İlk Adımlar: Elif Soykan | Hande Emekçi

Ağustos 15, 2025

İlk Adımlar: Elif Soykan | Hande Emekçi

Söyleşi serimizin yeni konuğu, Üçüncü Göz Yayınları’ndan çıkan, “Ben Ne Zaman İnsan Olacağım?” adlı ilk kitabı ile Elif Soykan.

Kendinizi kısaca tanıtabilir misiniz? Kitaplarla ve yazmakla olan ilişkiniz nasıl başladı?

Tam anlamıyla “okur yazar” bir evde büyüdüm. Kitaplıkla kaplı duvarlar arasında, kitap kokusunun hâkim olduğu bir evde… O kadar ki, duvarların rengini bile hatırlayamıyorum. Evde sürekli entelektüel sohbetler dönerdi. Babamın felsefeci olduğu için onun dünyası bize zaman zaman açılan, çoğu zaman gizemli kalan bambaşka bir evrendi. Çoğu zaman söylediklerini anlayamazdık ama o da bunu dert etmezdi.

Ortaokul yıllarından itibaren hikâyeler ve senaryolar yazıp yarışmalara katıldım. Çocukken yaşadığım trajikomik olayların beni mizaha yönlendirdiğine eminim. Yazmak benim için bir oyun alanıydı ve orada çok eğleniyordum. Hep hayatımdaydı, yazmak ama ne olduğunu, bana ne ifade ettiğini zamanla daha iyi anladım.

MSGSÜ’de Sosyoloji okuduktan sonra Los Angeles’a gidip Sinema ve Televizyon eğitimi aldım. Uzun yıllar İstanbul ve LA arasında gidip geldim; film setlerinden reklam ajanslarına, kültürel adaptasyon koçluğundan eğitim projelerine kadar bir çok farklı alanda çalıştım. Hâlâ da çalışıyorum. Ne yaptıysam, hep insanı anlamak ve ona dokunmak için. Bu süreç hem beni dönüştürdü hem de kelimelerimi. Kitap fikri de zaten bu içsel yolculukta olgunlaştı.

Kitabınızın ortaya çıkış öyküsünü anlatabilir misiniz? Fikir nasıl doğdu, ismine nasıl karar verdiniz, yazma süreciniz nasıldı?

“Ben Ne Zaman İnsan Olacağım?ın ilk tohumu, Sinema-TV okurken bir fotoğraf dersinde atıldı. Final ödevimizde, sadece dört kareyle bir hikâye anlatmamız gerekiyordu. O dönem için sıradan bir ödevdi belki ama yıllar içinde fark ettim ki çektiğim o kareler zihnimde bir evren yaratmış. Ve o evren, zamanla kitaba dönüştü.

Kitabı Türkiye’de yazmaya başladım, Meksika’da devam ettim, Miami’de tamamladım. Taşınmalar, adaptasyon derken süreç birkaç yılı buldu.

Kitabın ismi önceleri daha farklıydı. Biraz daha soyut… Ama yayıneviyle görüşmelerden sonra daha açıklayıcı bir isim arayışına girdik. 10’a yakın alternatif yazdım ve arasından Ben Ne Zaman İnsan Olacağım? hepimizin içine en çok sineni oldu. İyi ki de öyle olmuş; animasyonlardan kapak tasarımına kadar her şey bu isimle bütünlük kazandı.

Yayınevi süreci nasıl gelişti?

Kitap tamamlandıktan sonra İnkılâp Yayınevi’ne başvurdum. Bu süreçlerin sabır gerektirdiğini babamdan biliyordum. Zaten editörüm bu konuda çok destekleyiciydi. Ben üzerime düşeni yapmıştım; gerisi artık Evren’in işiydi J Bu bekleme süreci de bana çok şey öğretti. Öte yandan yeni yazarlara kapı açan, farklılıklara açık ve destekleyici bir yayınevi olan İnkılâp gibi köklü bir kurumun alt markası: Üçüncü Göz’den kitabımın çıkması benim için çok kıymetli…

Kitabınızı biraz anlatır mısınız? Sizi en çok etkileyen bölümler hangileri?

Kitap, insan olmak için sabırsızlanan bir ruhun—Öz 1789’un—varoluş yolculuğunu anlatıyor. Başta “insan olmak” fikrini sadece bedenlenmek sanıyor ama zamanla bunun bir hâl, bir bilinç seviyesi olduğunu fark ediyor.

Yazım sürecinde kitabın evrenini oluşturmak benim için çok keyifliydi. Elma, Meşe ve İnsan bölümlerindeki özellikle Rüya karakteri benim için özel bir yere sahip. Rüya’nın rüya ile gerçek arasında kurduğu hayat bana çok etkileyici geliyor. Kendi gerçeklik algımı sorgulamama da vesile oluyor. Hatta Rüya karakteri üzerinden bir film projesi de geliştiriyorum. Umarım onu da yakın zamanda izleriz.

İlk kitabı yayımlamanın en büyük heyecanı ve zorluğu neydi? Aldığınız geri dönüşler nasıldı?

Zorluk da, heyecan da bu deneyimin bir parçası. Kitap yayımlandıktan sonraki süreç bir noktadan sonra yazarın elinden çıkıyor. Bu geçişte editörümün rehberliği sayesinde süreci kolay atlattım diyebilirim. En önemlisi, bu aşamada strese teslim olmamak gerektiğini anladım. Aksi takdirde kitabın büyüsü kaçabiliyor.

Yazarken çok az kişiye okuttum. İlk kitap olduğu için, fazla yorumun yönümü şaşırtabileceğini biliyordum. Güvendiğim birkaç kişinin yapıcı geri bildirimleriyle ilerledim. Kitap yayımlandıktan sonra gerek sosyal medyada gerek birebir gelen yorumlar beni çok mutlu etti. En sevdiğim yorumlardan biri de her bir okuyucunun kitaptan başka bir his, başka bir anlam çıkarması… Bence bu da hikâyenin büyüsünün bir parçası.

Yazarlığa dair düşünceleriniz bu süreçte değişti mi?

Babam yazar olduğu için bu süreçlere tanıdık sayılırım ama tabii insanın kendi kitabını yazması bambaşka bir içsel süreç. Yine de yazmakla ilgili hislerim çocukken günlük yazarkenki kadar neşeli. Belki de bu duyguyu hiç kaybetmediğim için yazmaya cesaret edebildim. İçsel çelişkilerim oldu ama üretmenin büyüsü hep aynı kaldı diyebilirim.

Yeni bir kitap hazırlığınız var mı? Henüz yayımlanmamış yazarlara ne önerirsiniz?

Şu sıralar ağırlıklı olarak senaryo üzerine çalışıyorum ama kalbim hep kitapta. Yazılarımı yavaş yavaş önceliklendiriyorum. Hangi formatta olursa olsun, yazmaya devam edeceğim. Çünkü kelimeler, benim dünyayla kurduğum en güçlü bağ.

Sadece yeni yazar adaylarına değil; herhangi bir üretim sonrası onu görünür kılmaya çalışan herkese diyeceğim şu ki “önce kendine sonra yarattığına güvenmeyi asla bırakmaz ve akışa teslim olmayı da kabul edersen işler kolaylaşıyor…”

Yorum yapın