriyor. Benim düşünceme göre, insanın hayata bakışı hem genetik miras hem de yaşadıklarıyla bütünleşerek oluşuyor.

Yusuf içindeki “benlik”le savaşan, arayışları, korkuları olan bir kahraman ve bütün roman boyunca sürüyor. Elbette bunun sebebini romanın ilerleyen bölümlerinde anlıyoruz ama siz böylesi bir karakter yaratırken okura ne söylemek istediniz? Bir sebebi var mıydı?

Yusuf’un içindeki “benlik savaşı” aslında hepimizin içindeki çatışmayı temsil ediyor: Vicdan ve karanlık yan. Okura şunu söylemek istedim: Hepimiz, en çok da kendi içimizdeki gölgeyle savaşıyoruz. Bu savaş, bazen bizi büyütüyor, bazen de tüketiyor.

Eserinizde Yusuf’la beraber diğer kahramanlarınızın çocukluğuna gidiyor ve çocukluğun kara kutu olduğunu yeniden hatırlıyoruz. Anne babanın tutumunun çocuğun yaşamla bağı, yaşama olan direnci konusunda tek güç kaynağı olduğunu yeniden hatırlıyoruz. Siz bu travmalı kahramanları yaratırken daha ziyade altını çizmek istediğiniz çocukluğun bütün hayata yansıyan önemi miydi?

Çocukluğun kara kutu olduğunu göstermek istedim. Bir insanın anne ve babasından gördüğü sevgi ya da şiddet, bütün hayatına yön veriyor. Travmalar, Yusuf’u ve onun içindeki diğer benleri şekillendirdi. Burada altını çizmek istediğim: Çocukluk, sadece geçmiş değil, bir ömür boyu taşınan bir izdir.

Çocukluk yaraları sizce tedavi edilebilir mi?

Yaralar kapanır ama izleri kalır. İnsanın kendiyle yüzleşmesi, affetmeyi öğrenmesi, belki de en çok kendini affetmesini öğrenmesi gerekir. Bence, çocukluk yaraları tamamen silinmez ama dönüştürülebilir.

Kahramanınız Vatikan’dan Nepal’e ruhani mekanlarda şifa arıyor. Bu yerlerin gücüne inanır mısınız?

Hem evet, hem hayır. Evet, gücüne inanıyorum, ama tek başına bu yeterli değil. Vatikan’dan Nepal’e yapılan yolculuklar Yusuf için bir şifa arayışıydı. Mekânlar bir sembol; asıl şifa, onun kendi içinde bulduğu cevaplardı.

Kahramanlarımızdan biri Yeliz, Adli Tıp uzmanı ve bir ceset inceliyor. İnsanın ölüm evresini anlattığınız bölüm ilginç ve bu bilgiler gerçek. Ayrıca psikolojik halleri ve tıbbi açıklamaları da  yetkin bir dille vermişsiniz. Bunun için bir eğitim aldınız mı? Bu gözlemi nasıl yaptınız?

Eserimde Adli Tıp sahneleri, ölüm evresi betimlemeleri ve tıpla ilgili detaylı bilgiler var. Bunları hazırlarken hem gözlemlerimden hem de danıştığım hekimlerden faydalandım. Sağlık turizmi sektöründe 10 senelik bir geçmişimin olması da buna katkı sağladı. Ayrıca yoğun bir araştırma yaptım. Yani tıbbi gerçeklik, edebi kurguyla birleşti.

Dr. Canavar da ilginç bir karakter ve okura, tıp doktorlarının göreve başlarken ettikleri Hipokrat yeminini hatırlatıyor. Bir deney olsa bile denedikleri insan hayatı ve geleceği olunca farklı sonuçlar ortaya çıkıyor. Sizce bu deneyler hangi sınırda kalmalı?

Bilim, insan için var. İnsan hayatının ötesine geçen hiçbir deney etik değildir. Sınır, insan onurunun başladığı yerdir. Dr. Canavar karakteri bu sınırın aşıldığında neler olabileceğini simgeliyor. Diğer taraftan bazen etik sınırları geçmek gerekir mi diye okurları ve kendimi düşündürmek istedim.

Yusuf’un kızgınlıktan öte bir travması var iken, onu yaratan kişinin o doktorun mesleğini seçiyor ve zamanla genetik mühendisliğinde o kızdığı doktorun merakına, düşüncesine eş hale geliyor. İnsan zamanla en çok kızdığı kişiye mi benzer? Sizce bu gerçekte de böyle midir?

Herkes için geçerli olmasa da zamanla öyle ola bilme ihtimali var. Çünkü nefret, sürekli zihni meşgul eder ve kişiyi dönüştürür. Yusuf’un, en çok öfke duyduğu doktorla aynı noktaya gelmesi, aslında bu evrensel gerçeğin bir yansımasıdır.

Eserinizin son bölümünde CVD 33 virüsü ve varyantlarını konu ettiğiniz bölümler bulunmakta. Bu bizim birkaç sene önce yaşadığımız Covit virüsü. Bu virüsle hayatımızda ve dünyada birçok değişimler oldu, eserinizle bunu yeniden hatırladık. Sizin hayatınızda nasıl etkileri oldu? Bu eseri yazdıran bu yaşadıklarımız mıydı?

Pandemi hepimizin hayatını değiştirdi. İzolasyon, kayıplar, korkular… Bunlar bana insanlığın ne kadar kırılgan olduğunu gösterdi. Tohum’da CVD 33 virüsüyle bunu yeniden okura hatırlatmak istedim galiba.

Eserinizin sonu çok ilginç ve  bu sonu meraklı okura bırakıyorum. Ancak sormak istediğim şu gerçekte, covid aşılarıyla ilgili bir şüphe taşıyor musunuz?

Ben bilimden yanayım, ama şunu da biliyorum: Bilimsel gelişmeler her zaman soru işaretleri barındırır. Önemli olan, insanın sorgulama yetisini kaybetmemesi.

Yeni çalışmalarınız var mı bahsetmek ister misiniz?

Evet, yeni projelerim var. “Tohum” aslında bir serinin ilk kitabı. Bunun yanı sıra farklı temalarda, türlerde de eserler üretmeyi hedefliyorum. Bütün çalışmalarda amacım sadece hikâye anlatmak değil; okuru sorgulamaya, kendi iç yolculuğuna çıkarmaya davet etmektir.

Tüm cevaplarınız için teşekkür ederim.

Yorum yapın