Sözün Ardı/Önü: 106 Zamansız Denemeler: III Dil Zamanı imgesel&düşsel yolculuklar | Feridun Andaç

Eylül 2, 2025

Sözün Ardı/Önü: 106 Zamansız Denemeler: III Dil Zamanı imgesel&düşsel yolculuklar | Feridun Andaç

1./ Karşılaşma

Bekleyişler ırmağından geçeli çok oldu. Göz yorgunluğuyla başladı her şey. Esrime, kapanma, öteleme…Yürek çalgını bir bakışı özleyeli başka bir dile verdim kendimi. Unutmak için değil, hatırlamak için. Şimdi, o gün, ilk bakışla olmasa da, ilk karşılaşmayla gözümün önünden gelip geçen bir silueti arar oldu  gözlerim. Tutulu kalmak demeliydi belki de buna. Çünkü bir imgeydi karşılaşma ânı. Nedensiz, yorumsuz bir dile geliş kendi anlamını yazıyordu…Gözlerimi de Al filmine gitmişti aklım bir ân…Her karşılaşmada gözüm yeniden yeniden kendini biçimleyip, “açık göz”ün serüvenine katılmak için debelenen bakışa takılmıştı. Aklı tutulu kalanın sanrısı mı, yoksa özleyişi mi; bilemedim!

Kadın mutsuzdu, adam şiddete eğilimli, isterik, baskıcı…Çocuğunu alıp gitti yakınına…Bir müzede işe başladı, karşısında durduğu El Greco’nun resimleri onu göz/duygu eğitiminden geçiriyordu…Hayata fark ederek bakmanın kıyısına çekiliyordu ki, gene o isterik göz gelip tenine dokundu, aklını çeldi… Bu bir ara hatırlayış, kendinden kopamama. Histeriye tutulma, belki de! Yüzündeki anlam araştırması değil elbette, bir karşılaşma ânının kıyısından bakmaktı ötedekine yalnızca…

Öylesine baktıkça kendimize dönüyoruz. Ama bir şeyi de düşünmeden; kendi olmanın zorluğunu.

2./ Göz

Hatırlıyorum o ânı, göz göze gelişi, bir daha da kopamayışı. Ne denilirse denilsin,  ilk kıvılcımı taşır hep o ilk bakışlar. Farkındalık dönencesine girene kadar da adlandırmak istemezsiniz.

Ötedekinin zamanını okuyunca, gözlerinin rengiyle gülüşünün rengi gelip bulmuştu seni. Oradan, yüzünün anlamını duygularına taşıyan bir yol açılmıştı. Daha derinden bakmıştın karşıdakine. Sonra gözlerine bakamaz olmuştun bir süre. Orada asılı kalacak bakışlarının yangınını göreceksin diye tedirginleşmiştin bir ân.

Göz taşıyıcıdır her zaman, ama ellerin dokunaklı duruşuna ne demeli peki?!

3./ Eller/in

Bakmıştın ellerine karta yazı yazarken. Dingin, kendinden emin, biraz heyecanlı…Önüne aldığın yazısına bakınca onu gördün bir ânda! Evet, gördün. Yazının ikliminden anlardın!

Yazıdan ruh tahlili yapmak yetin yok elbette, ama yazıdaki ifadeden/anlamdan kişiye doğru yürümeyi sezgi ve deneyimlerinden biliyorsun diyebilirsin. Konuşmaya başladığında ona dair notlar almıştın. En çok gözlerine, bir de ellerine bakmıştın…Yazandın ne de olsa, notların da ona dairdi…

Eller, zamanın taşıyıcısı belki! Dokunmanın dili, hayatın biçimleyici nesnesi…Eller çağıran, baktıran, sevdiren, anlatan, götüren, uslandıran, azdıran…

Ona baktıkça gözlerini, gözlerinde yol aldıkça ellerini düşünüyorsun en çok. Gelip yanıbaşına oturduğunda da ellerinin yaptığı çizimlerden çıktığın yolculukları, kopuş ânlarını, içsesini, nerelere uzandığını düşünmeden alamıyordun kendini. Durmuyordu ellerin. Seni uslandırıyor, sende bir başka ses/dil oluyordular. Bilmen o duruş ânlarıyla kopuş zamanlarının sabrını, sınırını mı anlatıyordu…Gene de sen, ellerinle seni düşünmeye başladığını söylemelisin.

4./ Dokunuş

Bugün, derste bir duyguyu beslemek’ ten söz ettin. Sonra yaşam felsefesi oluşturmak, farklı sanat disiplinleriyle bir sanatçının kurması gereken bağın neleri içerebileceğini anlattın. Sözü Almadovar’ın Konuş Onunla filmine getirdin. Bu filmi çok farklı okumalara giderek izlemelerini istedin…Tutku, acı, dokunmak, kendini yok etmek, gitmek, bağlanmak, göze almak…gibi izleklerin kıyılarında gezinmelerini bir de…  Amacın duygularına dokunmak, sinip kaldıkları yerlerinden onları kıpırdatıp, biraz da kışkırtmaktı hayata ve kendilerine karşı…Sabahın erken saatlerdeki derslerin senin en keyifli zamanlarındır. Dünyanın bütün çiçekleri gibi toplanıp orada birinin bir şeyler anlatmasını, dinlerlerken de o büyünün hiç bozulmasını istemeyen halleri seni onlara daha çok şeyi anlatmaya/göstermeye/aktarıp vermeye itiyor. Sözü şöyle bitirmiştin  o gün: İnsan dokundukça hissetmez, hissettikçe dokunur…Sonrasını siz düşünün, bir sonraki ders tartışalım deyip çıkmıştın…

5./ Bakış/ım

Her şeyi anlatan mıdır bakış? Sanırım evet!

Derinlikliydi karşındakinin duruşu…Anlamak, tanımak için bakıyordun. O gösteren yanıydı bu. Ve dönüp baktın ona derinlikli biçimde…Öylesine güzeldi ki yüzü, düşündükçe anlamını, her bir imgesi bakışımın oldu.

6./ Kavşakta

Bir kavşaktı o buluşma ânı. Kallavi Sokağı’nın anlamı, yazılası yanı daha bir pekişti bende. Beyoğlu’na çıkış kavşağımdı orası. Şimdi, insanlarla aramızdaki sözler, bizi birbirimize açma/götürme kavşağını oluşturmuyor mu, diye soraduruyordum kendime. Fıccın, kişisel tarihimden bir kesitin mekânı.

                                                                                                                     -Backhaus

7./ Tarçın Kokusu

Yağmur vardı İstanbul’da. Sabahki uyanışımda aklıma düşen, tarçın kokulu pastaların yapıldığı bir mekânda oturup okuyup yazmaktı.

Yola çıkınca öyle de yaptım.

Nicedir gözüme kestirdiğim Backhaus’a ulaştım. Kahverengi ahşap masa, gene aynı renkten deri koltukların olduğu köşede, dışarısını seyre alan kuytulukta kendime yer açtım. İlk adımda daha yüzünüze çarpan pasta kokularını ayrımlayabilmek için, birinin tadına bakmanız gerekirdi. Oburluk etmeden bir dilim tarçınlı kek, bir fincan filtre kahve istedim.

Marcel Proust’un denemelerini okuyordum. Zaman, bellek, geçmiş/şimdi/gelecek üzerine düşünürken; güzellik imgesinin bizdeki  yansısının içduyumumuzu nasıl algına çevirdiğini hissettiren, yeniden bu konuda bir şeyler yazmaya beni yönelten şu satırlarına rastladım onun:

“Güzellik hayal ettiğimiz şeyin doruğu, gözümüzün önündeki soyut bir tip değil, aksine, gerçeğin bize sunduğu, hayal edilmesi imkânsız, yeni bir tiptir.”

Bu anlamda, karşımıza çıkan her yeni’ye bakışımız, bizde, yeni bir imge yarattığı gibi, duyumumuzda da farklı algı kapıları açmaktadır…Ona gitmek, tanımak, söze durmak aşkınlık yoludur. Aşk değildir asla! Aşk, dokunmak/yaşamak tüketmek-tükenmek ister. Aşkınlık hali birbirini görmeyi/gör(e)memeyi, hissetmeyi, taşımayı, taşmayı önceler…

Benim onlara söylemek istediğim de biraz buydu bugün.

“Benim beklentilerim, anladığım, kafamdakiler çok farklı,”demiş, “kıyıda olmak” istemediğinden söz etmiştin.

Kıyısızlık da bir dildir, anlamdır, geçmişten kopamamak, şimdiye dönüp bakamamak, başka bir dil aramaktır…yazyorsanız eğer, mutlak biçimde bunu da kurmaktır.

8./ Senin Değişken Duruşun

Sözün kırılma noktası, bazen, keder atına bindirir insanı. Sonrası tufan, çığlık…Sesini yitirme kıyısından/ummanından geçerken, dil  başkalaşıverir birden. Musa’nın asası olmasa da söz, zaman yarıntılarına bırakır sizi gene de…

Proust’la sürerken yolum, onun aynasına bakarak geçiyorum ister istemez.

Hazlar, düzenler, içlenişlerle örülü bir dünyanın dilinin nasıl kurulduğuna bakarım onda.

Gitmeyen biridir Proust! Düş imgelemiyle her nesnenin hatırlattığı dünya onun geçmişle bağının, hatırlayışlarının, anı ötesi yaşanmışlıkların (ya da tasavvur edişlerin) yansılarını içerir.

Proust’un belleği yazmak için öğreticidir. Onun göstergelerle örülü dünyasına dönerken, sendeki başkalığa/değişkenliğe bakıyordum biraz. Onda imgesel olan, sende(n yansıyan) bir gerçeklikti benim için. Onun hatırlayarak var ettiği bir dünyanın im’i olan güzellik; şimdi, karşımda konuşarak, dile getirerek kendi gerçekliğinin yansılarını getiriyordu bana.

Yorum yapın