On dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında bilimsel gelişmelere paralel olarak, düşünce dünyasında fen bilimlerinin yöntem ve tekniklerinin kullanımı ilkesi, yüzyıllar boyunca düşüncenin sözcük ve imgeler üzerinde yeni boyutlar kazandığı edebiyat sanatını da derinden etkiledi. Gözlemin öne çıktığı realist eserler kendilerini edebiyat dünyasında göstermeye başladı böylece. Realist çizgiler taşıyan roman ve hikâyelerde yazar hiçbir şekilde kendi varlığını duyumsatmıyor; duygu ve düşüncelerini, anlattığı olayın akışına katmıyordu; bir bilim adamı tutumu içindeydi realist yazar.
Bilindiği üzere, Fransız yazar Gustave Flaubert’in 1857’de yayımlanan Madame Bovary adlı eseri birçok otorite tarafından “ilk modern realist roman” olarak nitelendirilir. Flaubert bu eserinden sonra pek çok roman kaleme almıştır ve yazdıklarının arasında bir de hikâye kitabı dikkat çeker; 1877’de yayımlanan bu eser Üç Hikâye adını taşır ve Flaubert’in hikâyeci yönünü ortaya koyar. Bu üç öykü, kuşkunun, aşkın, yalnızlığın ve dinsel deneyimlerin odakta olduğu; yaşamı ve insanı temel alan derin bir psikoloji ve felsefe ile örülüdür. Üç Hikâye bir anlamda Flaubert’in edebiyat kariyerinin görkemli bir son noktası; son durağıdır.
Üç hikâyede üç ayrı hayatın dile getirildiğine tanık oluruz. Bunlardan hizmetçi Félicité basit bir yaşamın içinde kendi trajedisini yaşayan saf yürekli dindar bir kadın karakter olarak kendini gösterir. Aziz Julien ve Herodias ise tarihsel ve efsanevi kişiliklerdir; onlar da her şeyden önce iç dünyalarındaki karmaşayla baş etmeye çabalarlar. Julien kendi içinden yükselen şiddet eğilimiyle, sadizmle mücadele etmeye; kaderinin kendisine yüklediği vahşi avcı rolünden sıyrılmaya çalışır. Herodias’ta da siyasal iktidar ilişkilerinin acımasız dünyasındaki bir insanın ruhunda esen fırtınalar dile getirilir. Her üç hikâyede asıl kahraman insan yaşamıdır, insan ruhudur. Bu anlamda, ölümsüzlüğün pencereleri açılır bu hikâyelerde; zamanı ve mekânı aşan evrensel insan gerçekliğidir asıl vurgulanmak istenen.
Daha önce farklı çevirilerle basılan bu kitap, İletişim Yayınları tarafından Berna Akkıyal- Can Belge çevirisiyle geçtiğimiz yıllarda yayımlanmıştı. Bu yıl ikinci baskısıyla okurların ilgisine sunulan kitapta, Basit Bir Yürek, Konuksever Aziz Julien Efsanesi ve Herodias adlı üç hikâye sırayla yer alıyor. Kitabın ilk sayfalarındaki Michel Tournier’nin önsözünde Tournier’nin yorumlarıyla Üç Hikâye’nin her birinin dayandığı temel noktaları, mitolojik ve dini hikâyelerle ilgisini görmek mümkün olabiliyor. Bu hikâyelerin birbirine benzerlik ve farklılıklarının analitik biçimde sunulduğu yazı, ilk hikâye olan Basit Bir Yürek’i okumaya geçmeden önce okura rehberlik ediyor ve kitabın içindeki dünyaya doğru çekiyor yavaş yavaş.
Tornier’nin de belirtiğine göre bu küçük kitap Flaubert’in son eseriydi. Bir başyapıt olmamasına rağmen Üç Hikâye’nin yazarın diğer eserlerine benzemezliği açısından özgünlüğünü vurgulayan Tournier Basit Bir Yürek’in Flaubert’in yaşadığı dönemde; öteki iki hikâyeninse farklı tarihsel zamanlarda geçtiğini belirtir. Gerçekten de Konuksever Aziz Julien Efsanesi ve Herodias, Ortaçağ’da şatolar, kaleler gibi görkemli ve gizemli mekânlarda geçer, tarihsel döneme özgü atmosferiyle ilgi uyandırır. Realist eserlerin genel havasını oluşturan mutlak karamsarlık duygusunun, Üç Hikâye’de mutlaklıktan sıyrılarak yer yer umut kırıntıları taşıdığını da ifade eder Tournier. Ancak bu umut kırıntıları hikâyelerde mutlu sonları hazırlamaz.
Basit Bir Yürek’te, göze çarpmayan, sıradan, sessiz, basit ve dümdüz bir yaşam sürdürürken iç derinliğini kimsenin göremediği hizmetçi Félicité’nin yaşamı hikâye edilir. Hikâyenin giriş kısmı bir romanın giriş kısmına benzer. Burada ve öteki hikâyelerde, özellikle anlatının giriş bölümünde olayın ve kişilerin son derece canlı ve dinamik tasvirlerine yer verilerek, metnin okurda uyandırdığı inandırıcılık ve gerçeklik duygusu pekiştirilir. Güçlü bir gözlem gücünün ürünü olan bu tasvirler realist eserin temel niteliklerini oluşturur; mekânlar özellikle ev içleri en ince ayrıntısına kadar detaylandırılırken, insanlar dış görünüm, giyim, davranış, geçmiş yaşam ve diğer özellikleriyle hareketli tablolar halinde canlandırılır. Bütün bu tasvirlerde, kelimelerle adeta resim yapıldığı; beş duyumuza seslenen ayrıntılarla somut gerçekliğin dile getirildiği dikkat çeker. Bütünlüklü, boşluksuz, sıkı dokulu bir hikâye gözümüzün önünde canlandırılır.
Hizmetçi Félicité karşılıksız iyilik, saflık, erdem ve sadakati kendi dindarlığında içselleştirmiş bir karakterdir. Gözü gibi sevip büyüttüğü yeğenini uzak bir deniz kazasında kaybedince dünyası alt üst olur, ama güç alacak temiz bir yüreği ve inancı vardır; yaşamını yeniden devam ettirmeye çalışır. Bir roman boyutuna yayılabilecek uzun ve geniş bir zaman diliminde Félicité’nin yaşamı, onun sadakatle bağlandığı ev sahibi kadın ve onun çocukları çevresindeki yaşamı anlatılır. Hanımı ve çocuğu da öldükten sonra Félicité’nin bağlandığı bir diğer varlık, papağan Lulu olur; uzak, egzotik ülkelerden gelen bu kuşla, o sıcak denizlerde ölen yeğeni arasında bağ kurar Félicité. Papağanı kaybedince onu içi doldurulmuş bir heykel olarak her an başucunda tutar. En ilginç olanı da yaşlandıkça kulakları sağır olan Félicité’nin dünyasının tamamen bu kuşa bağımlı olması ve ona kutsallık yüklemesidir. Papağanda Kutsal Ruh’u görür Félicité. Eğitimsiz bir hizmetçi olarak, kaderini Katolik inançlarına bağlamış durumdadır.
Hikâyenin asıl adı Papağan’dır; daha sonra değişerek Basit Bir Yürek adını almıştır. Flaubert hikâye karakterini kendi ailesindeki bir hizmetçiden esinlenerek yaratmıştır. Hikâyede okur kahramanın kimliği üzerinden bir anlamda bir sevgi ve barış dünyasına davet edilir. Félicité basit akıllı ve sadık kalpli olmasına rağmen büyük bir kayıp yaşamış; evlat duygusunu yaşadığı yeğeninin kaybı sonucu büyük bir ruhsal travmaya uğramış, ama son anına kadar dilinden ve özünden sevgiyi düşürmemiştir. Son nefesinde Kutsal Ruh’a yakın hisseder kendini; geride bıraktığı yaşama sakince gülümser ve ölür.
Bu saf yürekli ve acı dolu olaylar yaşayan hizmetçinin adının Félicité olması ilginçtir; çünkü bu sözcük şanslı, bahtı açık, kısmeti bol anlamına gelir. Bir anlamda Flaubert’in ironisini dile getirir bu adın içerdiği anlam. Kaynaklara göre Basit Bir Yürek Flaubert’in Normandiya’da geçen çocukluğundan esinlenerek yazdığı bir hikâyedir. Çevre ve doğa betimlemelerindeki ustalık, yazarın gözlem ve bellek gücünü ortaya koyar. Bir anlamda, “Yazmak hatırlamaktır” sözünün somut bir örneğidir Basit Bir Yürek hikâyesi.
Konuksever Aziz Julien Hikâyesi de bir roman girişi gibi hayli detaylandırılmış canlı ve etkili betimlemelerle başlıyor. Bütün gizemli ve vahşi atmosferiyle Ortaçağı buluyoruz karşımızda. Burada da olayın geçtiği mekân(şato) tüm nitelikleri ve özellikleriyle betimlenip yüreğimizin tam ortasına oturtuluyor. Daha ilk cümlelerden itibaren o atmosferin içine girip orada soluk almaya başlıyor, gerçeklik algımızı genişletiyoruz yazarın üstün yaratıcı gücü ile. Bu hikâyede sık sık olağanüstü unsurlarla karşılaşıyoruz; ancak o atmosferde soluk aldığımız için yadırgamıyoruz anlatının düşsel ve masalsı boyutlarını. Düş, hayal, rüya, kehanet gibi motifler içinde anlatının gizemli kuyusunda derinlere iniyor; geyik avlamanın lanetine bu efsaneleşmiş hikâyede bir kez daha tanık oluyoruz.
Rouen Katedrali’nin renkli camlarından esinlenerek yazılan Aziz Julien hikâyesinde Julien’in lanetlenmiş kaderini adım adım izleriz. Daha küçük bir çocukken kilisede gördüğü minik fareyi öldürerek içinden yükselen kan dökme sarhoşluğuna kapılan Julien, bu sevdasını acımasız ve korkunç bir avcı olarak devam ettirecektir ilerideki yaşamında. İlk kötülük, ilk kan ve kutsal bir ortamda işlenen ilk cinayet, Julien’in sadizmini kutsal bir boyuta yükselterek ruhunun derinliklerinde fırtınalar kopartır. Yıllarca süren vahşet, şiddet ve sonrasında yavaş yavaş vicdanın uç vermesi… Julien’in iç dünyasını gözler önüne seren Flaubert’in bu yarı fantastik hikâyedeki realist kanallarıdır; realizmin vazgeçilmez niteliklerinden olan ruhsal çözümlemelere yazar burada da yer vermektedir. Özellikle vicdan azabının yarattığı ruh hali, Julien’in bakış açısından gösterilerek iç dünya ile dış dünya buluşturulur: Öyle ki, Julien çevresinde rüzgârın uğultularını can çekişme hırıltıları gibi algılar; yere düşen çiğ damlaları ona kan damlalarını hatırlatır; güneş her akşam bulutları kana boyar; her gece rüyasında ana baba katliamı yeniden başlar… Tournier’e göre, “Bu hikâyede mitler ustaca kılık değiştirip tanınmayacak hale getirilmekte ve bununla birlikte hikâye parıltısını boydan boya yansıtarak hissettirmektedir.” Kaderinde kendisine biçilmiş olan “ana baba katili” rolünden kaçmak için avcılığa sonsuza kadar tövbe eden Julien, ne yazık ki geyiğin lanetinden kaçamayacaktır. Tournier, bu hikâyenin Oidipus ve Narcissus efsanelerine uzanan boyutlarına işaret ederek, sona doğru anlatının “hem anti narsist hem de anti odip” anlamlar taşıması özelliğini dile getirir. Hikâyenin sonunda “İşte konuksever Aziz Julien’in hikâyesi bu. Aşağı yukarı, ülkemde bir kilise vitrayında tasvir edildiği şekliyle.” cümleleri, yazarın kendi anlatımını taşır ve bu cümlelerle yazar kendi varlığını okura son anda duyumsatmış olur. Böylece, anlatıyı yaşadığı zamana, yaşadığı yüzyıla bağlar Flaubert.
Herodias hikâyesi de asıl olarak insanın iç dünyasını saydamlaştıran bir özelliğe sahiptir. Bu hikâye sıkıştırılmış bir romana benzer; sanki bir roman için hazırlanmış yoğun olaylar özetini okur gibi oluruz sayfalar ilerledikçe. Bu hikâyenin asıl kaynağı Kutsal Kitap’ta geçen “Yahya’nın Vaftizi” adlı hikâyedir. Flaubert bu hikâyeden esinlenmiş ve onu yeniden yorumlamıştır.
Herodias’ı okurken iktidar mücadelelerinin tarihin her döneminde yer aldığı gerçeğini bir kez daha görüyoruz. Ortaçağ atmosferinde, çok sayıda kişi ve birçok yan olayla zenginleştirilmiş bu yoğun hikâye metninin romana açılan kapılarını da fark etme olanağını buluyoruz. Görsel zenginlik, tarihsellik, aksiyon, heyecan, kutsallık gibi unsurların yer aldığı bu hikâyeyi okurken, Flaubert’in ömrü yetseydi belki bu metni bir roman olarak yeniden düzenleyebilirdi, diye düşünüyor insan…
Bütün bu hikâyeler ustalıkla kurgulanmış, sağlam ve mükemmel bir yapıdadır. Flaubert, çağdaşı birçok realist yazar gibi, dil ve anlatımda kusursuzluğa, realist teknik ve yapısal sağlamlığa her zaman için önem vermiştir.
Bazı yorumculara göre, Flaubert’in Üç Hikâye’sinden yer yer Maupassant’ın fantastik ögeler taşıyan öykülerinin tadı da alınır. Özellikle Aziz Julien ve Herodias hikâyelerinde düşsel boyutlar ilgi uyandırır; bunlar realist bir yazarın düşsel motifler taşıyan hikâyeleridir. Bu düşsellik, hikâyelerin esin alındığı dinsel ve mitsel dünyadan kaynaklanmaktadır.
Uzunca bir zaman dilimine yayılan, yoğun ve sıkı dokulu, klasik tarz hikâyelerden hoşlananlar için Üç Hikâye zengin bir okuma deneyimi sunuyor. Realizmin içindeki fantastik boyutlar, görsellik ve hareketlilik okuyana ayrı bir heyecan duygusu yaşatıyor. Okudukça düş dünyasını zenginleştirmek ve Flaubert’in öykü kahramanlarıyla birlikte; gerçeğe paralel, kurmaca bir dünyada -kısa süreliğine de olsa- yaşamak isteyen okurların dikkatine.
________________________________________________________________
* (Gustave Flaubert, “Üç Hikâye”, Çevirenler: Berna Akkıyal-Can Belge, İletişim Yayınları, 2. Baskı, Ocak 2025)
















