
Kültür eleştirisi, estetik kültürü oluşturan ve geliştiren sanat/yazın eleştirisini de kapsar. Walter Benjamin, sanat/yazın eleştirisini felsefe düzeyine taşıyan ve dizgeleştiren düşünürlerin başında gelir. Walter Benjamin (1892-1940), ‘Alman Romantizminde Sanat Eleştirisi Kavramı’[1] adlı doktora tezinin ‘Giriş’ bölümünde sanat eleştirisi kavramının “felsefe” ve “sorun tarihi” olmak üzere, iki boyutu olduğunu belirtir. Benjamin’e göre, sanat eleştirisi kavramının belirlenmesi, “bilgi-kuramsal ve estetik koşulları” içermek zorundadır; çünkü sanat eleştirisi her şeyden önce “bilen bir öğeyi”, bir başka anlatımla, bilmek isteyen özneyi içerir. Ayrıca, eleştiri, “saf bir bilgi” olabileceği gibi, “değerlendirmelerle ilgili bir bilgi” de olabilir.
Erken Romantizm akımını felsefi olarak belirleyen filozofların başında gelen Friedrich Schlegel, Benjamin’in anlatımıyla, “sanat idesini” ve sanat kavramını biçimlendirmiştir. Immanuel Kant’a dayanan gelenek uyarınca, eleştiri “karşılaştırılamaz ve tümlenmiş bir konumu anlatan esoterik bir kavram” olarak algılanmıştır. Bunun yanı sıra, aynı kavram Almanya’da günlük dil kullanımında “gerekçelendirilmiş yargılama” olarak yerleşmiştir.
Sanat kuramı alanında özellikle “sanat idesi” ve “sanat yapıtı” kavramı öne çıkmıştır. Romantikler söz konusu iki kavramı da kapsayan “sanat yapıtının eleştirisini felsefi temellere” dayandırmıştır. Romantiklerin “sanat eleştirisi” kavramı “sanat bilincini ve sanatsal yaratımı” dışta tutmuş ve sanat kuramını “sanat idesi”, ‘sanat oluşturusu’ ve “sanat yapıtı idesi” ile sınırlamıştır.
Burada “sanat oluşturusu” kavramına ilişkin bir açıklama yararlı olabilir. Alman sanat terminolojisinde ‘oluşturu’, “yapıt” anlamında kullanılır. Oluşturu kavramı, özellikle Benjamin ve Adorno’nun sürekli kullanımıyla kalıcılaşmıştır.
Sanat Eleştirisi, Sanatsal Dolayımdaki Düşünümdür
Benjamin, anılan kitabının birinci bölümünde ‘düşünüm’ (refleksiyon) kavramını irdelemiştir. ‘Düşünüm’, Schlegel ve Novalis’e göre, “öz-bilinçte özünü düşünümleyen ya da düşünmenin konusu yapan düşünmedir.” Düşünmenin, düşünümde “özüyle ilişkilenmesi”, düşünmenin “temel ilişkilenimidir” ve düşünmenin “bütün diğer ilişkilenimleri” bundan türetilir; çünkü Schlegel’in deyişiyle, “bitimsiz olarak düşünebileceği şeyi düşünme”, düşünmenin en belirgin özelliğidir.
Benjamin’e göre, “öykünme, tarz, biçem ve romantik akıma uyarlanabilen üç biçim”, düşünüm kavramında belirginleşir. Romantik tin “hoş bir şekilde kendisi hakkında fantezi kurar.” Örneğin, Novalis “tüm dünya yaşamını tinlerin kendi içindeki düşünümü” olarak kavramaya ve insanı bu dünya yaşamında “kısmi çözünüm ve o ilkel düşünümün yarma/huruç devinimi” olarak yorumlamaya eğilimlidir.
Benjamin’in aktarımı uyarınca, Schlegel “kendi içine geri dönen etkinliğin yeterliliğini, ben’in beni olma yeteneğini” düşünme olarak tanımlar. Görüleceği gibi, burada düşünme ve düşünüm “özdeşleştirilir.” Söz konusu özdeşleştirme, düşünümde özsel olarak verili olan “düşünmeye bitimsizlik sağlamak” için yapılmaz. Romantikler daha çok “düşünmenin düşünümleyen doğasında düşünmenin içgüdüsel öz-yapısı için bir güvence” olarak değerlendirir. İnsan tininin özgür eylemi veya davranışının bir biçimi vardır. Bu biçim, “bilmenin veya bilincin biçimidir.” Bu bakımdan, söz konusu eylem, aynı zamanda “düşünüm eylemidir.” Dolayısıyla, romantikler, düşünümden “bir biçime yönelik yeniden biçimlendiren düşünümü” anlarlar.
Bu düşünüm kavrayışını Fichte “özgürlük eylemi” olarak tanımlar ve bu özgürlük eylemi sayesinde, bu filozofun anlatımıyla, “biçim, kendi içeriğinin biçimi olan biçime dönüşür ve kendi içine geri döner.” Doğaldır ki, “özgürlük eyleminin kendisiyle ilişkilendiği saltık özne, bu düşünümün merkezidir ve dolaysız olarak tanınabilir.” Düşünüm, “bitimsiz belirleyimin otokton biçimidir.”
Bu açıklamalardan da görülebileceği gibi, düşünümde üç öğe vardır: “Düşünümleyen özne veya ben”, “dolaysızlık” ve “bitimsizlik.” Bitimsizlik ve dolaysızlık, özneden kaynaklanır ve öznede biter; çünkü bunlar etken öznenin eyleminin ve ediminin türevleridir.
Benjamin’in çıkarımı uyarınca, erken romantikler için sanat, “düşünümün odak noktasıdır.” Romantik sanat anlayışı, “düşünmenin düşünmesinde, ben bilinci anlaşılmaz” ilkesine dayanır. Sanat eleştirisi, “sanatın dolayımındaki düşünümdür.” Eleştirinin temelinde de “düşünmenin düşünmesi” yatar (Benjamin 1991, s. 18- 25). Bu belirlemeden şu çıkarım yapılabilir: Yazın eleştirisi, yazınsal dolayımdaki düşünümdür. Yazın dolayımıyla düşünmeyi özendirme ve yazınsal düşünceler geliştirmedir.
Eleştiri, Düşünmeyi Bütün Bağlarından Kurtarıp, Gerçek Bilginin Kaynağına Ulaştırmayı Amaçlar
Benjamin’in yukarıda andığım yapıtının üçüncü bölümü ‘Dizge ve Kavram’ bölümündeki açımlaması uyarınca, erken dönem romantiklerin “sorun çözümlemelerini ve dizgesel konumlarını” kapsayan bir düşünsel alt-yapı oluşturma, “iki temel sorunu” veya soruyu ortaya çıkarır. Birinci soru(n) şudur: Romantikler “dizgesel düşünmüş müdür ve düşünmelerinde dizgesel çıkarlar/ilgiler gütmüş müdür?” İkinci soru, “neden bu dizgesel temel düşünceler, dikkat çekici biçimde karanlık, hatta gizemli dil kullanımında (konuşmada) kendisini göstermiştir?” şeklinde sorulabilir.
Benjamin’in aktarımına göre, Schlegel “bir dizgeden tümüyle farklı olan dizgenin tini” anlatımını kullanmıştır. Schlegel ve Novalis’in düşünmesi “dizgesel eğilimler ve bağıntılar” taşımıştır; ancak bu bağıntılar söz konusu eğilimlerde “sadece kısmen açıklık ve yetkinlik” kazanmıştır. Bir başka anlatımla, anılan düşünür ve yazıncıların düşünmesi “dizgesel düşünce akışları ile ilişkilendirilebilir; doğru seçilmiş bir koordinatlar dizgesine sokulabilir.”
Benjamin’in değerlendirmesiyle, bir yazarın kendisini “aforizmalarda dile getirmesi gerçeği, hiçbir zaman o yazarın dizgesel ereğine karşı bir kanıt olamaz.” Örneğin, Nietzsche aforizmalarda kendisini anlatmış ve “kendisini sistem karşıtı olarak nitelemiştir.” Böyle olmasına karşın, felsefesini “kapsamlı, bütünlüklü ve yönlendirici idelere göre eksiksiz olarak düşünmüş ve dizgesini yazmaya başlamıştır.” Nietzsche kendisini dizge karşıtı olarak nitelemesine karşın, erken dönem romantiklerin filozofu olan Schlegel “asla dizge karşıtlığıyla” ünlenmemiştir (Benjamin 1991, s. 41- 50).
Schlegel’in düşünce dizgesinde “özgün bir olumlu eğilim” gören Benjamin’in anlatımı uyarınca, Schlegel felsefesinde “saltık/mutlak olan, sanat biçimindeki dizgedir”; böyle olmakla birlikte, anılan filozof, bu saltık olanı “dizgesel olarak aramamış, tersine dizgeyi saltık olarak kavramaya” uğraşmıştır. Bu eğilim, Schlegel “mistisizminin özünü” oluşturmuştur. Erken dönem romantiklerin yazılarında yer alan “bütün felsefi ve estetik uzmanlık kavramları arasında en sık rastlanılanı, eleştiri ve eleştireldir.” Eleştiri ve eleştirel sözcükleri, romantikler için “övgüdür”. Eleştiri sözcüğünün romantikler arasında “neredeyse büyüleyici bir anlam” kazanmasında, Kant’ın bütün felsefi yapıtı yönlendirici olmuştur. Bununla birlikte, diye ekler Benjamin, eleştiri veya eleştirel sözcüğü, romantikler için “yargılayıcı ve üretken bir düşünsel tutum değil, nesnel, üretken ve yaratıcı bir şekilde sağduyudan türetilen” bir sözcük anlamı taşır.
Benjamin’in anlatımıyla, “eleştirel olmak, düşünmenin bütün bağların üzerine yükseltilmesini, bu bağların yanlış yönlerine ilişkin kavrayıştan adeta büyüleyici şekilde hakikatin bilgisinin türediği yere değin götürmektir.” Bu olumlu anlam içinde “eleştirel yöntem ile akla gelebilen en yakın benzerliği” kazanır.
Benjamin’in çıkarımı uyarınca, romantikler, Kant felsefesinde zaten “iki anlamlı” olan eleştiri kavramının bu özelliğini iyice güçlendirmiştir; çünkü onlar eleştiri kavramı ile yalnızca Kant’ın “tarihsel başarımına” gönderme yapmanın ötesinde, düşüncelerini onun “eleştiri kavramıyla da ilişkilendirmiştir.” Ayrıca, romantikler, eleştiri kavramının “kaçınılmaz olarak olumsuz yönünü/öğesini korumuş ve kullanmıştır.” Eleştiri sözcüğünün de katkısıyla, onlar kuramsal felsefelerinin “savı ile başarısı arasındaki uçurumu” görmezlikten gelememiştir. Eleştiri sözcüğünün anlamı uyarınca, “eleştirel bir yapıtın geçerliliği ne denli değerlendirilirse değerlendirilsin, sonuna değin değerlendirilemez.”
Benjamin’e göre, eleştiri kavramının tarihsel evrimine romantiklerin yaptığı önemli katkı, bu kavramın “sanat kuramsal anlamını aşamalı olarak” belirlemiş olmalarıdır. Ancak romantiklerle birlikte “sanat eleştirisi kavramı, daha eski olan ‘sanat yargıcı’ kavramının kesin olarak yerini almıştır.” Romantikler ve onların yarattığı düşünsel ortam, insanların “sanat yapıtlarını yargılama ve yazılı veya yazılı olmayan yasalarda öngörülen hüküm verme” düşüncesinden uzak durmasını sağlamıştır. Saltık özgürlük ile olanaklı olan sanatsal yaratım ile yasalara bağlı yargılama karşılaştırılamaz. Bu nedenle, sanatta yargılayan yargıca değil, sanat yapıtının öz-yapısını ve estetik niteliğini ortaya çıkaran eleştirmene gereksinme duyulur.
Eleştiri, Eleştirilen Konuya İlişkin Bilimsel Bilgi Gerektirir
Benjamin’in anılan yapıtındaki açımlaması uyarınca, eleştiri, “konusuna ilişkin bilimsel bilgiyi” de kapsar. Bundan ötürü, romantik sanat eleştirisi kavramı, temel aldığı “konu bilgisi kuramının öz-yapısının açıklanmasını” gerektirir. Bu bilgiyi veya bulguyu, “dizgenin ve saltık olanın bilgisinden ayırmak gerekir.” Bununla birlikte, dizgenin ve saltık olanın bilgisinden türetilmesi gereken bu bilgi, “doğa nesneleri ve sanat yapıtlarıyla” ilgilidir ve bu sanat yapıtlarına ilişkin “bilgi kuramsal sorun”, romantikleri diğer oluşturulardan veya yapıtlardan daha fazla uğraştırmıştır.
Benjamin’in değerlendirmesine göre, romantikler arasında Friedrich Schlegel sanatsal bilgi kuramı bağlamında “eleştiri” kavramını, Novalis ise “doğa bilgisini” her yönüyle geliştirmiştir. Sanat eleştirisi kavramını açımlamak için, doğa bilgisi kuramı önemlidir. “Düşünüm kavramının açımlaması”, konu bilgisi kuramını belirler. Nesne veya konu, “her gerçek öğe gibi, düşünüm dolayımındadır.” Düşünüm dolayımı ise, “yöntemsel ve bilgi kuramsal bakımdan düşünmenin dolayımıdır”; çünkü düşünmenin dolayımı “düşünümün koşunsal/kanonik şemasına göre oluşturulmuştur.” Düşünmenin bu dolayım, her türlü düşünümün iki temel öğesi olan “öz-etkenlik ve bilmeyi” içinde taşır; çünkü söz konusu düşünümde “tek başına düşünülmeyebilen şey düşünülür ve düşünümlenir.” Bu da düşünmedir.
Dolayısıyla, düşünme “öz-etken olarak düşünülür.” Düşünme, öz-düşünümsel olarak düşünüldüğü için de “kendisini dolaysız olarak tanıyan” düşünme olarak düşünülür. Sonuç olarak, kendisi sayesinde olanaklı olan düşünmenin bu bilgisi “her türlü bilgiyi” kapsar. Fakat düşünmenin düşünmesi olan söz konusu “salt düşünüm” önsel olarak romantiklerce “düşünmenin bilmesi” olarak kavrandığı için, romantikler “ilk kökensel ve malzemesel düşünme olan anlamın” karşılandığını varsaymıştır. Bu önerme veya varsayım uyarınca, “düşünüm dolayımı, dizgeye, yöntemsel saltıklık da ontolojik saltıklığa” dönüşür. Düşünme, “çok çeşitli tarzlarda”, örneğin, “sanat olarak, din olarak” düşünülebilir; ancak nasıl düşünülürse düşünülsün, “asla düşünme dolayımının öz-yapısını, düşünen ilişkilenmenin bağıntısını” yitirmez. Saltık olan, “her türlü belirleniminde düşünen olarak kalır.” Düşünmenin “yerine getirdiği şey ise, düşünen bir özdür.” Böylece, konu bilgisi kuramının “romantik ilkesi” ortaya çıkar: “Saltıkta olan her şey, her türlü gerçek şey, düşünür.” Bu düşünme, “düşünümün düşünmesi” olduğu için, salt özüyle sınırlıdır.
Benjamin’in anlatımıyla, “her türlü bilgi, ben olmayı gereksinmeyen, düşünen bir varlığın öz-bilgisidir.” Romantiklere, özellikle de Novalis’e göre, “özlük, her türlü bilginin temelidir.” Dolayısıyla, her türlü bilginin “çekirdek hücresi, düşünen bir özde gerçekleşen düşünüm oluşu/sürecidir.” Öz, bu süreç sayesinde “kendisini tanır.” Düşünen bir özün her türlü “tanınması/bilinmesi, öz-bilgiyi” gerektirir.
Düşünümün temel özelliği, düşünmenin ve bilmenin dışında, “algılamadır ve son çözümlemede de etkenliğin algılamasıdır.” Bu ilke, Schlegel’in “bir malzeme, konulaştırılmak için, kendisini konulaştırmalıdır” sözünde somutlaşır. Bu bağlamda bilme ve algılama, “adeta düşünümün bütün boyutlarıyla ilişkilendirilmiş ve bunlarla temellendirilmiş olmalıdır.” Her türlü bilgi özden çıktığı gibi, “öze doğru genişler.”
Benjamin’in çözümlemesi uyarınca, “öz-bilgi dışında bilgi nasıl olasıdır?”; bir başka deyişle, “nesne bilgisi nasıl olasıdır?” Romantiklerin anlayışına göre, bu olanaklı değildir. Öz-bilginin olmadığı yerde “asla bilme olmaz”; öz-bilginin olduğu yerde “özne-nesne bağıntısı” ortadan kalkar. Soruna böyle yaklaşınca, “saltık/mutlak olanın dışında, gerçek olanın içinde yer alan bütün birimler sadece görecedir.” Söz konusu birimler “kendi içinde o denli az bütünlüklü ve ilişkisizdir ki, ancak düşünümlerinin yükseltilmesiyle”, romantiklerin deyişiyle, “güçlendirilmesi veya romantikleştirilmesi ile başka varlıkları/özleri düşünüm merkezlerini giderek artan ölçüde kendi öz-bilgilerinin bir parçası durumuna getirirler.”
Ayrıca, romantikler açısından yalnızca insanlar “yükseltilmiş/güçlendirilmiş öz-bilgiyle düşünümde genişletemez; doğa nesneleri de bunu yapabilir.” Doğa nesnelerinde söz konusu oluş, “özsel bakımdan onların bilinmesi olarak adlandırılan şeyle ilişkilidir.” Bir başka anlatımla, nesne veya şey, “kendi içinde düşünümü yükselttiği ve diğer canlıları kendi öz-bilgisine kattığı ölçüde kendi öz-bilgisini” öz konusu ilişkilere yansıtır. Bu yolla da insan “başka özlerin söz konusu öz-bilgisinden pay alır.”
Dolayısıyla, bir şeyin/nesnenin “salt tanınması” diye bir şey yoktur. Aynı şekilde şey veya varlık da “salt kendisi aracılığıyla tanınmak ile sınırlı değildir.” O şeydeki veya özdeki düşünümün “yükseltilmesi”, romantik anlatımla, güçlendirilmesi veya romantikleştirilmesiyle olanaklıdır (Benjamin 1991, s. 62- 72).
[1] Walter Benjamin: (1991): ‘Der Begriff der Kunstkritik in der deutschen Romantik’; içinde: aynı yazar: ‘Abhandlungen’, Gesammelte Schriften, Band I.1, Frankfurt am Main 1991, s. 11-122.
















