
Karanlık çöküyor şehre, serin kış akşamlarından biri, gri bulutlar, çiseleyen yağmur, melankolik şehrin siyah beyaz resimlerini hatırlatan manzara. Yakasını kaldırmış paltolu bir adam, fötr şapkalı, ince bıyıklı, zayıf. Sigarası dudaklarında, külü uzamış, uzakta vapur sesi, Karakoy kalabalık. Hava soğuk. Bir kedi, belki sarman yürüyor yolun ortasında. Vapurun düdüğü, minarelerin dualarına yarıp geçiyor. İnsanlar, bir telaş, itiş kakış. Koşuşturuyorlar, aşağı yukarı, karınca orduları. Evlerinde bekleyenleri, belki bir insan, belki bir kedi.
Akşam simidinin yanında sıcak tavşan kanı çay, oturuyor masaya, masa ufacık bir balkonda, bir tek sandalye, ikincisine ne yer var ne de gelip oturacak. Balkonundan seyrediyor: vapurlar, motorlar, martılar, kalabalık şehrin içinde yalnız insanlar. Sigara dumanı havada, alt komşusu, ismini hiç bilmediği, sigara dumanından sigara dumanına varlığından haberdar.
Çamaşırlar asılmış balkonlarda, kalabalık aile hayatları dizilmiş, bir kadın, bir erkek ve birkaç çocuk. Kendi çamaşırları bir kısa ip boyu salınır yalnız.
Kaç zaman oldu, kaç sayfa, kaç kelime anlattı bu şehri. Yasları, üzüntüleri, korkunç geceleri, göçleri. Meydanları duman kapladı, nefessiz kaldı, siyaha boyandı duvarlar. Kırmızı kırmızı kanadı gözyaşları, sessiz çığlıklar acıttı canını.
Karşıda bir eski tahta bina, metalin arkasına saklı. Metalin üstü grafiti kaplı. Apartmanlar korkutur tahta binayı, beton soğuk, beton kalabalık, beton devasa. Ya yıkılacak ya yanacak, bilir sahipsizliğini, bilir şehrin hayaletlerini. Çürümüş duvarları resimsiz, özlem kaplı, merdivenleri, kapıları, boş odaları. Başka memleketlerde sahipleri özler tahta binayı.
Daireler tek tek aydınlanıyor. Akşam yemeği telaşı mutfaklarda. Çocuk ödevini bitiriyor salondaki masanın bir ucunda. Birazdan baba gelir, bu kalenin koruyucusu, evin kahramanı. Kapı zili yankılanır bir duvardan bir duvara. Çocuk koşar sarılır, öper. Anne gülümser kocaman. Masa neredeyse hazır. Dumanı üstünde yemek, sıcak, bol kahkahalı sohbet. Cumartesi, bir duble rakı.
Kendi babası… Anne bekler, çocuklar bekler… gelmez her akşam. Büyüdükçe anlar. Başka masalarda, başka kadınlar. Annesi de bilir. Kapı arkalarında gizlice ağlar.
Balkonundan mutlu evleri seyreder, mutlular mı bilmeden. Seyreder perdeler kapanıp, oyuncular sahneden inene dek.
Sığamaz evine, dört duvar, dört kalabalık duvar. Çerçeveler, tablolar, kitaplık, ödüller… Atar kendini sokaklara, koruması ardında. Bilir, İstanbul saklar, İstanbul iyileştirir onu.
Eski binalar, bazısı ahşap bazısı beton, yaralı evler, çökmüş duvarlar, gri puslu şehir, onu çağırır. Hayaletler görünür, hayaletler fısıldar. İstanbul yüzyıllardan beri konuşur. Yedi tepesinden, saraylardan, zindanlardan, kuyulardan, çan kulelerinden, cami minarelerinden, konuşur İstanbul hiç susmaz. Adam dinler, yazar, çizer. Adam şehri, şehir adamı bilir, sarıp sarmalar.
Şehre karanlık çöktü. Rüzgar soğuk, hava puslu. Sarman kedi kıvrılmış pervazda mırıl mırıl uyuyor. Adam evinde, bir kalem bir defter, İstanbul kelime kelime canlanıyor.

















